Ankara, DAİŞ ile mücadelede yeni ve önemli adımlar atsa da hatta Başbakan Davutoğlu "DAİŞ'i topyekûn biz bitirebiliriz" tonunda bir söyleme geçmiş olsa da uluslararası medyada "DAİŞ'e destek" suçlaması hız kesmiyor.
Devamı
Putin, Türkiye'ye "terör destekçiliği" suçlamasını yöneltmekle yetinmiyor. AK Parti muhaliflerinin bir türlü tüketemediği bir sermayeye, Erdoğan karşıtlığına başvuruyor.
Devamı
Türkiyenin, düşürülen uçak ile hem Rusyaya hem de dünya kamuoyuna mesaj verdiğine dikkat çeken Enes Bayraklı, Türkiyenin Suriyede belirli başlı çıkarlarını koruyacağını gösterdiğini belirtti.
AK Partinin sorumluluğu muhalefetin makul kısmını da ikna ederek Türkiye için yeni bir anayasa yapıp toplumsal mutabakatı sağlamaktır.
Ufuk Ulutaş: Önyargının olduğu bir pozisyondan yazılan bir düşünce yazısının, makalenin, raporlamanın ne kadar sağlıklı olacağına dair; onun sıhhat ve selametine dair aslında ciddi soru işaretleri var. Ki bu seçimler bence onu gösterdi.
İsmail Çağlar, AK Partinin 1 Kasım genel seçimlerde yüzde 49,5 almasından sonra Batı medyasının yayın politikalarında nasıl bir değişiklik yaşandığını yorumladı.
Siyaset normale döndü, uluslararası statüko kaybetti, İslam dünyasının dört bir yanında ellerini açanlar kazandı.
Devamı
Dış ilişkilerin karşılıklı bağımlılık dünyasında Suriye krizi, Türkiye-Avrupa ilişkilerinde yeni bir hareketlenmenin de müsebbibi oldu.
Devamı
Ufuk Ulutaş: Olayların aktarılmasından çok, siyasi olarak tartışmayı büyütecek spekülatif haber anlayışı fazlasıyla kullanılıyor.
Washington'ın 12 Haziran 2011 genel seçimlerine yönelik ilgisi, geçen yıllarla karşılaştırıldığında oldukça zayıf görünüyor.
Libya krizi Türk dış politikası için 2003'teki Irak işgalinden bu yana verilen en önemli diplomasi sınavlarından birini teşkil ediyor.
Türkiye'nin özellikle 2002'den bu yanaki performansı Arap dünyasının ülkemize bakışını olumlu yönde değiştirmiştir.
İsrail'in Gazze'ye yönelik insani yardım taşıyan gemilere yönelik sert askeri müdahalesinin yarattığı tartışmalar dinmeden, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) İran'a yönelik yaptırımların oylanması gündeme geldi. İsrail'in uyardım gemilerine sert müdahalesi karşısında sert bir cevap veren Türkiye, BMGK'de yapılan oylamada Brezilya ile birlikte yaptırımlara "hayır" oyu verdi. Başka türlüsünü beklemek de imkansızdı. Nitekim iki ülke 17 Mayıs'ta İran'ı ikna ederek "uranyum takas anlaşması" imzalamıştı. Bütün bu gelişmeler bir kez daha şu soruyu gündeme getirdi; "Türkiye eksen mi değiştiriyor, yüzünü Doğu'ya mı dönüyor?" Tüm bu soruları, Türkiye'nın dış politikasını yakından izleyen SETA Vakfı'nın Genel Koordinatörü Taha Özhan'a sorduk. Özhan yaşananları, "Türkiye 'Ankara merkez'li politikanın meyvelerini topluyor" diye özetledi.
İki ülke arasında hükümet ve devlet başkanları düzeyinde geçekleştirilen ziyaretler öncesinde, konuk ve ev sahibi liderler ile özel röportajlar yapılması ve bunların yayınlanması nerdeyse gelenek olmuştur. Bir tür kamu diplomasisi eksersizi sayılabilecek bu tür röportajların amacı ziyaretin siyasi içeriği hakkında kamuoyunu önceden bilgilendirmek, bazen sürprizlere hazırlamak, bazen de bazı müzakere konularında gerektiğinde toplumun göstereceği tepkileri destek olarak gündeme getirmektir.
Irak’ın ABD tarafından işgal edildiği tarihten bu yana, bölge barışına en somut katkıda bulunan ülke hiç kuşkusuz Türkiye’dir. Küresel bir aktör olarak Türkiye, barışa sadece söylem düzeyinde değil, eylem düzeyinde de aktif katkıda bulunuyor. Dahası, bunu, bir takım insani ve etik kaygılarla temellendiriyor. Ancak, bu dış politikanın amaçlanan olumlu sonuçları doğurabilmesi ve “Türkiye’nin yumuşak ‘insani’ gücünün” etkili olabilmesi, özellikle de Ortadoğu’nun mevcut yapısı göz önüne alındığında, birçok parametrenin eş güdümlü olarak kullanılmasına bağlı görünüyor. Bu araçlardan biri de medya.
