Antisiyonizm ile antisemitizm arasında oldukça belirgin bir çizgi olmasına rağmen, İsrail yanlısı çevrelerde antisemitizmin tanımını antisiyonizmi de içine alacak şekilde tahrif etme eğilimi vardır.
Devamı
Fransa, Ermenilerin acıları ve hatıraları üzerinden politikalar inşa etmeye ve Türkiye'yi itibarsızlaştırmaya çalışıyor.
Devamı
Obama'ya 2008'de seçimleri kazandıran ekonomik kriz bu sefer büyük bir seçim yenilgisi yaşattı.
Ermenistan'la normalleşme konusunun yeniden tutarlı bir çerçevede ele alınması için mevcut toz duman bulutunu dağıtmak ve popüler bazı yanılgıları düzeltmek gerekiyor. Öncelikle yapılması gereken, soykırım kararları konusunu doğru bir düzlemde konuşmak. Konuya soykırım kararlarına evet ya da hayır denmesi, kararların geçmesinin başarısızlık olarak değerlendirilmesi bakış açısı hâkim. Ancak sorun kararların geçmesi ya da reddinden bağımsız olarak, soykırımla ilgili parlamentoların karar mercii olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor. Bu anlamsız kurgu seçim arifesinde parlamentoların oy kaygısıyla kararı geçirmelerine yol açıyor. Sonuç ne olursa olsun soykırım konusunu gündemine alan parlamentoya bu etik çerçeveden tepki gösterilebilir.
Türk dış politikasında Mayıs 2010 ile yeni bir dönem başladı. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri bakanı olmasıyla birlikte dış politika ve iç politika arasında yeni bir denge kuruldu. Dış politika içerideki kısır çekişmelerin prangasından kurtularak, hareket alanını genişletti. Dış politika yapıcılar Türkiye’nin son on yıldaki müspet gelişmelerinden aldığı enerjiyi, pozitif bir gerilimle mücavir bölgelerle entegrasyon ve barış çabaları şeklinde dışarıya yansıtıyor. Türkiye’nin dış politika hamleleri komşularla sorunların çözümüne, bölgenin güvenliği ve istikrarına ve ülkenin uluslararası prestijinin artmasına katkıda bulunuyor.
SETA panelinde, 4 Mart 2010 tarihinde ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu’nun karar tasarısı sonrası Türkiye-Ermenistan normalleşme süreci masaya yatırıldı. SETA PANEL Oturum Başkanı: Taha Özhan, SETA Konuşmacılar: Bülent Aras, İTÜ Nasuhi Güngör, Star Gazetesi Tarih: 9 Mart 2010, Salı Saat: 16.00 – 18.00 Yer: SETA, Ankara
Ermeni lobisinin tezleri tüm açıklığıyla ve tüm siyasi aktörlerce tartışılmadıkça Türkiye bu tasarı kamburundan kurtulamayacak.
Devamı
ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonunda görüşülen Ermeni soykırım tasarısı 22'ye karşı 23 evet oyuyla kabul edildi.
Devamı
Kafkasya'daki yeni düzende yer almak isteyen ülkeler arasında Rusya ve ABD'nin yanı sıra İsrail'den Fransa'ya, İran'dan Hindistan'a birçok ülkenin hesabı var. Bu hesabın da basitçe 'bölgede istikrar' olmadığını söylemeye gerek dahi yok. Böyle bakıldığında Ermenistan'ın Türkiye üzerinden Batı ile entegrasyonu ABD için olumlu bir gelişme.
TÜRK dış politikasının en karmaşık sorunlarından biri, İsrail ile ilişkilerin düzenlenmesi olageldi. Kurulduğunda İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olan Türkiye, bir süre sonra ilişkileri maslahatgüzar düzeyine indirmekte beis görmedi. İnişli-çıkışlı bir seyir izleyen ilişkiler, 1990’larda “stratejik” olarak tanımlanırken, 2000’ler kriz dönemi oldu. Zamanın başbakanı Bülent Ecevit’in İsrail’in Nisan 2002’deki Batı Şeria’ya yönelik Koruyucu Kalkan Operasyonu ve Cenin Kampı’ndaki katliamı için “soykırım” ifadesini kullanması, kriz döneminin başlangıcıydı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Mart 2004’te Hamas’ın manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin’in katledilmesine verdiği tepki, sonrasında Hamas lideri Halid Meşal’in Şubat 2006’daki Türkiye ziyareti, krizi daha da tırmandırdı.
