Çözüm Sürecine Sahip Çıkmak

Fark edemedikleri bir şey var: Çözüm süreci artık toplumun sahip çıktığı bir süreç.

Devamı
Çözüm Sürecine Sahip Çıkmak
Yeni Dönemde Çözüm Süreci

Yeni Dönemde Çözüm Süreci

Çözüm Süreci bölgesel denklemin kaygan zeminine rağmen önemli bir ivme yakaladı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa Kürt meselesinin barışçıl yollardan sonlandırılmasını hedefleyen Çözüm Süreci bir hükümet programında yer aldı. Başbakan Davutoğlu süreci bizzat uhdesine alarak bu meseleye verdiği önemi ortaya koydu. Bu gelişmelerin dışında, sürecin artık yasal dayanağa oturuyor oluşu, devletin en üst düzeyden 15 günde bir düzenli toplantılarla süreci takip edecek olması ve Öcalan'ın sürecin pratiğine yönelik verdiği pozitif mesajlar sürece dair pozitif bir iklimin doğmasına yol açıyor. Süreç bilindiği üzere üç sacayağı üzerine oturuyordu. 2005 yılında Diyarbakır'da yaptığı konuşma ile startını verdiği, 2009 yılındaki Demokratik Açılım ile tüm ülkeyi bir oryantasyon sürecinden geçirerek meselenin demokratik yollardan çözümüne alıştıran Erdoğan liderliğindeki AK Parti hükümeti, örgüt üzerindeki otoritesini sorgulamaya yönelik girişimlerden güçlenerek çıkan Öcalan ve provokasyonlara rağmen sürecin arkasında durarak devamlılığını sağlayan toplumsal destek. Kürt siyasal hareketinin temsilcisi konumundaki HDP ise bu üçlü denkleme 'arabulucu' rolüyle dahil edildi.

Devamı

IŞİD'in faaliyetleri Ortadoğu siyasetinde radikal ve yapısal değişimlere yol açıyor. Amerika'nın Avrasya'dan sorumlu eski dışişleri bakan yardımcısı Christopher Hill, en son ve en sert temsilciliğini IŞİD'in yaptığı devlet dışı aktör ve örgütlerin Arap dünyasındaki siyasal ve kamusal hayatı bu denli domine etmelerini Arap ulus devlet sisteminin çöküsü olarak tanımlıyor. Böyle bir ortamda, devlet mefhumu, kamu otoritesi, meşru şiddet, kamu düzeni, devlet-vatandaş ilişkisi ve benzeri kavramların içleri ya boşalıyor ya da boşalmış durumda. Bugün Ortadoğu ve Arap dünyasındaki devletlerin kahir ekseriyeti, devlet kavramının geleneksel manada ifade ettiği anlama malik değiller. Suriye, Irak, Libya, Lübnan, Yemen ve diğer birçok devleti bu trendin başlıca örnekleri olarak sayabiliriz.

IŞİD özelinde Irak ve Suriye'de yaşanan gelişmeler sonucunda iki gün içerisinde 140 bini aşkın insanın ülke sınırlarından giriş yapması iç siyasette mülteci konusundan çok Çözüm Süreci'ni etkiledi. Bölgede son dört yıl içerisinde vuku bulan olaylar genelde Kürt meselesi, özelde ise bu meselenin demokratik yollardan çözümünü baltalayan bir işlev gördü. Öncelikle, 2009'da Arap Baharı'nın estirdiği havayı arkasına almaya çalışarak Demokratik Açılım fırsatını geri tepen PKK, 2013'ün yaz aylarında PYD'nin Suriye'deki güç vakumundan faydalanıp diğer siyasi Kürt yapılanmalarını elimine ederek elde ettiği güç neticesinde müzakere sürecine geçemeyişi bahane ederek geri çekilmeyi durdurdu. Şimdi ise Irak'ta ABD'nin hava saldırısında önemli kayıplar veren IŞİD'in yönünü tekrar Suriye'ye çevirmesiyle birlikte Kobani ve çevresinde şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Rojava'da yaşanan bu gelişmenin Kürt siyasal hareketi tarafından algılanışı ve iç siyasete taşınma yöntemi yukarıdaki iki örneğe benzer şekilde Çözüm Süreci'nin toplumsal dayanağını ve manevi havasını baltalıyor.

