"Uluslararası sistem"in, ABD'nin, kaldıysa biraz AB'nin iktidarına güvenip "buralar hep bizim" edasıyla hareket ediyorlar. Şimdi sokakları hareketlendirmenin derdindeler.
Devamı
Kılıçdaroğlu hiçbir seçimi kazanamadı ama ne gafları bitti ne de medyanın tevil çabaları. “CHP Genel Başkanı olmayacağım” dedikten saatler sonra genel başkanlığa adaylığını açıkladı, ses etmediler.
Devamı
1 Kasım Seçimleri tek başına iktidar çıkardıysa da siyasetin suları durulmadı. İç ve dış siyasetin gündemindeki bir dizi sorun sebebiyle çok uzun bir yıl yaşadık. İki Kasım arasındaki bir yılın muhasebesini dört başlıkta yapmak mümkün.
SETA İstanbul Genel Koordinatörü Fahrettin Altun AK Parti'nin yeni sistem teklifi üzerine değerlendirmelerde bulundu.
Türkiye’nin siyasal sistemini güçlü ve sağlam bir temele oturtarak, bu yapı içinde sürekli siyasal istikrarı üretecek mekanizmayı oluşturmak gerekiyor.
Erdoğan'ın başlattığı "milli çözüm süreci" hesapları bozdu. Erdoğan, iktidar mücadelesinden galip çıktı.
Türkiye’deki başkanlık sistemine getirilen eleştirilerin bağlamını başkanlık sisteminin ontolojisinden çok dizaynı üzerine odaklamak, hükümet sistemi tartışmalarının önyargılara teslim edilmesini engelleyebilir.
Devamı
Nebi Miş: Seçmen tercihte bulunurken 13 yıllık AK Parti iktidarını kanıksamış durumdaydı ve bunun üzerinden bir tercihte bulundu.
Devamı
1 Kasım seçiminin ardından tekrar bir koalisyon seçeneğinin ortaya çıkması durumunda, en temel sorun siyaset kurumunun giderek güç kaybedecek olmasıdır.
Kamuoyu ilk defa bir anayasa değişikliği ile karşılaşmıyor. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana dört tane anayasa ve sayısız değişiklikler yapıldı.Her bir anayasa ve değişiklik paketi, oluşturulduğu dönemin siyasal ve toplumsal koşulları göz önünde bulundurularak hazırlandı ve yürürlüğe konuldu. 1921 Anayasası 1924'te yepyeni bir anayasa ile yer değiştirdi. Tek Parti dönemi boyunca neredeyse her CHP kurultayından sonra 1924 Anayasası değişikliğe uğradı. 1961'de askeri darbe sonrasında sadece Anayasa değil, siyasal sistem de değiştirildi. 12 Mart muhtırasından sonra 1961 Anayasası ciddi değişikliklere tabi tutuldu; özerk kurumların özerklikleri daraltıldı ve bireysel, toplumsal ve siyasal özgürlükleri daraltan düzenlemeler yapıldı. 12 Eylül darbesinden sonra yapılan yeni anayasa ile 1961'in özerk kurumlarının sistem içindeki ağırlığı mahfuz tutulmak kaydıyla, 12 Mart'ın açtığı otoriter zihniyet son haddine vardırıldı.
MHP'nin ideolojik duruşu, siyasal dili, sosyolojik karşılığı ve söylemi tarihsel süreç içerisinde önemli ölçüde farklılaştı.
Merkez-sağ partilerin siyasal sisteme dâhil oldukları günden bu yana, Türkiye’nin en canlı siyasal tartışma konularından biri, solun veya sosyal demokrasinin geleceği meselesidir. 1990’ların ortalarında merkez-sağ partilerin çözülmeye başlamasıyla doğan siyasal boşluğun sol veya sosyal demokrat perspektif tarafından doldurulamaması bu tartışmalara yeni bir ivme kattı. Yerel ve küresel gelişmeler güçlü bir sosyal demokrat tahayyüle ihtiyaç hissettirdiği halde Türkiye’de sol veya sosyal demokrat siyasal partiler neden tabandan beklenen ölçüde bir destek bulamıyorlar? Uzun süreden beri bu sorunun en önemli muhatabı, Türkiye’nin tarihsel ve sosyolojik açıdan en köklü partisi olan CHP’dir.