Türkiye ile Ermenistan arasında 31 Ağustos 2009 tarihinde parafe edilen ilişkilerde normalleşmeyi öngören protokoller 10 Ekim 2009 tarihinde iki ülke dışişleri bakanları tarafından imzalandı. Bundan sonraki süreçte protokoller her iki ülke parlamentolarında onaya sunulacak.
Cumhurbaşkanı Gül'ün Erivan'a maç izlemeye gitmesi, Nisan ayı yol haritası ve geçtiğimiz hafta iki ülke arasında normalleşmeyi öngören protokoller, Ermenistan'da akılları karıştıran hızlı gelişmeler oldu. Türkiye ile ilgili hemen her konunun Ermenistan'da ilgi uyandırdığı ve farklı tepkiler doğurduğu biliniyor.
AĞUSTOS 2008’de meydana gelen Rus-Gürcü çatışması ile uluslararası politikanın gündemi Kafkasya’ya kilitlendi. Kafkasya’daki çatışmalar, ABD ve Rusya gibi büyük güçleri karşı karşıya getirerek yeni bir soğuk savaş retoriğine neden oldu.
RUSYA-Gürcistan savaşı, Kafkaslardaki stratejik dengelerin ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Kafkaslardaki kriz bir başka hususu daha teyid etti: Bugünkü küresel güç savaşları dünyanın en küçük ülkeleri, en küçük toprak parçaları ve aktörleri üzerinden yürüyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Amerika ziyareti, Türk-Amerikan ilişkilerinin adeta bir balayı havası yaşadığı günlerde gerçekleşiyor. 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesinden bu yana yaşanan güvensizlik ve gerginlik ortamı, yerini olumlu bir havaya bırakmış görünüyor. Bu değişikliğin sebebi ne? İddia edildiği gibi Başbakan Erdoğan'ın 5 Kasım'da Bush'la Beyaz Saray'da yaptığı görüşmede bir büyük pazarlık mı yapıldı? 12 yıl sonra ilk defa Cumhurbaşkanlığı düzeyinde gerçekleşen Abdullah Gül'ün ziyareti, Türk-Amerikan ilişkilerindeki bu iyileşmeyi nasıl etkileyecek?
SETA KONFERANS Konuşmacı: Dr. Hasan Yavuz Başbakan Danışmanı / Marc Bloch Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih: 14 Mayıs 2007 Pazartesi Saat: 15.00 Yer: SETA, Ankara
Türkiye son dört yılda dış politikada belli açılımları gerçekleştirdi. Türk dış politikasının son dönemdeki hareketli seyrinin Irak’ın işgali ile oluşan yeni durumun dayattığı mecburi gündem ve imkânlarla da doğrudan alakası var. Mesele Türkiye’nin bu yeni imkanların ne kadarını kendi iradesi dahilinde, ne kadarını ise ABD’nin oturtmaya çalıştığı “yeni güçler dengesi” çerçevesinde kullanabildiğidir.
Tren kazası, raydan çıkma, duraklama, dondurma, vs. derken Türkiye’nin AB üyeliği belirsiz bir istikamette ilerliyor. Kıbrıs meselesinden dolayı müzakere sürecinin yavaşlatılması, bundan sonraki dönemle ilgili önemli ipuçları veriyor. Bu belirsizlik ve gerginlik ortamında AK Parti hükümeti AB üyeliği konusunda eski heyecan ve kararlılığını muhafaza edebilecek mi? Bugün Kıbrıs diyen AB, yarın başka konularda ayak diretecek ve müzakere sürecini fiilen sona erdirecek mi?Limanların açılması ve dolayısıyla Kıbrıs meselesinden dolayı müzakerelerin askıya alınması iki ihtimali gündeme getiriyor: Ya AB, çok ilkeli ve tutarlı bir politika izliyor ve temel prensiplerden taviz verilmeyeceğini söylüyor ya da AB’nin, Türkiye’nin üyeliği konusunda hala büyük şüpheleri var.
