Türk Devletleri Teşkilatı'nın (TDT) "Türk Devri" temalı 10. Zirvesi için dün Astana'daydık. 5 üyeli (Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan ve Kırgızistan) ve 3 gözlemci üyeli (Macaristan, Türkmenistan ve KKTC) TDT Zirvesi'nde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, küresel sınamalarla mücadelede en önemli gücün "Türk dünyasının birlik, beraberlik ve dayanışması" olduğunu vurguladı. Hazar doğalgazının Türkiye'ye ve Avrupa'ya taşınmasının "güvenliğe" katkısına değinen Erdoğan'ın şu cümlesi dikkat çekti: "Türkiye Yüzyılı vizyonumuzu Türk Devleti Teşkilatımıza da teşmil ederek önümüzdeki dönemi inşallah Türk devri yapmak için omuz omuza çalışacağız." Sınır geçişlerinin ve vize işlemlerinin kolaylaştırılmasının öneminden bahseden Erdoğan, Gazze'deki katliamı gündeme getirmeyi de ihmal etmedi. Krizin çözümü için Türk dünyasının beraber hareket etmesinin önce ateşkes sonra barışı kolaylaştıracağını söyledi.
Devamı
Türk Devletleri Teşkilatı'nın (TDT) 10. Zirvesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın heyetiyle birlikte Astana'dayız. Dün Macaristan Başbakanı Orban ve Kırgızistan Cumhurbaşkanı Caparov ile görüşen Erdoğan, bugün önce Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev ile bir araya gelecek, sonra TDT Devlet Başkanları Konseyi'ne katılacak. Erdoğan, Kazakistan Cumhurbaşkanı Tokayev ile görüşme sonrası İstanbul'a dönecek. Uluslararası sistemde büyük güç rekabetinin hızlandığı, yeni krizlerin çıktığı ve Gazze'deki İsrail katliamının devam ettiği bir dönemde gerçekleşen TDT Zirvesi, Türk dünyasının entegrasyonu için elbette çok önemli. Azerbaycan'ın Karabağ zaferine destek veren Erdoğan, Türkiye'nin Kafkaslar ve Orta Asya ile daha yakın işbirlikleri yapmasının önünü açan bir lider. Bu entegrasyonun Rusya, ABD, Çin ve AB gibi güçlerin rekabet ettiği bir bölgede istikrar ve barış içerisinde yürüyebilmesi için sürekli yeni hamlelere ve fikirlere ihtiyaç var. 1990'ların aksine Türkiye bugün savunmadan diplomasiye kadar geliştirdiği çok boyutlu kapasite ile Türk dünyasına daha çok katkı verebilecek noktada. Astana'da bir yandan Türk dünyasının nasıl daha başarılı ve hızlı bir entegrasyon içerisinde olabileceğine dair değerlendirmelerde bulunurken diğer yandan zihnimiz Gazze'de...
Devamı
Almanya’nın bu kadar aşırı İsrail yanlısı politika izlemesinin 4 temel nedeni olduğu söylenebilir: Holokost geçmişinin getirdiği yük, ülkedeki İsrail lobisi, ABD’nin etkisi ve mevcut koalisyon hükümetinin çizgisi
Biden yönetimi krizin başından beri İsrail’in koşulsuz yanında duran tavrını özünde değiştirmedi. Bununla birlikte uluslararası kamuoyu, bölge ülkeleri ve kendi partisiyle Amerikan kamuoyundan gelen ağır eleştiriler karşısında özellikle son iki haftada insani dramdan daha fazla bahsetmeye başladı. Uluslararası arenada giderek yalnızlaşan Washington, İsrail’in sonuna kadar yanında olduğu mesajını tekrarlarken sivillerin korunması ve insani yardım girişinin sağlanması gerektiği gibi şerhler düşmeye başladı. İsrail’in Gazze’ye geniş çaplı bir işgal hazırlığında olduğu ama Washington’un esirlerin ve sivillerin güvenliğini gözetecek daha dar kapsamlı bir operasyonu salık verdiği gibi haberler de dikkat çekti. Yönetimin kamuoyu baskısını hafifletmeye yönelik söylem değişikliğine gitmesi ne kadar köşeye sıkıştığının farkına varmaya başladığını gösteriyor.
Web Panel: İsrail-Filistin Savaşı | Ortadoğu'yu Ne Bekliyor?
Web Panel: Filistin-İsrail Barışı ve Türkiye'nin Garantörlük Teklifi
Garantörlük kavramının anlamı nedir? Türkiye’nin garantörlük teklifi neleri içermektedir? Türkiye’nin garantörlük teklifinin önemi nasıl değerlendirilmelidir?
Devamı
İsrail’in Gazze’de yaşanan insani dramın sorumluluğunun Hamas’ta olduğu argümanı Amerikan kamuoyunu ikna edemedi. Önceki operasyon ve savaşlardan farklı olarak, İsrailli yetkililerin Gazze’deki sivillerin hedef alınmasını haklı çıkarma çabaları ve sivil kayıplara duyarsız açıklamaları İsrail’in halkla ilişkileri kampanyasını başarısız kıldı. İsrail’in Hamas’ın elinde Amerikan vatandaşlarının da bulunduğu rehinelerin kurban olmasını dahi göze alan görüntüsü karşısında, Biden yönetiminin Gazze’ye kara operasyonunun ertelemeye yönelik çabaları da yoğunlaştı. Demokrat Parti içindeki sol ilerici kanadın İsrail’e eleştirileri ise, Biden’ın İsrail’e tam destek politikasını değiştirmeye yetmese de, Amerikan kamuoyunun özellikle insani duruma verdiği tepkinin arttığına işaret ediyor.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) bünyesinde hazırlanan Kriter dergisinin 84. sayısı raflarda yerini aldı.
İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısının 15. günü geride kalırken, bu çatışmayla bağlantılı insani kriz de derinleşmeye devam ediyor. ABD'nin ve Batılı ülkelerin önemli bir kısmının İsrail'in saldırgan askeri kampanyasına verdiği sarsılmaz destek, İsrail'in eylemlerinin kontrolsüz kalmasına izin veren istisnai bir durum yaratıyor. ABD'nin de kararlı desteğiyle toplu cezalandırmanın bir savaş stratejisi olarak İsrail tarafından benimsenmesi, bölgeyi istikrarsızlaştırma ve küresel güvenliği daha önce görülmemiş bir ölçekte tehlikeye atma tehdidinde bulunmaktadır.
İsrail'in 2007'den beri abluka altında tuttuğu Gazze Şeridi'nden İsrail'e yönelik 7 Ekim Cumartesi gün başlatılan askeri eylemler ve İsrail'in bu eylemlere verdiği ve vermeye devam ettiği askeri karşılık birçok hukuki mülahazaları da beraberinde getirmektedir. Filistin tarafının ve İsrail tarafının uluslararası hukuk bağlamında haklarının ve sorumluluklarının neler olduğu ve eylemlerinin ve yöntemlerinin hukukiliği gibi birçok hukuki meselenin ele alınması elzem hale gelmekte.
7 Ekim 2023 tarihinde, Hamas İsrail'e yönelik geniş çaplı bir saldırı başlattı. Saldırılar, Gazze Şeridi'nden İsrail'in iç kesimlerine atılan 5.000'den fazla roketle başladı. Akabinde İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği hava saldırılarında 4000 civarında Filistinli öldü, 12.000 yaralandı. İsrail tarafında ise şimdiye kadar 1400 ölü ve 4400 yaralı sayıldı. Savaş, 20 Ekim 2023 tarihi itibarıyla devam ediyor.
SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü Nebi Miş, Haber Global ekranlarında yayınlanan Gündem programında, İsrail’in Gazze’de gerçekleştirdiği soykırıma varan eylemleri ve uluslararası sistemin çifte standardı üzerine değerlendirmelerde bulundu.
İsrail, 1948-1949 Birinci Arap-İsrail savaşından bu yana savunma ve güvenlik politikasını belirli ilkeler çerçevesinde yürütmeye çalışıyordu.
ABD’nin 11 Eylül saldırılarından sonra Afganistan’ı ve Irak’ı işgal ettiği, Türkiye’nin ise sadece terör örgütüyle mücadele şiarını ön plana çıkardığının altı çizilmeli
SETA Dış Politika Araştırmacısı Yücel Acer, SETA’nın düzenlediği “Filistin - İsrail Çatışması” başlıklı web panelde, Filistin ile İsrail arasındaki çatışmayı, sebepleri ve sonuçlarıyla uluslararası hukuk bağlamında değerlendirdi.
Uludağ Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferhat Pirinççi, İsrail-Filistin arasında başlayan savaşta tek çözümün masaya oturmak olduğunu belirtti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Adaletli bir barışın kaybedeni olmaz" sözünü hatırlatan Pirinççi, Türkiye’nin geçmişten gelen tecrübelerine dayanarak her iki devlet arasında ve bölgede sükunetin sağlanması adına orta vadede yapıcı bir arabuluculuk yapabileceğini söyledi.
Türkiye ve ABD'nin son yıllarda bazı konularda farklı görüşlere ve tutumlara sahip oldukları bilinen bir gerçektir. Türkiye-Rusya, Türkiye-Yunanistan ilişkileri, İsveç'in NATO üyeliği, Libya, Suriye ve hatta son zamanlarda Karabağ'daki durumlar iki ülkenin tam olarak örtüşen yaklaşımlara sahip olmadıkları konulardır. Bu uyuşmazlıkların neticeleri olarak Türkiye'ye F-16 satışı gibi bazı arızi hususların daha sorun haline gelebildiği görülmektedir.
Bundan üç sene dört gün önce Ermenistan'ın saldırıları sonucunda Azerbaycan'ın karşı taarruzuyla İkinci Karabağ Savaşı başlamıştı. Savaş 44 gün sonra 9 Kasım'da Azerbaycan, Ermenistan ve Rusya tarafından imzalanan Üçlü Beyanname ile sona erdi. Bu anlaşma ile sadece iki ülke arasındaki savaş sona ermemiş, Azerbaycan işgal altındaki 13 bin kilometrekare toprağından 10 bin kilometrekaresini özgürleştirmişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türk delegasyonu BM Genel Kurulu görüşmeleri için New York’a geldi. Heyetin ana gündemi Türkiye’nin dış politika öncelikleri doğrultusunda uluslararası barış ve istikrarın sağlanması olarak öne çıkıyor. Uluslararası sistemin ilke ve kurallarını belirleyen ve küresel barış ve güvenliği sağlayan bir kurum olarak tasarlanan Birleşmiş Milletler’in ana görevini yerine getirmekte ne kadar zorlandığı malum. Türkiye’nin böyle bir dönemde inisiyatif alarak uluslararası sistemin temel ilkelerini güçlendirmesi küresel barışa katkı sağlayacaktır.