Dış Politikada "Gül devri' Biterken…

Türkiye, Kayserili çiftçi Ahmet Hamdi Gül ile ev hanımı Adviye Gül’ün oğulları Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına hazır olduğunu 22 Temmuz’da gösterdi. Yaygarası, varlığından fazla bir azınlık ise hazmetme sorunu yaşamaya bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Oysa Türk devlet bürokrasisinin en zorlu kısmı olan ve geçmişte makamın ağırlığını taşıyamayan pek çok bakanı işlevsizleştiren dışişleri koridorları bile, Gül’ü özleyecek.

Devamı

Taha Özhan'la Sömürgecilik ve yeni Sömürgecilik Üzerine Söyleşi

  19. yüzyılda güçlü bir şekilde ortaya çıkan Batı sömürgeciliğinin arkasında yatan felsefi, ekonomik, siyasi ve kültürel temelleri hakkında neler söyleyebilirsiniz? 19. yüzyılda artık rafine bir program haline dönüşen sömürgecilik arızi bir gelişme değil Batı felsefesinin pişirdiği kapitalizmin oldukça tabii bir neticesi olarak okumak lazım. Öyle ki, 1788 tarihli Britanya “Köle Ticareti Düzenlemesi” yasası altında, köle gemilerine sıkıştırılacak köle sayısında azami verimlilik sağlamak üzere gemiler inşa edilmiştir.

Devamı

Türkiye, ne yöneticileri ne de diğer uluslararası aktörler tarafından ihmal edilemeyecek bir coğrafyada yer alıyor. Zaten onun selefi Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle son iki yüzyılından itibaren hiçbir küresel güç ya da küresel güç namzedi, Türkiye topraklarında olup bitenlere bigane kalabilmiş değil. Her ne kadar son aylarda milletçe iç gündemin tartışmalarına kilitlenmiş olsak da, dışarıda işleyen süreç kendi mecrasında akmayı sürdürüyor. Bakalım, gözlerimizin dışarıya kapalı kaldığı bu sürecin faturası, önümüze ne zaman ve ne şekilde gelecek?Irak’ta cenazeler kaldırılmaya, yeni cenazeler için mezarlar açılmaya devam ediyor.

Bir Eurovizyon yarışmasını daha kaybettiğimiz şu günlerde dikkatler yeniden 22 Temmuz'a giden sürece yoğunlaşmış durumda. Tatile çıkan ve çıkmayan insanlar olarak "Yaz ortasında seçim mi olur?" muhabbetini sıklıkla duyacağız. Sezer'in Anayasa değişiklikleri paketini veto etmesi de gündemimizi işgal edecek. Nerede olursak olalım 22 Temmuz seçimlerinin ne getirip ne götüreceğini hep beraber göreceğiz. 27 Nisan muhtırasıyla başlayan süreç Türk siyasi hayatında yeni bir milattan çok önemli bir aşamayı temsil ediyor.

Medya ile aynı düzlem ve ortamlarda yer alan aktörler ve kurumlar arasındaki ilişkileri kıyaslamak çoğu zaman yine medyanın mecra olarak kullanıldığı bir tartışma biçimini kabullenmek anlamına geliyor. Medyayı anlamaya çalışmak ya da tartışmak en başından ona bir enstrüman olarak başvurmayı zorunlu hale getirdiği için hem bir paradoksu, hem de ona karşı eleştirel bir duruş geliştirmeyi imkansız kılan zımnî bir benimseyişi beraberinde getiriyor. Bir de söz konusu edilen şey etik ise, ahlakî konumu gücü oranında sıkıntılı hale gelen medyanın tartışılması, ancak yine onun niyet ve iradesiyle gerçekleşebiliyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimi, Türk siyasetinin bazı temel sorunlarını tekrar gündeme getirdi. "Kim olsun, kim olmasın?" tartışmasına kilitlenen süreci daha farklı ele alabilsek, Türkiye'deki siyasi kültür üzerine daha sağlıklı değerlendirmeler yapabiliriz belki.Merkezî devletin alanı, çevreyi de sivil toplum alanı olarak kabul edersek, Türkiye'de bu ikisi arasındaki ilişkinin baştan beri yanlış kurgulandığını söyleyebiliriz.

