Yeni başkanın, Obama’dan çok farklı bir Ortadoğu politikası izlemesi kolay olmayacak. Zira Amerikan halkı Ortadoğu’da siyasi sorunların adeta çözülmesi imkânsız hale geldiğine ikna olmuş durumda. Yeni başkanın kamuoyunu yeni bir dış politika aktivizmine ikna etmesi çok zor.
Devamı
Doğu-Güney ve Güneydoğu Asya, Latin Amerika, Sahra-altı Afrika gibi bölgesel havzalar Türkiye’nin hem kamusal hem de özel aktörler üzerinden çok daha görünür olması gereken coğrafyalar.
Devamı
Mevcut ekonomi yönetim mimarisinde yapısal reformlar yapılırken Türkiyenin uzun vadeli makroekonomik stratejileri ile uyumlu, büyüme-istihdam-yatırım dostu ve kalkınma odaklı bir merkez bankacılığı çerçevesi de tartışmaya açılmalı.
G-20 zirveleri özellikle finansal konularda liderlerin şipşak çözümler ürettikleri bir yer. Türkiye'nin G-20 sevgisinin de özel nedenleri var.
Soykırım iddiası sadece insani bir hakikat arayışından ibaret değil. Uluslararası güç mücadelesinin araçlarından biri. Ulus devletlerin birbirleriyle mücadelesinde güçlü bir sopa olmaya aday bir mesele.
2002 yılında iktidara gelen AK Parti hükümeti dönemlerinde ise, yaklaşık 12 yıllık süre zarfında, toplumun tüm kesimlerine dokunan sosyal yardımlarda ciddi bir dönüşüm sağlanmıştır.
Furkan Şenay, Amerikan siyasal sistemi, siyahi bir başkanla -Obama ile birlikte- ırkçılık sorununu aşamadığı gerçeğiyle yüzleşmiş oldu. Ve belki 6o'ların ardından tekrar bir dejavu yaşıyor, Amerikan sistemi. tespitinde bulundu.
Devamı
2015 yılı Merkezi Yönetim Bütçe Tasarısı ve Orta Vadeli Mali Program'da da açıklandığı gibi, 2015'de yüzde 1,1 olarak hedeflenen bütçe dengesi/GSYH oranının, 2017'de yüzde 0,3 olacağı öngörülmektedir.
Devamı
2023 vizyonu kapsamında seçilmiş Cumhurbaşkanı ve yeni bir kabineyle yürütülecek politikaların başarılı olmasında ekonomi kurumlarının da sorumluluğu yüksektir.
Yemen'de farklı siyasi güçlerin anlaşarak ciddi yol aldığı yeni yönetimle ilgili çalışmaların yüzde 96'sının tamamlandığı bir dönemde, Hadramut bölgesini merkeze alan yeni bir bölünme hareketinin başlatılması tesadüf olabilir mi?
Dört yıl aradan sonra tekrar sandığa giden Almanya, merakla 22 Eylül Pazar günü yapılacak federal seçimleri bekliyor. İktidardaki Hıristiyan Demokratlar Birliği (CDU) ve anamuhalefetteki Sosyal Demokrat Parti (SPD)'nin oy oranları seçim öncesi yapılan tüm anketlerde sabit görünürken, seçim sonucunu belirleyecek liberaller, yeşiller ve solcuların sandıktan hangi oy oranlarıyla çıkacakları merak konusu. Bunların yanı sıra, seçimlerin bir de büyük bir bilinmeyeni var: Kriz sürecinde Almanya'da mevcut düzeniyle Avro'ya ve Merkel başkanlığındaki hükümete karşı ciddi bir toplumsal tepkinin oluşmasıyla birlikte kurulan Almanya İçin Alternatif Partisi (AfD)'nin, özellikle iktidardaki Hıristiyan muhafazakârlar ve liberallerden oy çalarak barajı aşabileceği ve dengeleri değiştirebileceğinin çok da uzak bir ihtimal olmaması.
Seçimlerin kesin sonucu henüz açıklanmamış olmakla beraber Demokrat Parti (PD) liderliğindeki İş, Refah ve Bütünleşme İttifakına çıkan oyların yüzde 40 civarında kalmış olması ülkede iki dönemdir devam eden Demokrat Parti iktidarının sona ereceği anlamına geliyor.
Türkiye'nin diplomatik başarı hanesine eklenen koca bir artının yanında gerçekçi olmak adına Türkiye ile İsrail arasındaki bölgesel vizyon çatışmaları, İsrail-Filistin sorunu vb. yapısal problemler hesaba katılmalı.
