Demokratikleşme ve gelişmişlik düzeyi dikkate alındığında benzer ülkeler içinde Türkiye askeri darbelerle geç yüzleşebilmiştir. Bu yüzleşmenin büyük bir kısmı da AK Parti döneminde gerçekleşti. Fakat tüm bu vesayet karşıtı adımlara rağmen ordu içine sızan FETÖ’ye mensup askeri cunta 15 Temmuz’da darbe girişiminde bulunabildi. Ordu içinde cuntanın hala bir darbe girişiminde bulunabilmesi, askeri cuntacılık faaliyetleri ve darbe girişimlerinin bir iktidar mücadelesi olarak görülmesiyle ilişkilidir.
Anayasalarla Oluşturulan Vesayet Mekanizmaları
Darbelerin bir iktidar mücadelesi olarak görülmesi neticesinde ordunun içinden cuntacılık eğilimine sahip grupların çıkması, anayasalarla oluşturulan vesayet mekanizmalarının sürekli güçlendirilerek son yıllara kadar devam ettirilmesinin bir sonucudur. Askeri bir darbe sonucu yazılan 1961 Anayasası’yla oluşturulan vesayet mekanizmaları, 1971 muhtırasının ardından yapılan 1971 ve 1973 Anayasa değişiklikleri ile güçlendirilmiştir. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından hazırlanan 1982 Anayasası ile vesayet araçları genişletilmiş ve derinleştirilmiştir. Bu bağlamda 1961 Anayasası ile oluşturulan MGK, Anayasa Mahkemesi vb. kurumlar, 1982 Anayasası ile tamamen gerçek vesayet mekanizmasına dönüşmüştür. Ayrıca Cumhurbaşkanlığı makamı vesayete göre dizayn edilmiş ve birçok sivil üst kuruma askeri temsilciler yerleştirilerek sivil alan tamamen sömürgeleştirilmiştir. Zamanla atılan demokratikleşme adımları ile vesayet mekanizmaları aşındırıldığı için 28 Şubat 1997 darbesiyle ordu gücünü tekrar tahkim etmiştir.
Darbeler ve anayasalar arasındaki ilişkiye bakıldığında, her darbe neticesinde darbeciler ya yeni bir anayasa yazdırarak ya da mevcut anayasada değişiklikler yaparak siyasi alanı daraltmış, vesayet araçlarını ve kendi konumlarını genişletmiştir. 27 Nisan e-muhtırasının başarısız olmasının ardından ilk kez sivil irade, askeri vesayet düzeni ile kararlı ve sahici bir hesaplaşma sürecine girmiştir. Ancak siyaset kurumunun vesayet mekanizmalarına yönelik yasal-anayasal mücadele ve temizlik süreci, sonradan 15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştirecek olan FETÖ yapılanması tarafından manipüle edilmiştir.
Arınma ve Temizlik Politikaları
15 Temmuz darbe girişiminin başarısız olmasıyla, 1982 darbe Anayasası’nın tamamen değiştirilmesi ile ilgili yeni bir fırsat doğmuştur. Bu fırsat aynı zamanda içerisinde imkan ve zorunlulukları barındırmaktadır. Zorunluluğu; 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yapılması gereken, darbecilere yönelik “arınma ve temizlik politikaları” ve devletin yeniden yapılandırılması ile ilgilidir. Arınma ve temizlik politikasının sadece ordu içinde darbeye kalkışan cunta ile sınırlı kalmaması gerektiği aşikardır. Çünkü 15 Temmuz darbe girişimi askerin içerisinde yapılanmış bir cunta öncülüğünde gerçekleşse de bu cuntanın sivil kanadı daha güçlü ve geniş bir yapılanmaya sahiptir. Ordu içinde ve dışındaki yapılanması; ideolojik ve sapkın din anlayışı ile motive olan, pragmatik unsurlarla yapısı genişletilen, mesiyanik bir örgütlenme modelidir. Dolayısıyla arınma ve temizlik politikaları, güvenlik ve sivil bürokrasi başta olmak üzere; ekonomi, eğitim, sivil toplum vb. birçok alanı da ilgilendirmektedir. Bu açıdan bakıldığında devletin FETÖ’den arındırılması için topyekun bir temizlik gereklidir.