IŞİD'in Kobani'ye saldırmasıyla birlikte Türkiye'de üç küsur senedir Esed rejiminin katliamlarına karşı pasifizmi vazeden çevrelerin militarist duyguları depreşti. Türkiye'nin yanıbaşındaki Kobani'de yaşananlara seyirci kalmaması gerektiği söylenirken örneğin Azez, Jisr'eş-Şuğur, Atme veya Çobanbeyli başka iklimlerdeymiş havası estirildi. IŞİD'in ve/veya Esed rejiminin muhaliflerle çatıştığı bu şehirler Türkiye'ye tabiri caizse taş atımı mesafesindeyken, bu şehirlerde yaşanan kıyıma karşı üç maymunu oynayan çevrelerin, Kobani ile birlikte coğrafi bilgileri de hafızalarına rücu etmiş oldu. Türkiye'nin Kobani'den kaçan onbinlerce Kürt'e kucak açmasını yetersiz bulan aynı çevreler Kobani'de PKK'nın Suriye kolu YPG'nin silahlandırılmasına kadar varan absürt taleplerini dile getirdi. Türkiye IŞİD'i Ekim 2013'te dünyanın pek çok ülkesinden önce ve ana muhalefetin IŞİD'in sanını bile duymadığı bir zamanda terör listesine aldı. Hatırlatalım o listenin başında senelerdir PKK yer alıyor. Buna rağmen Kandil ve PKK'nın gündemini entelektüellik kılıfında satmaya alışmış çevreler çözüm süreci konusunda tehditkar açıklamalar yapmaya devam ediyor.

Türkiye bir kez daha kanlı sokak siyasetinden medet uman aktörlerin terör eylemleriyle karşı karşıya. Kanlı sokak siyaseti, meşruiyetini ve varlık zeminini yitirmiş kirli unsurların tevessül ettikleri bir yol. Bu unsurları sadece yerli unsurlar olarak düşünmek de doğru değil. Düpedüz uluslararası bağlantıları olan ve hatta uluslararası aktörlerin manipülasyonu ile hareket eden unsurlar bunlar. Sorunun uluslararası boyutu ortadayken, sadece Türkiye'nin içine bakarak analiz yapamayız. Hedef, çözüm sürecini bitirmek.

PYD/PKK Neden Yakıp Yıkıyor?

Esed rejiminin hayatta kalıp kalamayacağı sorusu artık Ortadoğu'da değişim için ontolojik bir soruna dönüştü. Esed taşının Ortadoğu'nun yüz yıllık köhnemiş binadan çekilerek alınması, binanın çökmesi için kritik bir hamle olacak. Endişe bu, çekinceler bundan kaynaklı ve hesaplamalar bunun üzerine yapılıyor. Mevcut bölgesel sistemde büyük yatırımları olan aktörler için kendileri açısından mantıklı bir ayak sürüme bu. Garip olanı ise bu sistemin genellikle mağdur ettiği aktörlerin de Stockholm Sendromu'ndan mıdır bilinmez mevcut sistemle aralarına bir türlü koyamadıkları çizgilerdir. Esed rejiminin Suriye'de en fazla mağdur ettiği gruplardandır Kürtler. Ağalarını bir tarafa bırakırsak Suriyeli Kürt halkı mazlumdur. Yıllarca kimliksiz, yasal çerçevenin dışında, hukukun ulaşamadığı bir düzlemde yaşadılar. Daha 2004'te Kamışlı'da Baas rejiminin elinden kıyıma ve göçe maruz bırakıldılar. Buna rağmen Esed'e karşı muhalefetin ana gövdesine eklemlenmeleri çok uzun sürdü.

