Gezi Parkı ile başlayan gösteriler yıllarca tartışma konusu olan faiz lobisinin tekrar gündeme gelmesine neden olmuştur.
Devamı
Türkiye'nin 1947 yılından bu yana süregelen ve özellikle de 2001 ekonomik krizinin ardından toplumun hemen hemen her kesiminin aşina olduğu IMF ile ilişkiler 13 Mayıs 2013'te kalan son borcun da ödenmesiyle yeni bir evreye girdi. Bundan sonraki dönemde Türkiye'nin IMF ile ilişkileri bütün üye ülkelerin tâbî olduğu dördüncü madde kapsamında rutin olarak devam edecek. IMF Türkiye Temsilciliği'ndeki görevli sayısı 19. stand-by anlaşmasının sona erdiği 2008 yılında hali hazırda yarı yarıya azaltılmıştı. Böylece IMF Türkiye Temsilciği altı ayda bir değerlendirmeler yapan irtibat bürosuna dönüştü, ilişkilerin seviyesi düşürüldü.
Devamı
Türkiye, 1961 yılında IMF ile gerçekleştirdiği ilk stand-by anlaşması ile 2008'de sona eren son stand-by anlaşmasına toplamda 19 stand-by yapmıştır. Türkiye, 30 yılı aşan stand-by ile yaşama döneminde, IMF'den 50 milyar doların üstünde kaynak sağlayan ülkelerden biri olmuştur.
SETA tarafından hazırlanan "Türkiye-IMF İlişkilerinde Yeni Dönem" başlıklı analiz, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın konuşmacı olarak katıldığı bir panelle kamuoyuna tanıtıldı.
SETA tarafından hazırlanan “AK Parti Dönemi Türkiye Ekonomisi” başlıklı rapor, Başbakan Yardımcısı Ali Babacan'ın da konuşmacı olduğu bir panelle kamuoyuna tanıtıldı.
ABD’nin önemli düÅŸünce kuruluÅŸlarından Dış Ä°liÅŸkiler Konseyi’nin (CFR), Mayıs ayı içerisinde yayımladığı Türkiye raporu, zamanlaması, iç ve dış politikaya yönelik yaptığı tespitlerle dikkat çekiyor.
SETA’da Insight Turkey dergisince düzenlenen “Avrupa Krizi: Türk ve Yunan Perspektifleri” baÅŸlıklı özel bir panel gerçekleÅŸtirildi.
Devamı
21 Åžubat seçimleri ülkenin demokrasi ile tanışması anlamına gelmese de, Salih’in 33 yıllık iktidarının resmen sona ermesi açısından önem taşıyor.
Devamı
2012 için öngörülen tüm olumsuz senaryolara raÄŸmen ekonomik büyümede çok keskin bir düÅŸüÅŸ yaÅŸanmadan büyüme dinamiÄŸinin devam edeceÄŸini söylemek mümkün.
Hızlı büyüme dönemlerindeki yüksek cari açığın sorun olmaması için, en önemli yapısal nedenlerden olan enerjide dışa bağımlılık azaltılmalıdır.
YaÅŸanan ve ÅŸu an eksen kayması olarak tartışılan ÅŸey aslında Türkiye'nin fiziki sınırlarının, siyasi ve sosyolojik sınırlarına dar gelmesi meselesi...
Dış borçların yapısı, borç krizleri ve stand-by anlaÅŸmaları, borçlanmayı azaltmak ve sürdürülebilir bir borç yönetimi için öneriler... Dış borç Türkiye gibi yükselen piyasalar ve azgeliÅŸmiÅŸ ülkeler için en önemli problemlerden birisi olmuÅŸtur. Artan borçlar hem borç yükünü artırmış hem de dış borç anapara ve faiz ödemelerini ağırlaÅŸtırmıştır. Bu da borç ile finanse edilen yeni yatırımların üretim hacminde saÄŸladığı artışların giderek azalmasına ve bir noktada üretimdeki artışların, dış borçların ödenmesi için gereken anapara ve faizlerin altına düÅŸmesine neden olmuÅŸtur. Dolayısıyla, makroekonomik istikrarın saÄŸlanması için gereken en temel unsurların başında, borcun sürdürülebilirliÄŸinin saÄŸlanması ve borç yükünün makul seviyelere indirilerek bu seviyelerde tutulması gelmektedir. Dış borç sorununun baÅŸladığı 1950- 1960’lı yıllar, yüksek borçlanma nedeniyle hem IMF ile stand-by anlaÅŸmaların yapıldığı hem de borç ötelemelerinin yoÄŸun olduÄŸu bir dönem olmuÅŸtur.
CHP'nin seçim yenilgisini açıklamak için ileri sürdüÄŸü gerekçeler, tam da mevcut kadrolarından beklenen türden. Oktay EkÅŸi'ye bile "Bunlar bizi enayi mi sanıyor?" dedirten bu evlere ÅŸenlik "izahlar", CHP için seçim sonrası ikinci bir yenilgidir.