Kapatma Davasında Tesviyeden Tasfiyeye

ANAYASA Mahkemesi’nin “iktidar partisini kapatmama kararı”, birçok farklı ve derin sonucu ortaya çıkarmış oldu. Lakin mezkur sonuçların dışında, 14 Mart’tan bugüne kadar geçen 4,5 aylık sürenin Türkiye’ye maliyeti, muhtemelen kararın getirdikleri arasında tartışılmayacak bile.

Devamı

Kafkaslar Yeni Ortadoğu mu?

Gürcistan’ın G. Osatya’ya girmesiyle başlayan Rusya ve Gürcistan arasındaki sıcak bir çatışmayla gözler Kafkaslar’a çevrildi. Ama kazan uzun zamandır kaynıyor. Öyle anlaşılıyor ki İslam dünyasında dondurulmaya çalışılan çatışmaların yerini Avrasya’da etnik ve dini temelli sıcak çatışmalar alacak. Ufak etnik çatışmalar dahi giderek jeopolitik mücadelelerin fay hatlarına dönüşecektir ve taraflar büyük güçler veya koalisyonlar olacak.

Devamı

AYM değişen sosyolojiye uygun yeni bir toplumsal sözleşmenin mahiyeti konusunda verilen kavgada statükocu kanadın bir aktörü olarak hareket ediyor. Bu güç mücadelesine müdahil oldukça da ilkesellikten uzaklaşıp iç ve dış dinamiklerin baskısına maruz kalıyor.

Demokrat Parti 1950 seçimlerine "Yeter! Söz Milletindir!" sloganıyla girdiğinde en büyük şoku, CHP'liler ve seçmen vatandaş, yani milletin kendisi yasamıştı. Rivayet olunur ki CHP'liler bu slogandan ve o meşhur "Dur!" diyen el posterinden o kadar etkilenirler ki afişi hazırlayan mimar Selçuk Milar'dan CHP için de bir poster hazırlamasını isterler.Milar, CHP'li vekillere posterindeki cümleyi aynen tekrar eder ve halk oyuyla CHP'nin artık gitmesi gerektiğini söyler.

Tren kazası, raydan çıkma, duraklama, dondurma, vs. derken Türkiye’nin AB üyeliği belirsiz bir istikamette ilerliyor. Kıbrıs meselesinden dolayı müzakere sürecinin yavaşlatılması, bundan sonraki dönemle ilgili önemli ipuçları veriyor. Bu belirsizlik ve gerginlik ortamında AK Parti hükümeti AB üyeliği konusunda eski heyecan ve kararlılığını muhafaza edebilecek mi? Bugün Kıbrıs diyen AB, yarın başka konularda ayak diretecek ve müzakere sürecini fiilen sona erdirecek mi?Limanların açılması ve dolayısıyla Kıbrıs meselesinden dolayı müzakerelerin askıya alınması iki ihtimali gündeme getiriyor: Ya AB, çok ilkeli ve tutarlı bir politika izliyor ve temel prensiplerden taviz verilmeyeceğini söylüyor ya da AB’nin, Türkiye’nin üyeliği konusunda hala büyük şüpheleri var.

Yüzyıl dönümleri dünyada büyük dönüşüm beklentilerinin depreştiği zamanlardır. Müslümanlar İmam Gazali için “müceddid-i elf-i sani” diyerek daha sabırlı bir tarih bakışına sahip olduklarını gösteriyor gibiyse de, her asırda yeni bir müceddidi arayan daha yaygın bir anlayışı göz ardı edemeyiz. Bediuzzaman adlandırması üzerinde düşünmek bile bu anlayışı yeterince görünür kılacaktır. Avrupalılar’ın 1890’lardan 1900’ün ilk yıllarına kadarki dünyayı 