Devamı
PYD PKK Neden Yakıp Yıkıyor
5 Soru Çözüm Süreci'nin Geleceği ve Kobani Protestoları

5 Soru: Çözüm Süreci'nin Geleceği ve Kobani Protestoları

HDP'nin çağrısıyla başlayan Kobani'ye destek eylemleri sokak çatışmalarına, 30'u aşkın can kaybına, okul ve diğer resmi dairelere yönelik saldırılara dönüştü. Kobani geriliminin ardında ne var?

Devamı

Sokakları yakıp yıkan kişiler, duygusal bir cinnet hali geçirdiklerinden dolayı yakıp yıkmıyorlar. Olup bitenler bir psikopatın kendini jiletlemesi haline de benzetilemez. Eylemler, kendi etnik kimliğinden insanların ölümüne veya yurt dedikleri bir alanın elden gitmesinin üzüntüsünün doğallığında yapılmış da değil. Yakıp yıkmalar sıradan bir vandalizm hiç değil. Kitle psikolojisinin kontrol edilemezliği ile de açıklanamaz. Olup bitenler tüm bu açıklama biçimlerinden izler taşımakla birlikte, tek başına bunların hiçbirinden ibaret değil. Bu bir siyaset. Yıkıcı bir siyaset ama siyaset. Olup bitenler bir "PKK siyaseti". Bu siyaseti şöyle özetlemek mümkün: "Yakarak, yıkarak, sokakları savaş alanına çevirerek, Türkiye'yi istikrarsızlaştırabileceğini göster. Elini güçlendir. Taraftarlarını diri tut. PKK'lı olmayan Kürtleri ve Güneydoğudaki Türk nüfusu yıldır ve göçe zorla. Güneydoğu'da şehirlerin tek hakimi ol. Batı'da da kurtarılmış alanlar yarat. Çözüm sürecinin de Öcalan üzerinden yürümesini engelle.Devleti masada Kandil'in birincil aktör olmasını kabule zorla".

Böylesi zamanlarda her cümleye besmele gibi 'inadına barış' diyerek başlamak gerekiyor... Bir ayını doldurmak üzere olan IŞİD'in Kobani kuşatmasının vahim boyutlara ulaşmasının ardından HDP'nin süresiz eylem çağrısıyla insanların sokaklara dökülmesi sonucunda 36 vatandaşın ölümü ve yüzlerce insanın yaralanması ile kontrolden çıkan olaylar önemli bir siyasi maliyet üretti. Başbakan Davutoğlu yaptığı açıklamada sokak olaylarını Çözüm Süreci parantezinden çıkardı ve süreci önceleyen bir tutum sergiledi. HDP eşbaşkanı Demirtaş ise eylemlerin ulaştığı boyut itibariyle sorumluluk ve inisiyatif almaktan kaçınarak Öcalan ile yazıştıklarını ve Öcalan'ın herkese "diyalog ve müzakereyi hızlandırmayı tavsiye ettiğini" aktardı.

KCK ve HDP'nin "Her yer Kobani" sloganıyla sokaklara çağırdığı "fırtına gençliğin" öfkesinin ve şiddetinin cesameti hepimize 1990'ları hatırlattı. Çözüm süreci ile "Türkiyelileştiği" düşünülen Kürt milliyetçiliğinin şiddet üzerinden siyasi alan kazanma isteğinin depreştiği tezi gündeme geldi. Yakın tarihimize baktığımızda Türkiye siyasetinin en karanlık onyılları olarak 1970'leri ve 1990'ları biliriz. İlkinde sol- sağ ayrışması etrafındaki ideolojik çatışma ikincisinde ise Türk- Kürt ayrışması etrafındaki etnik çatışma ülkemizde hem istikrar hem de güvenlik sorunu yaşatmıştı.