TÜRKİYE son iki yılı, krizlerle malul, yoğun bir siyasal gündemle geçirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimi, askerî muhtıra, genel seçim, yeni anayasa tartışmaları, başörtüsü düzenlemesi, parti kapatma davaları, sınır ötesi askerî operasyonlar gibi kritik başlıkları, bürokrasi-siyasal irade arasındaki güç savaşının zeminini oluşturan unsurlar olarak geride bıraktık. Son günlerde, siyasal partiler geleneksel tutumları nedeniyle kendilerinden beklenmeyen açılımlarla siyaset üretmeye başladılar
SETA PANEL Oturum Başkanı: Talip Küçükcan SETA Konuşmacılar: Tanju Tosun Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Tarhan Erdem KONDA Yönetim Kurulu Başkanı ve Radikal Gazetesi Yazarı Nur Betül Çelik Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Tarih: 25 Aralık 2008 Perşembe Saat: 16.00 – 18.00 Yer: SETA, Ankara
Türkiye’de genel olarak siyasal faaliyetin, özelde de merkez-sağ siyasetin koordinatlarını belirleyen asıl unsur, 1961 Anayasası olmuştur.
İddiaların aksine, Türk siyasal yaşamı içerisinde, 12 Eylül bir milat değildir. Bugün içinde yaşadığımız siyasal iklim de 12 Eylül rejiminin vaz ettiği ve öngördüğü bir iklim değildir. Olsa olsa, 27 Mayıs 1960’ta açılan parantez içinde, bürokratik vesayeti tahkim etmek için gelenekselleşen müdahaleler silsilesinde, önemli bir durağı temsil eder, o kadar.
22 Temmuz'da yapılacak genel seçimlere ilişkin gelişmeler kuşkusuz yakından takip ediliyor. Artık küreselleşen, iletişim ve medya araçlarının küçük bir köye çevirdiği dünyamızda bırakın ülke sınırları içinde ne olup bittiğini, binlerce kilometre uzaklıktaki ülke ve toplumlarda olan bitenleri de hemen öğreniyoruz. Ancak yaklaşan seçimler söz konusu olduğunda genelde seçim kampanyalarına özelde de parti mitinglere katılımın pek canlı olmadığını görüyoruz. Cumhuriyet mitingleri, cumhurbaşkanlığı seçimleri, 27 Nisan muhtırası ve Anayasa Mahkemesi kararı gölgesinde alınan erken seçim kararı sonrasında hızlı bir şekilde başlayan milletvekili aday adaylıkları, adayların kesinleşmesi ve seçim kampanyalarının başlaması süreçleri büyük bir heyecan uyandırmamış gibi görünüyor. Bu durumu sosyolojik olarak nasıl okuyabiliriz
Kürt sorununun -özellikle demokratikleşme, terör ve bölgesel kalkınma bağlamlarıyla- Türkiye’nin 2006 yılında başını ağrıtacak ve yüzleşmek zorunda kalacağı başlıca konulardan biri olduğu çokça dile getirildi. Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar krizlerden kaçınma arzusuyla halı altına süpürülen ve bir şiddet olayı yaşanıncaya kadar da bahsi açılmayan Kürt sorunu, ülkenin derin gündemi olarak neşter atılmadığı için ur gibi büyümeye devam ediyor. Kürt sorunu hakkında bu dönemde adamakıllı düşünmekten ve konuşmaktan sakınmanın vebali büyük olacaktır. Toplumsal barışı sürdürmeye ve tarafların tansiyonlarını düşürmeye yönelik somut faaliyetler gözle görülür hale getirilmezse, 2007 seçimleri Güneydoğu’da Kürtçü, kalan yurtta Türkçü partilerin oylarını arttıracağı muhakkaktır. Mart ayı sonlarında, özellikle Nevruz ile birlikte Türk ve Kürt ulusalcılıklarının kapışma noktasına geleceğine dair senaryo iddialarında bulunmuş olmaları dikkate alınacak olursa,1 medya camiasının çözüme katkı sağlayacak bir dil geliştirmek yerine, yangını seyretmeyi tercih ettiğini söylemek abartı olmayacaktır. Hatta, beklenen şiddet olaylarının çıkmamış olmasından duyulan gizli bir üzüntüyü Nevruz günlerinde çıkan gazete başlıklarından sezinlemek de mümkündür.