Kürt sorununun -özellikle demokratikleşme, terör ve bölgesel kalkınma bağlamlarıyla- Türkiye’nin 2006 yılında başını ağrıtacak ve yüzleşmek zorunda kalacağı başlıca konulardan biri olduğu çokça dile getirildi. Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar krizlerden kaçınma arzusuyla halı altına süpürülen ve bir şiddet olayı yaşanıncaya kadar da bahsi açılmayan Kürt sorunu, ülkenin derin gündemi olarak neşter atılmadığı için ur gibi büyümeye devam ediyor. Kürt sorunu hakkında bu dönemde adamakıllı düşünmekten ve konuşmaktan sakınmanın vebali büyük olacaktır. Toplumsal barışı sürdürmeye ve tarafların tansiyonlarını düşürmeye yönelik somut faaliyetler gözle görülür hale getirilmezse, 2007 seçimleri Güneydoğu’da Kürtçü, kalan yurtta Türkçü partilerin oylarını arttıracağı muhakkaktır. Mart ayı sonlarında, özellikle Nevruz ile birlikte Türk ve Kürt ulusalcılıklarının kapışma noktasına geleceğine dair senaryo iddialarında bulunmuş olmaları dikkate alınacak olursa,1  medya camiasının çözüme katkı sağlayacak bir dil geliştirmek yerine, yangını seyretmeyi tercih ettiğini söylemek abartı olmayacaktır. Hatta, beklenen şiddet olaylarının çıkmamış olmasından duyulan gizli bir üzüntüyü Nevruz günlerinde çıkan gazete başlıklarından sezinlemek de mümkündür.

İddiaların aksine, Türk siyasal yaşamı içerisinde, 12 Eylül bir milat değildir. Bugün içinde yaşadığımız siyasal iklim de 12 Eylül rejiminin vaz ettiği ve öngördüğü bir iklim değildir. Olsa olsa, 27 Mayıs 1960’ta açılan parantez içinde, bürokratik vesayeti tahkim etmek için gelenekselleşen müdahaleler silsilesinde, önemli bir durağı temsil eder, o kadar.

RUSYA-Gürcistan savaşı, Kafkaslardaki stratejik dengelerin ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha ortaya koydu. Kafkaslardaki kriz bir başka hususu daha teyid etti: Bugünkü küresel güç savaşları dünyanın en küçük ülkeleri, en küçük toprak parçaları ve aktörleri üzerinden yürüyor.

İRTİCA ile Mücadele Eylem Planı, AK Parti iktidarının başlangıcından bu yana siyasal gündemi meşgul eden pek çok konuyu tekrar tedavüle soktu. Geçen 2-3 hafta içinde, ordu da siyaset de kendi alanlarını ve konumları tahkim edecek hamleler yaptılar.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Amerika ziyareti, Türk-Amerikan ilişkilerinin adeta bir balayı havası yaşadığı günlerde gerçekleşiyor. 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesinden bu yana yaşanan güvensizlik ve gerginlik ortamı, yerini olumlu bir havaya bırakmış görünüyor. Bu değişikliğin sebebi ne? İddia edildiği gibi Başbakan Erdoğan'ın 5 Kasım'da Bush'la Beyaz Saray'da yaptığı görüşmede bir büyük pazarlık mı yapıldı? 12 yıl sonra ilk defa Cumhurbaşkanlığı düzeyinde gerçekleşen Abdullah Gül'ün ziyareti, Türk-Amerikan ilişkilerindeki bu iyileşmeyi nasıl etkileyecek?

Merkez-sağ partilerin siyasal sisteme dâhil oldukları günden bu yana, Türkiye’nin en canlı siyasal tartışma konularından biri, solun veya sosyal demokrasinin geleceği meselesidir. 1990’ların ortalarında merkez-sağ partilerin çözülmeye başlamasıyla doğan siyasal boşluğun sol veya sosyal demokrat perspektif tarafından doldurulamaması bu tartışmalara yeni bir ivme kattı. Yerel ve küresel gelişmeler güçlü bir sosyal demokrat tahayyüle ihtiyaç hissettirdiği halde Türkiye’de sol veya sosyal demokrat siyasal partiler neden tabandan beklenen ölçüde bir destek bulamıyorlar? Uzun süreden beri bu sorunun en önemli muhatabı, Türkiye’nin tarihsel ve sosyolojik açıdan en köklü partisi olan CHP’dir.

Türkiye’de genel olarak siyasal faaliyetin, özelde de merkez-sağ siyasetin koordinatlarını belirleyen asıl unsur, 1961 Anayasası olmuştur.

GAZZE’YE karşı 27 Aralık’ta İsrail’in başlattığı operasyonun dünya kamuoyunda yarattığı şaşkınlığın nedeni saldırının sürpriz olması değil, trajedinin boyutları. Bu topraklar ölümlere, bombalamalara, saldırılara, yaratıcı isimler konulan operasyonlara yabancı değil.