Fransa Meclisinin onayladığı sözde Ermeni soykırım yasası, gündemimizi uzun bir süre meşgul edecek. Fakat yasa Türkiye’den çok Avrupa ve AB için bir imtihan. Çünkü Avrupa’nın düşünce ve ifade özgürlüğü ilkesine sadık kalıp kalmayacağını, bu yasaya ilişkin tavrı belirleyecek.Öncelikle şunu belirtelim: Fransa’nın bu kararı siyasi bir provokasyon niteliği taşıyor. Batının kışkırtıcı hatalarına İslam dünyasından gelen her ölçüsüz tepki, Avrupa’daki muhafazakar ve ideolojik siyasi çevrelerin elini güçlendiriyor.
Garton Ash’in, 27 Temmuz 2006 tarihli The Guardian’da yayımlanan yazısı “Avrupalılar olarak Orta Doğu’daki çatışmayı bizim yarattığımızı asla unutmamamız gerekir” başlığını taşıyordu. Ash’e göre, kökenleri tarihin derinliklerine uzanan Yahudi düşmanlığı Orta Doğu’yu kana bulayan, son Lübnan örneğinde görüldüğü gibi sivillerin hayatlarını kaybetmelerine ve yurtlarından ayrılmak zorunda kalmalarına yol açan başlıca nedenlerden biri. Avrupa tarihine bakıldığında sistematik bir Yahudi düşmanlığının olduğu ve bu kıtada istenmeyen Yahudilerin zamanla kendi devletlerini kurmayı amaçlayan siyasi siyonizm bilincini geliştirdikleri ve Avrupa’nın da yardımıyla nihayet 1948 yılında bağımsız bir devlet İsrail kurduklarını görüyoruz.
Türkiye’deki kimlik tartışmaları her gün yeni bir boyut kazanıyor. Avrupa Birliği süreci, Kuzey Irak’taki gelişmeler, Kürt sorununun tanındığının açıklanması, Ermeni soykırım iddiaları ve son olarak Pamuk ve Dink davaları, toplumun değişik kesimlerinde farklı tepkilere yol açtı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı”nı Türkiye’nin üst kimliği olarak tanımlaması, tartışmaya yeni bir boyut kazandırdı. Soruna hangi açıdan bakarsak bakalım, tartışmanın merkezinde farklı kimlik siyasetleri yatıyor. Kimlik siyaseti, belli bir grubun genel toplum içindeki yerini toplumun bir parçası olarak değil, o grubun ayırt edici özelliklerini esas alarak tanımlamasını ifade ediyor. Kadın, göçmen, Kürt, Türk, Ermeni, Alevi, vs. olarak yapılan bu tanımlamalar, grup dayanışmasını öne çıkartırken, sosyal adalet taleplerini de dile getirir. Geniş bir anlamda kullanılan ‘kimlik’ kelimesi, grupların siyasi, hukuki ve kültürel boyutlarını da içerir. Fakat bu üç alan arasındaki ilişkiyi net bir şekilde tanımlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Dini ve kültürel farklılıkları olan gruplar aynı siyasal ideal etrafında birleşebildiği gibi, benzer kültür normlarına sahip gruplar farklı siyasi kamplarda yer alabilir. Her halükarda kimlik siyasetinin belirleyici özelliği, bir sosyal grubun siyasi, hukuki, ekonomik yahut kültürel taleplerini siyasi bir program haline getirmektir. Türkiye’deki Kürt, Alevi, Ermeni kimlikleri hakkında yapılan tartışmalar kimlik siyasetinin somut örneklerini oluşturuyor