Mahalli seçim baskısı

TÜRKİYE, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden 29 Mart 2009 seçimlerine doğru yaklaştıkça siyasetin gündemi hareketlenmeye başladı. Bu iki tarih arasında Türkiye siyasetinde “kayda değer bir şeyler” olduğunu söylemek mümkün değil. Öyle ki son on yedi ay içerisinde hayata geçirilmiş, dişe dokunur siyasi bir proje, manevra veya adımı hatırlamakta zorlanıyoruz. Oysaki 22 Temmuz sonrası siyasetin alanı rahatlamış ve iktidar partisine harcayabilmesi için müthiş bir “siyasi sermaye” sağlanmıştı.

Devamı

28 Şubat Süreci Devlet Aklında Bir Kırılmadır

Turuncu Dergisinin 28 Şubat Sürecinin yıldönümü dolayısıyla SETA Araştırmacısı Hatem Ete ile gerçekleştirdiği röportaj

Devamı

DÜN, 28 Şubat müdahalesinin 12. yıldönümüydü. Üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen, devlet-toplum dinamiklerini, bürokratik vesayetle millet iradesini, hukukun üstünlüğü ile hukuksuzluğu aynı cümle içinde kullanarak tartıştığımız her meseleyi, 28 Şubat süreciyle ilişkilendirmek zorunda kaldığımıza bakılırsa, Türkiye devleti ve toplumuyla bu sürecin yol açtığı tahribatla boğuşmaktan hala kurtulamadı.

2002’DEN bu yana Türkiye’de siyasetin içeriğini, AK Parti ile ondan kurtulmaya çalışan zinde güçler arasında yaşanan millet iradesi-bürokratik vesayet eksenindeki mücadele belirliyor. Bu mücadelenin en yoğun biçimde yaşandığı 22 Temmuz seçimleri, gerilimi taraflardan biri lehine sonlandırmak yerine daha da tırmandırdı. Seçimlerden sonra siyasete alan açmak için başvurduğu yeni Anayasa yazımı ve başörtüsü düzenlemelerinden geri adım atmak zorunda kalan AK Parti, bir de aleyhine açılan kapatma davasıyla boğuşmak zorunda kaldı. Bu güç mücadelesi, Türkiye’de siyasal gündemin belirlenmesinde etkili olan bütün aktörlerin hareket alanlarında bir daralmaya yol açtı. Bürokratik vesayet yanlılarının güç kazanamadığı, AK Parti’ninse gücünü kaybetmediği bu sıfır toplamlı siyasal mücadele bugün de devam ediyor. Bu nedenle sağlıklı işleyen bir siyasal sistemde hizmet eksenli projelerin ve merkezî yönetime karşı yerel gündemin revaçta olması gerekirken, yerel seçimler bir genel seçim havasında geçiyor.

Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. Yerel ya da genel, olağan ya da sıra dışı bütün seçimler gibi bu seçimler de bir "genel seçim havasında" geçti. Bunda şaşılacak ya da hayıflanacak bir şey yok. Zira Türkiye'de siyaset hiçbir zaman normal şartların bir ürünü olmadığı için, en yerel ve sınırlı meselelerin dahi genel bir niteliğe bürünmesi ve kimlik, aidiyet ve grup bilinci gibi büyük konulara dönüşmesi normaldir.      

Türkiye ile ilgili yerli ve yabancı basın-yayın organları ve akademik yayınlarda, Türk dış politikasındaki eksen kayması tartışması ve Türkiye-İsrail ilişkilerindeki kriz son zamanlarda en öne çıkan konular. Birbirinden ayrı gibi dursa da bu iki konunun birlikte ele alınması hem analitik hem siyasi hem de pratik bir zorunluluk. Tartışmanın asıl sebebi ise Türkiye’nin dış politikada artan ağırlığının nedeni ve mahiyetinin idrak edilememesi ve bu değişimden dolayı mağdur olduğunu düşünen imtiyazlı çevrelerin, durumu kendi lehlerine çevirmek için ülkenin en temel fay hattına oynayarak iç siyasete müdahil olma arzusu.