Ulutaş: "İsrail'in komşularıyla özellikle de Filistin ile ilişkilerini normalleştirmeden Türkiye ile sürdürülebilir bir normalleşme yaşaması oldukça zor."
İsrail'in yeni hükümetini Tal Yasası'ndan ekonomik problemlere, Filistinle müzakerelerden derinleşen izolasyona kadar birçok sorun beklemektedir.
Yeni Knesset'te daha zayıf bir Netanyahu, cesaretlenmiş bir Bennett, iyimser bir Lapid, savunmacı bir Şas, daha aktif bir Meretz ve İşçi Partisi, ayakta kalmaya çalışan bir Livni ve tükenen bir Mofaz izleyeceğiz.
Devrim sonrası Tahrir meydanında temsil edilen meşruiyet seçimlerle birlikte parlamentoya geçecek, iktidarın sivilleşme süreci ivme kazanacaktır.
İngiltere'de on yıllık başbakanlık görevini bırakan Tony Blair'in öncülüğünü yaptığı "Üçüncü Yol" hareketi, geleneksel sağ-sol ayrımlarını aşmayı hedefliyordu. Avrupa sağının muhafazakâr ve geleneksel değerleri benimseyen; fakat ekonomik alanda bireyci ve sermaye yanlısı tavrına karşı Avrupa solunun gelenek karşıtı; fakat sosyal adaletçi ve müdahaleci politikaları arasında sıkışıp kalan Avrupa siyasetini bu darboğazdan kurtaracak bir açılımdı Üçüncü Yol.
Bir dönem Bill Clinton, Gerhard Schröder ve Tony Blair tarafından temsil edilen "Üçüncü Yol", Tony Blair'in görevden ayrılmasıyla beraber siyasi önemini büyük ölçüde yitirecek gibi görünüyor. Avrupa siyasetinin son yıllardaki önemli açılımlarından biri olan Üçüncü Yol, fikir babası Anthony Giddens gibi aydınlar tarafından tartışılmaya şüphesiz devam edecektir. Fakat siyasi-sosyal bir proje olarak Avrupa için bir yol haritası olacağına şüpheyle bakanların sayısı her gün biraz daha artıyor.
13-14 OCAK’TA Ankara’da yapılan “Türkiye Barışını Arıyor” başlıklı konferansta Kürt sorununda gelinen nokta ve barışın tesisi için muhtemel çıkış yolları tartışıldı. Konferansın düzenleyicileri, “her türlü şiddet ve ayrımcılığı reddeden; çözümü Türkiye’nin iç dinamiklerinde arayan; yaşananların, herkesin ortak acısı olduğu gerçeğinden hareket eden ve sosyal barışı, sosyal adaletten ayrı düşünmeyen herkese sesleniyoruz” diyerek toplumsal barış ve adalete inanan herkese çağrıda bulundu
Türkiye’deki kimlik tartışmaları her gün yeni bir boyut kazanıyor. Avrupa Birliği süreci, Kuzey Irak’taki gelişmeler, Kürt sorununun tanındığının açıklanması, Ermeni soykırım iddiaları ve son olarak Pamuk ve Dink davaları, toplumun değişik kesimlerinde farklı tepkilere yol açtı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı”nı Türkiye’nin üst kimliği olarak tanımlaması, tartışmaya yeni bir boyut kazandırdı. Soruna hangi açıdan bakarsak bakalım, tartışmanın merkezinde farklı kimlik siyasetleri yatıyor. Kimlik siyaseti, belli bir grubun genel toplum içindeki yerini toplumun bir parçası olarak değil, o grubun ayırt edici özelliklerini esas alarak tanımlamasını ifade ediyor. Kadın, göçmen, Kürt, Türk, Ermeni, Alevi, vs. olarak yapılan bu tanımlamalar, grup dayanışmasını öne çıkartırken, sosyal adalet taleplerini de dile getirir. Geniş bir anlamda kullanılan ‘kimlik’ kelimesi, grupların siyasi, hukuki ve kültürel boyutlarını da içerir. Fakat bu üç alan arasındaki ilişkiyi net bir şekilde tanımlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Dini ve kültürel farklılıkları olan gruplar aynı siyasal ideal etrafında birleşebildiği gibi, benzer kültür normlarına sahip gruplar farklı siyasi kamplarda yer alabilir. Her halükarda kimlik siyasetinin belirleyici özelliği, bir sosyal grubun siyasi, hukuki, ekonomik yahut kültürel taleplerini siyasi bir program haline getirmektir. Türkiye’deki Kürt, Alevi, Ermeni kimlikleri hakkında yapılan tartışmalar kimlik siyasetinin somut örneklerini oluşturuyor