AK Parti Türkiye'nin dönüşümünde muktedir olma konumuna geldiğinden itibaren sokakların ateşiyle imtihan edilir oldu. 2007 Cumhurbaşkanlığı krizi döneminde de meydanlar harekete geçirilmişti. Ancak o dönemde meydanların destekçisi olan Kemalist vesayet hâlâ güçlü bir direnç ortaya koyabiliyordu. Gezi olayları, AK Parti iktidarını seçim yoluyla ya da vesayetçi unsurların müdahalesiyle götüremeyeceğini anlayan çevrelerin öfkesini sokaklara taşımıştı. 17 Aralık denemesi ise devletin kritik kurumlarında odaklanan paralel yapının toplumsal bir sermayeyi AK Parti aleyhine çevirmesiydi. Kobani gösterilerinde ortaya çıkan şiddet ise yeni bir öfkenin tezahürü.

"6-7 Ekim Olayları" siyasal tarihimizin dönüm noktalarından biriydi. Siyasal bir partinin çağrısıyla başlaması, 40 insanın ölmesi, öldürmelerin vahşice olması, eylemlerin "yak- yık- yıldır" şeklinde tanımlayabileceğimiz bir siyasete dayanması, bu olayları dönüm noktası haline getirdi. Bu olaylar kendisinden sonra bir dizi gelişmeye sebep oldu. Çözüm süreci ve PKK'lı Kürtler ile ilgili güçlü negatif algılar oluştu. Olaylar polis yetkilerinin artırılması örneğinde olduğu gibi, bir dizi devlet politikası değişikliği süreci başlattı.

Kobani'de yaşanan katliamlar üzerinden özellikle Kürt siyasal hareketinin sokağı siyaset üretme ve politik söylemini meşrulaştırmak için bir sonuç alma yöntemi olarak kullanması, birçok kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlandı.

Obama yönetiminin IŞİD'le mücadele stratejisinin hava saldırıları dışındaki en önemli parçası bu örgüte karşı savaşan yerel gruplara silah yardımı yapmaktı. Kendi kara birliklerini sahaya sürmeyeceğini ilan eden ABD böylece Yemen ve Somali'de başarılı olmayan bir yöntemi IŞİD'e karşı da uygulamaya koyuldu. IŞİD karşıtı koalisyonun savaş stratejisinin zayıf olduğuna işaret eden bütün analizlerin dikkat çektiği şey yerel gruplara verilen silah desteği ile hedefin gerçekleştirilemeyeceği idi. Koalisyon içinde yer almakla birlikte, Obama yönetiminin IŞİD stratejisinden hoşnut olmayan ülkelerinde başında Türkiye geliyor. Bu hoşnutsuzluğun birkaç sebebi var. Öncelikle, ABD'nin stratejisinde Esed rejiminin yıkılmasını hedeflememesi. Bu yüzden en azından şimdilik güvenli bölge ve uçuşa yasak bölge oluşturulmasına sıcak bakılmaması. İkinci olarak ise, IŞİD'in tasfiye edilmesini müteakip Suriye'de ne olacağı konusunda netliğin olmaması. Bunlardan daha önemlisi ise kara harekâtı yapmayan ABD'nin IŞİD ile savaşan gruplara silah yardımının PYD'yi de içermesi.

"6-7 Ekim Olayları" Kürt meselesini anlama biçimimizi gözden geçirmeyi gerekli kılıyor. Çünkü "6-7 Ekim Olayları" sonrasında, sadece devletin baskıcı politikalarını değiştirmesinin bölgeye özgür ve demokratik bir ortam oluşturmaya yetmediğini anladık. Devlet politikaları ile eşzamanlı olarak PKK- KCKHDP'nin de değişmesi gerekiyor. Bu ikili değişim eşzamanlı gerçekleşmediğinde oluşan şu: KCK'nın gündelik hayatı kontrol edip, alternatif devlet sistemi oluşturması. Üstelik "6-7 Ekim Olayları" doğru okunursa, KCK -PKK -HDP siyasal çizgisinin 1990'ların devletinden daha baskıcı ve şiddet içeren bir siyaset izleyebileceği sonucu çıkıyor. "Demokratik toplum", "çok kültürlülük" gibi kavramlar, hem siyasal hayatta hem de gündelik hayatta bireylerin ve grupların üzerine baskı ve zorlamanın olmamasını işaret eder. Beklenen şey, hem devletin hem de toplumsal gruplardan birinin diğerleri üzerine zorbalık yapmamasını temin etmek, bireylerin ve toplulukların özgür iradesiyle siyaset yapmasını, gündelik hayata katılmasını sağlamaktır.