İşte tam da bu noktada devletin yeniden yapılandırılması zorunluluğu karşımıza çıkmaktadır. Yeniden yapılandırmanın iki boyutu bulunmaktadır: Bunlardan ilki güvenlik, TSK, MİT ve emniyetin yeniden yapılandırılmasıdır. Bu yeniden yapılandırmanın bazı unsurları yasa ile mümkün olsa da örneğin Genelkurmay Başkanının konumunda olduğu gibi birçok konuda anayasal değişikliğe ihtiyaç vardır. İkinci boyutu ise yargı başta olmak üzere sivil bürokrasi ile ilgili olan kısımlardır. Yargı ile alakalı yeniden yapılandırmaya yönelik anayasal değişiklikler, TBMM’de grubu bulunan üç siyasi partinin görüşmesiyle belirli bir olgunluğa gelmiş, süreç olumlu bir atmosferde devam etmektedir. Ancak yargıda yapılan değişikliklere benzer, pek çok kurumda yeniden yapılanma için anayasal değişiklik kaçınılmazdır.
Yeni Anayasa Süreci
15 Temmuz’un ortaya çıkardığı imkan ise darbe sonrası siyasette bir uzlaşma ortamının oluşması ve siyasi partiler arasında diyalog kanallarının açılmasıyla ilgilidir. Siyasetteki bu olumlu atmosfer, 1982 Anayasası’nın toptan değişimine yönelik yeni bir süreci başlatabilir. 1982 Anayasası özü, ruhu ve metni itibarıyla tamamen bir darbe anayasasıdır. Bugüne kadar hemen hemen tüm siyasi partiler, seçim süreçlerinde söz konusu darbe anayasasının değiştirilmesi için millete söz vermişlerdir. Özellikle AK Parti iktidarları döneminde, darbeleri önlemek ve demokratikleşme standardını yükseltmek için birçok değişiklik yapılmasına rağmen yeni bir darbe girişimi önlenememiştir. Bu durumda darbeleri önlemek için cuntacılara imkan veren yasal ve anayasal mevzuatın dönüştürülmesinin yetmediği ortadadır. Bu açıdan teknik olarak da darbe girişimlerini imkansızlaştıran güvenlik mimarisine ve devlet yapılanmasına ihtiyaç duyulduğu aşikardır. Bu değişikliklerin yapılabilmesi için başarısız bir darbe sonrasında siviller; başarmış olmanın verdiği özgüvenle 1982 Anayasası’nı toptan kaldırarak yeni bir anayasa hazırlayabilir.
Bugüne kadar son iki anayasanın darbeciler tarafından hazırlandığı dikkate alındığında, yeni anayasaya yönelik toplumda ve siyasette farkındalık artmıştır. Uzlaşmaları teşvik edici bir süreç doğduğu için sosyal ve siyasal diyalog mekanizmaları güçlenmiştir. Bu süreç aynı zamanda siyasi parti yöneticilerini de uzlaşma konusunda cesaretlendirmektedir. 15 Temmuz darbe girişimine karşı “ortak vatan” ve “ülkenin geleceği” adına yan yana mücadele eden topluma ve şehitlere karşı, siyaset kurumunun belirli alanlarda ortaklaşması için bir minnet borcu doğmuştur. Böyle bir ortam düşünüldüğünde yeni bir anayasanın meşruiyet alanı da genişlemiştir.
Yeni anayasa yapımını kolaylaştıran önemli bir unsur da 2011 seçimleri sonrası kurulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun yeni anayasa ile ilgili 59 maddede uzlaşmasıdır. Söz konusu uzlaşma komisyonunun mirası sadece 59 madde üzerinde uzlaşmış olmak değildir. Aynı zamanda yeni anayasa ile ilgili geniş bir külliyat ve altyapı oluşmuştur. Aynı partilerin bugün de TBMM’de olduğu dikkate alındığında darbe sonrası siyasetin normalleşmesi, uzlaşma komisyonunun çalışmalara başlamasını kolaylaştırıcı bir etki yapabilir. Ayrıca 25 Temmuz’da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Cumhurbaşkanı, Başbakan, CHP ve MHP Genel Başkanları bir araya gelerek, Anayasada bazı değişikliklerin yapılması konusunda olumlu bir süreç başlatmışlardır. Sonraki günlerde AK Parti, CHP ve MHP grup başkanvekillerinden oluşan komisyon, özellikle yargı ile ilgili 20’den fazla madde hakkında anayasal değişiklik için prensipte anlaşmıştır. İleriki günlerde darbecilerle mücadelede devletin yeniden yapılandırılması ile alakalı yeni anayasa değişikliklerinde de uzlaşma süreci devam edecektir. Bu açılardan bakıldığında gelinen süreçte yeni bir anayasa için uzlaşılan maddeler bir yekun oluşturmaktadır. Bu süreç 1982 Anayasası’nın tamamen yenilenmesi için büyük bir imkan ve fırsatı doğurmuştur.
[Kriter, 1 Eylül 2016].