'Türkiye 22 Temmuz'da seçime gidiyor" ifadesinin bir iddia mı, yoksa bir karar mı olduÄŸunun belirginlik kazanmadığı günler yaşıyoruz. Anlaşılan her seçim kararı seçim havasının oluÅŸmasına yetmiyor. Müstakbel seçimimiz, olaÄŸan seçim kampanyası enstrümanlarından olabildiÄŸince uzakta duruyor. Kimlik siyaseti sosyal politikaların, güç hesaplaÅŸması istikrarın ve dış politika iç siyasetin yerini almış durumda. Seçim kampanyasının mazotu ekonomi olacağına, seçim vaatleri mazot kampanyasına dönüÅŸtü. Ä°ÅŸlerin bu denli karıştığı bir ortamda ise akla gelen en son ÅŸey ekonomi oluyor. Adeta 1999-2001 krizleri sonrası Türkiye manzarası hatırlanmasın diye unutturulmaya çalışılan bir ekonomi var. Ä°ÅŸler tersine dönmüÅŸ durumda. Normal bir genel seçimde ekonominin muhalefetin en büyük kozu olması beklenirdi. Oysa ÅŸimdi durum farklı. Ä°ktidar, ısrarla ekonominin ve istikrarın altını çizerken, muhalefet baÅŸka sularda avlanmaya gayret gösteriyor. Bunun elbette bugün muhalefet yapan bazı isimlerin 1999 ve 2001 krizlerindeki payıyla da alakası var. Lakin büyük resme baktığımızda, muhalefetin gerek seçim beyannamelerinde, gerekse ekonomiye yönelik projelerinde yeterli özeni göstermediÄŸini görüyoruz.
19. yüzyılda güçlü bir ÅŸekilde ortaya çıkan Batı sömürgeciliÄŸinin arkasında yatan felsefi, ekonomik, siyasi ve kültürel temelleri hakkında neler söyleyebilirsiniz? 19. yüzyılda artık rafine bir program haline dönüÅŸen sömürgecilik arızi bir geliÅŸme deÄŸil Batı felsefesinin piÅŸirdiÄŸi kapitalizmin oldukça tabii bir neticesi olarak okumak lazım. Öyle ki, 1788 tarihli Britanya “Köle Ticareti Düzenlemesi” yasası altında, köle gemilerine sıkıştırılacak köle sayısında azami verimlilik saÄŸlamak üzere gemiler inÅŸa edilmiÅŸtir.
KÜRESEL kapitalist sistemin “görünen dengeleri” sanayi devriminden beri yaÅŸanmamış yeni bir dönüÅŸümün iÅŸaretlerini veriyor. Son birkaç yıldır Kuzey’in hegemonik gücüne kafa tutacak yeni bir iktisadi gücün yükseliÅŸte olduÄŸu gerçeÄŸi net bir ÅŸekilde görülüyor. Bu gücün adresi özellikle Asya. Yükselen ekonomiler ÅŸeklinde isimlendirilen bu ülkeler neredeyse dünya nüfusunun %80’ine sahipler. 1970’te dünya ihracatının sadece %20’sini yapabilen bu ekonomiler, bugün küresel ihracatın %45’e yakınını gerçekleÅŸtiriyorlar.
Mavi miÄŸferli, askeri elbiseli, Balkanlar, OrtadoÄŸu ve Afrika gibi dünyanın çatışma bölgelerinde daha çok insani yardım amaçlı çalıştıkları tahmin edilen deÄŸiÅŸik uluslara mensup askerlerden oluÅŸmuÅŸ birlikler. Farklı bir yaklaşıma göre ise daima gizli gündemleri olan emperyalizmin sinsi taÅŸeronları. Barışgücü denince ortalama insanın zihninde oluÅŸan tablo bu yaklaşımların ötesine geçememektedir. Türkiye’de özellikle Güney Lübnan’a barış gücü askeri gönderilmesi tartışılırken barış gücünün tanımı, faaliyet alanları ve siyasi anlamı üzerinde tam bir kafa karışıklığı söz konusudur. Lübnan’a barış gücü askeri gönderilmesini savunanlar ve eleÅŸtirenler de duygusal ve siyasi tepkiler göstermektedirler.
1947’de, II. Dünya Savaşı’nı müteakiben 23 ülkenin baÅŸlattığı uluslararası ticaret görüÅŸmeleri bugünkü Dünya Ticaret Örgütü’nü (DTÖ) vücuda getirdi. Yarım yüzyıldır devam eden görüÅŸmeler Kuzeyin, Güneyin nerdeyse bütün gümrük duvarlarını yıkma süreci olarak geçti. Yaygın ekonomi-politik düÅŸünce bu döneme ticaret liberalizasyonu da demektedir. 9-14 Kasım 2001’de Doha’da yapılan DTÖ VI. Bakanlar Konferansı sonrasında Güneyin bu makus talihini kırmaya yönelik ilk söylemsel adımlar atıldı.Özellikle GeliÅŸmiÅŸ Ülkelerin (GÜ) tarım sektörüne verdikleri ihracat sübvansiyonları ve iç desteklerini azaltmaya yönelik ilk giriÅŸimler baÅŸlatılmış oldu. Haziran ayında Cenevre’de yapılan DTÖ mini-bakanlar toplantısında, son 5 senedir yaÅŸanan tıkanmanın bir benzeri vuku buldu.
Küresel ekonomideki dengesizlikler yapısal derinlik kazanma yolunda hızla ilerliyor. Cari açıklar, sermaye hareketleri, enflasyon sıkıntıları ve gelir dağılımı eÅŸitsizlikleri en baÅŸta gelen sıkıntılardan. Amerika küresel tasarrufları kontrol etmeye devam ediyor. Dünya genelindeki net tasarruf akışının üçte ikisi Amerika’ya yönelmiÅŸ durumda. Japonya ve Almanya gibi ülkeler Amerika’nın ithal ettiÄŸi kapitalin yarısına denk gelen kapitali ihraç etmeye devam ediyorlar. Amerika geriye kalan kapital akışını ise orta ölçekli ülkelerden karşılıyor. Petrol üreticisi ülkeler bu pastada büyük bir yer tutmuyor, Çin hatta düÅŸük gelirli ülkelerden Hindistan, Endonezya ve Nijerya da paylarına,