Bugünlerde döne döne şu sorunun cevabını arıyoruz: Çözüm sürecinin neresindeyiz? Çözüm sürecini değerli yahut fonksiyonel gören bütün aktörler, sürecin akamete uğramaması için yoğun bir çaba halindeler. Zira hemen hepsi sürecin zarar gördüğü konusunda hemfikir. Gerek Kürt tarafı gerek hükümet 6-8 Ekim olaylarını ciddi bir kırılma olarak görüyor. Olayların biçimi ve içeriği, her iki taraf açısından da görmezden gelinebilir bir mahiyette değil. Tam da bu nedenle kimileri açısından bu olaylar, çözüm sürecinin sonuna gelindiğinin bir göstergesi.

Kobani eylemlerinde ortaya çıkan linç hadiseleri, sivil kıyafetli 3 askerin ve bir astsubayın maskeli saldırganlarca öldürülmesi ve yine bir korucunun ağaca asılarak öldürülmesi PKK şiddetinin yeni bir formla geri gelmesidir. Çözüm sürecinde masayı devirmek pahasına PKK'yı buna iten şey nedir? Hatırlanacağı üzere, Obama yönetiminin IŞİD ile mücadele stratejisinin ana ayağı yerel güçlerin bu örgütle savaşması üzerine oturuyor. ABD'nin bu savaşta kara birlikleri kullanmama ısrarı IŞİD ile mücadelenin uzun bir müddet devam edeceğini gösteriyor.

Çözüm süreci bütün olumsuzluklara rağmen devam ediyor. Daha önce Türkiye dışına çıkmayı durduran PKK'nın bir kanadı şimdi de silahlı çatışmalara geri dönmekten bahsediyor. Devlet açısından çözüm sürecinin ana hedefi, silahların bırakılmasıydı. Siyasi alan açılarak, silahlı çatışma bitirilecekti. PKK'nın çözüm sürecine eşlik edememesinin birçok nedeni var. Bu nedenlerden birincisi, PKK'nın örgütsel yapısı. Geçtiğimiz 30 yılın sonucunda PKK savaşma alışkanlığına sahip. Silahlı çatışmalara ara verebilme yeteneği ve deneyimine sahip olmakla birlikte, silahlı çatışmayı sona erdirebilme yeteneğine sahip değil. Çünkü çözüm süreci başarıya ulaştığında, örgütteki pozisyonlar ve güç dengelerinin değişmesi gerekecek. Ateşkes döneminde pozisyon veya güç dengesi nadiren değişir. Ancak barış yapılırsa hem kurumsal yapı hem de kişilerin pozisyonu değişmek zorunda. PKK'nın özellikle dağ kadrosu bunu istemiyor. Dağdaki bir komutanın Kürt halkının hayrı için bile olsa, komutanlığı bırakmak işine gelmiyor.

Bir türlü taşların yerine oturmadığı Ortadoğu'da siyaset de söylemler de devinim halinde. Barış ve uzlaşma da şiddet ve çatışma da kendini meşrulaştıracak söylemle geliyor. Çözüm sürecinin neresinde olduğumuza dair muhasebemizi söylemlerin analizi üzerinden yapmakta fayda görüyorum. Artık herkesin malumu ki, ABD'nin IŞİD ile savaş stratejisinin getirdiği fırsatlardan istifade eden PKK, 2012'de Çözüm süreci başladığında bulunduğu yerde değil.