Bir aralar pek modaydı.
“sözgelimi” yerine “atıyorum” denirdi.
Bugünlerde “atıyorum” sözü lügat manasına kavuşmuş durumda sanki.
“Birazdan sıkmaya başlayacağım hazır olun” gibi bir mana yüklendi bu kelime.
Hasbelkader Türkiye medyası üzerine çalışan biri olarak geçen haftaki “atma” ve “sıkma” performansımızın tarihi bir değer taşıdığını düşünüyorum.
Lice olayları, çözüm süreci vs. Derken yepyeni bir sorunu konuşmaya başladık.
Sorun yeni değildi aslında ama biz onu yeni keşfettik.
Daha doğrusu sorunu kucağımızda bulunca onu keşfetmiş gibi yaptık.
Seri halde “sözde analiz”lere başladık.
Allah “Vikipedi”yi bulandan razı olsun.
Yoksa biz ne yapardık!
Evet, IŞİD’den ve onun Musul’u işgalinden bahsediyorum.
Türk medyasında kendisine pek de sık referansta bulunulmayan bu terör örgütü, birden bire sayısız uzmanın hakkında cümle kurabildiği bir “bilindik hikaye”ye dönüşüverdi.
Türk medyasında daha önce ya yeni dönem Türk dış politikasının eleştirisinde yahut Türk-tipi oryantalist haber yazımında bir sos olarak kullanılan IŞİD birdenbire “ciddi bir aktör” e dönüşüverdi.
Hele hele, IŞİD Türk konsolosluk görevlilerini ve tır şoförlerini rehin aldığını duyurunca “ciddi analizler” de kaçınılmaz oldu.
ANALİZ DERKEN...
Analiz öncelikle kapasite meselesidir, kabiliyet değil.
Bizim bilgi endüstrimizin (üniversite, medya, think-tank) en önemli sorunlarından biri analizi bir kabiliyet meselesi olarak addetmesidir.
Elimizde bu kapasite yoksa, geçen hafta televizyonlarda karşı karşıya kaldığımız manzaralara mahkum olmaktan başka çaremiz de kalmaz.
İlginç bir çelişkiyle karşı karşıyayız.
Biz, medya ve üniversite sakinleri sahadaki aktörün (icracı öznelerin) sahip olduğu bilginin çok azına sahip olsak da, ona bir yandan akıl verirken, diğer yandan onu bizimle yeterince bilgi paylaşmamakla itham etmekten usanmıyoruz.
O bilgiye ulaşmanın başka yollarına ise çoğumuz tenezzül etmiyoruz.
Hal böyle olunca da Musul’da olan biteni, “ne olduğu belirsiz bir silahlı örgüt”ün bu hızlı yükselişini bir türlü okumayı beceremiyoruz.
YENİ BİR PARADİGMA İHTİYACI
Zorluk şurada.
Bu kaos ortamında analiz kapasitesinin artırılması da yeterli değil.
Ortadoğu’yu yeni bir dille okumak, olan biteni yeni bir paradigmaya oturtmak durumundayız.
Ne modernleşememe, ne demokratikleşememe ne kimlik savaşı, ne sınıf mücadelesi, ne mezhep savaşı açıklamıyor bu olan biteni.
Terörist ayrılıkçılar söylemi de açıklamıyor.
Dinamik bir okuma yapmaya mecburuz.
Fakat öncelikle “kriz çıkmadan okuma”ya başlamamız lazım.
Aksi takdirde Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolü “sınır güvenliği” meselesine indirgenir ve de biz yine kendimizi “karşı söylem” üretmeye vakfetmek durumunda kalırız.
Egemen söyleme direnmenin yolu önce “okumak”, sonra yeni bir paradigma inşa ederek “okutmak” tan geçiyor.
Bence siyasetçilere akıl veren medya ve üniversite mensupları önce analiz kapasitelerini geliştirmek mecburiyetinde.
Belki bir başka yazıda, analiz kültürümüzdeki sorunların başka kaynaklarına değinir, siyasetçilerin bu noktadaki sorumluluklarından da bahsetme imkânı bulabilirim.
[Akşam, 15 Haziran 2014]