Batı dünyasının en saygın gazete ve dergilerinde Türkiye’nin Transatlantik sisteminden uzaklaşarak yüzünü Ortadoğu’ya dönmesi şeklinde bir eksen değişikliği içinde olup olmadığına dair hararetli bir tartışma var. Batı medyasında yoğun şekilde bu konuda yorum, makale ve köşe yazıları yayınlanıyor. Türkiye’nin dış politika yönelimine ilişkin bu ateşli tartışmayı dikkatle takip eden Türk liderler ise ısrarla mevcut pozisyonun devam ettiğinin altını çiziyorlar. Eksen kayması iddialarına karşı Türk liderlerin yaptıkları bu açıklamalara rağmen, Türkiye’nin kimliği ve dış politikada yönelimi hakkındaki tartışmalar hız kesmiş değil. Türk dış politikasında bir değişim süreci yaşandığı doğrudur. Ancak bu değişim süreci, Türkiye’nin Batı ile bağlarını kopararak bunların yerine Doğu ile yeni bağlar kurması olarak görülmemelidir. Yaşanan daha çok Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile kaçınılmaz olarak ortaya çıkan güç kaymasının sonuçlarıdır ve yeni yüzyılın bir gerçeğidir.
Afganistan’da 7 Kasım Cumartesi günü yapılması planlanan başkanlık seçimlerinin ikinci turu, iki adaydan Kuzey İttifakı’na yakın Abdullah Abdullah’ın seçimlerden çekilmesi üzerine iptal edildi. 20 Ağustos’ta yapılan ve halen başkanlık koltuğunda oturan Hamit Karzai’nin yüzde 54 oy ile önde gittiği seçimlerde en az yüzde 10 oranında sahte oy olduğu tespit edilince seçimler için ikinci turun yapılacağı açıklanmıştı. İkinci turda Abdullah Abdullah ve Hamit Karzai’nin karşı karşıya gelmesi beklenirken Abdullah, başkanı ve üyeleri Karzai tarafından atanan Bağımsız Seçim Komisyonu üyelerinin Karzai’ye çalıştığını, bu kişilerin görevden alınması ve yerlerine tarafsız isimlerin atanması durumunda seçimlere devam edebileceğini açıkladı.
Türkiye ile ilgili yerli ve yabancı basın-yayın organları ve akademik yayınlarda, Türk dış politikasındaki eksen kayması tartışması ve Türkiye-İsrail ilişkilerindeki kriz son zamanlarda en öne çıkan konular. Birbirinden ayrı gibi dursa da bu iki konunun birlikte ele alınması hem analitik hem siyasi hem de pratik bir zorunluluk. Tartışmanın asıl sebebi ise Türkiye’nin dış politikada artan ağırlığının nedeni ve mahiyetinin idrak edilememesi ve bu değişimden dolayı mağdur olduğunu düşünen imtiyazlı çevrelerin, durumu kendi lehlerine çevirmek için ülkenin en temel fay hattına oynayarak iç siyasete müdahil olma arzusu.
Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu' nun Afganistan ziyareti bu ülkeyi yeniden gündemimize getirdi. Amerika ve uluslararası koalisyon geçtiğimiz 8 yılda Afganistan'da vaat ettiklerini yerine getiremedi. Uluslararası medya, Afgan medyası, Afgan sokağı kıyasıya nerede yanlış yapıldığını tartışıyor.
Lübnan ve İran, Ortadoğu'da yerleşik seçim geleneğine sahip ülkeler. Seçimler yüksek katılım ve heyecanla gerçekleşiyor. Aynı zamanda bu iki ülkede seçimler uluslararası toplumun dikkatini çekmede oldukça başarılı. Sonuçları itibarıyla seçimler başta "uzmanlar" olmak üzere geniş kitlelerde şaşkınlık yaratıyor. Lübnan'daki parlamento ve İran'daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde benzer durumlar ortaya çıktı.
Hamas'a yakın militanların İsrailli asker kaçırması üzerine alevlenen olaylar Ortadoğu'yu içinden çıkılması güç bir karmaşanın içine sokmuş durumda. Krizin sebeplerini bölgesel dengelerde arayan yorumlar bir yana, İsrail siyasetindeki verileri doğru okumak, bize aslında bugün yaşanan olayların ne kadar öngörülebilir olduğunu ortaya koyuyor. Her şeyden önce, şu çok açık ki Kadima ve yeni lideri Ehud Olmert'in merkezi ve sağduyuyu temsil ettiğini düşünenler yanıldılarFilistin'de Hamas'ın seçimleri kazanmasından itibaren Ortadoğu'da gerilimin bu noktalara gelebileceği tahmin ediliyordu. Ama bu yorumlardaki vurgu özellikle Hamas'ın geçmişine işaret ediyordu. Nitekim Hamas'ın iktidarda olduğu bir hükümet ile barışın mümkün olmadığını savunanlar, bu perspektiften Ortadoğu'nun son krizini kolaylıkla açıkladıklarını düşünüyorlar. Oysa bu, Lübnan'daki savaşı "askerleri kurtarma operasyonu" olarak sunmak kadar yüzeysel bir bakış açısı.