Milliyetçilik ve Dış Politika

Milliyetçi hareketler ironik olarak düşmanlar üreterek iç bütünlüğünü ve sürekliliğini bu düşmanlar üzerinden sağlar. Türkiye'de milliyetçi ideolojiyi benimseyen Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) bu gerilimleri yaşayan ve yansıtan bir oluşum. Öncelikle MHP ve Türk milliyetçiliği arasında tam bir örtüşme yaşanmaması, bu partinin siyasal reflekslerini sınırlamakta. MHP bazen Türk milliyetçiliğinin sınırlarını zorlayan Anadolu coğrafyası dışına taşan daha geniş bir Türk kimliği savunusu ile ortaya çıkarken, bazı durumlarda ülkenin sınırlarının çok ötesine ulaşan siyasal ve ekonomik etki alanını anlamakta zorlanıyor.

Devamı
İktidar Mücadelesi ve Açılım Siyaseti

İktidar Mücadelesi ve Açılım Siyaseti

İstihbarat savaşları, ihbar mektupları, suikast iddiaları, gözaltılar, sokak gösterileri, karakol baskınları, DTP’ye kapatma davası, KCK operasyonları…

Devamı

Kürt milliyetçiliğinin önde gelen aktörlerinden PKK- HDP çizgisi Türkiye'de kan kaybediyor.

Eylem Planı'nda seçim vaatlerine yer verilmesi, üstelik bu vaatlerin yerine getirileceği takvimin belirlenmesi, 2016 yılıyla yeni bir icraat döneminin başlayacağının da işareti.

Türkiye’de hukuki anlamda bir sistem değişimi yaşanması ve bu konunun netlik kazanması gerekmektedir.

Sahnedeki partileri konuşurken nasıl birinin "üretici", diğerinin "yağmacı" olduğunu söyleyebilirsek, aynı zamanda bir partinin içinde yer alan farklı aktörleri de böyle tasnif edebiliriz.

Bırakın başkanlık ya da yarı başkanlık modeli sunabilmeyi muhalefet kendi parlamenter sistem önerisini bile getirebilmiş değil. Hem etkin yürütme sorununu çözen hem de daha "demokratik" olduğunu düşündükleri hükümet modelleri üretebilirler.

Son birkaç yüzyılı okuduğumuzda dünya tarihinde sistemik savaşların yaşandığı görürüz. Şu anda mevcut rejim yıkılmış bulunuyor yerine yeni bir sistem ikame edilmiş değil. Bu yanıyla bakılınca bir kriz ve geçiş dönemindeyiz.

Dördüncü iktidar döneminde AK Parti'nin hangi konulara öncelik vereceği merak edilen bir husus. Çatışmaların tekrar başlamasıyla "buzdolabına kaldırılan" çözüm sürecinin geleceği bu konuların başında geliyor

Yeni anayasa ve demokratikleşme kısmı şüphesiz hükümet programının en önemli bölümünü oluşturmakta.

Türkiye, bir sınır ülkesi olmasına, iç güvenliğine yönelik taşıdığı tehdit potansiyeline ve sınırlarını aşarak gelen 2.5 milyona yakın mülteciye rağmen Suriye krizine askeri araçlarla müdahale etmedi.

Putin, Türkiye'ye "terör destekçiliği" suçlamasını yöneltmekle yetinmiyor. AK Parti muhaliflerinin bir türlü tüketemediği bir sermayeye, Erdoğan karşıtlığına başvuruyor.

Paralel Devlet Yapılanmasının ağzına çaldığı bal, Devlet Bey'e de tatlı geldi. Şimdi, Paralel Devlet Yapılanmasının kendisine operasyon yapmaya çalıştığını söylüyor.