Asya'da Yeni Bir Büyük Oyun mu?

OBAMA ile yeni bir döneme giren ABD’nin önündeki en önemli sorunlardan biri, Güney Asya’daki gelişmeler, özellikle de Afganistan-Pakistan ve Hindistan arasındaki ilişkilerin yeni dönemde alacağı şekil. Ancak şurası açık ki bu gelişmeler bölgedeki diğer aktörlerden bağımsız bir şekilde ele alınamaz.

Devamı

Daimi Savaş Ekonomisi

“Daimi savaş ekonomisi” kavramsallaştırması ilk kez 1944 yılında Walter J. Oakes tarafından kullanıldı. Daha sonraları savaş ekonomisi teorileri “Askeri-Endüstriyel-Kompleks (AEK)” analizleriyle geliştirildi. ABD’nin 1940’ların başında ilan ettiği “ileri savunma doktrini” de benzer savaş ekonomisi analizlerinden doğdu. Bu doktrin, köklerini Amerikan sosyal muhayyilesine kadar izleyebileceğimiz deniz-aşırı Amerikan müdahaleciğidir. Bu tarz askeri müdahalecilik ise “yeni sömürgeciğinin” ya da kapitalizmin çağımıza özgü tabiatının bir sonucudur

Devamı

Gürcistan’ın G. Osatya’ya girmesiyle başlayan Rusya ve Gürcistan arasındaki sıcak bir çatışmayla gözler Kafkaslar’a çevrildi. Ama kazan uzun zamandır kaynıyor. Öyle anlaşılıyor ki İslam dünyasında dondurulmaya çalışılan çatışmaların yerini Avrasya’da etnik ve dini temelli sıcak çatışmalar alacak. Ufak etnik çatışmalar dahi giderek jeopolitik mücadelelerin fay hatlarına dönüşecektir ve taraflar büyük güçler veya koalisyonlar olacak.

ANLAYIŞ’ın çiçeği burnunda dönemlerinde “Fransa yeni bir de Gaulle arıyor” başlıklı bir yazım yayımlanmıştı. 2003 yılı sonbaharına tekabül eden o günlerde, orta kuşağa mensup sağcı bir entelektüel olan Nicolas Baverez, “Çöken Fransa” (La France qui tombe) adlı kitabında Fransa’nın kurtuluşu için 1958’deki 5. Cumhuriyet’e benzer köklü bir sistem değişikliği öneriyor ve özellikle iflas eden sosyal devlet politikaları ile devlet sisteminin küresel kapitalizme ve hızla değişen jeopolitik konjonktüre uyum sağlayamamasını kıyasıya eleştiriyordu.

“Dehşet dengesi” kavramı, geçmişte ABD ile SSCB arasındaki silahlanma yarışını ifade etmek için kullanılan bir sözcük. Dehşet dengesi, terimi iki bloklu dünyada taraflardan birinin nükleer silaha başvurması halinde, diğerinin de karşılık vereceği ve dünyanın yok olacağı tezine dayanıyordu. Nükleer rekabet, soğuk savaşı sürdürülemez ve yönetilemez hale getirmişti. Bu tablo paradoksal biçimde bir yandan savaş seçeneğinin güçlenmesine diğer taraftan ise barış çabalarının artmasına yol açıyordu. Türkiye’nin Kürt meselesi karşısındaki tavrı da “dehşet dengesi” kavramındaki duruma benziyor. Meselenin geldiği hassas nokta, bir yandan barış ve çözüm umutlarını güçlendirirken, diğer yandan düşük yoğunluklu savaşın sürmesine yol açıyor. Son günlerde BDP, DTK, Abdullah Öcalan, Murat Karayılan ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle süren yoğun görüşme trafiği çözüm umutlarını yeniden güçlendirdi. Devletin çatışma yerine müzakereyi seçmesi, Ankara’da yaşanan önemli bir değişime işaret ediyor. Bu görüşmelerden neyin çıkıp neyin çıkmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak 1993 inisiyatifinden sonra ilk defa sorun karşısında mutabakat sağlanmış görünüyor. Anlaşıldığı kadarıyla referandum sonuçlarının sağladığı özgüvenle hükümet, devleti de yanına alıp amaçsız taktik manevralardan vazgeçerek doğrudan meselenin üzerine gidiyor. Hükümetin beklentileri doğru biçimde yönetmesi durumunda başarı sağlamaması için herhangi bir neden yok.

Washington'da bugünlerde dış politika üzerine en çok tartışılan hususların başında İran meselesi geliyor.

AB'nin Suriye Çıkmazı

Avrupa Birliği (AB)'nin, Suriye meselesine yaklaşımına bakıldığında, karşımıza ortak tutum sergilemekten aciz bir AB tablosu çıkıyor. Bu tablodaki en büyük ayrışma ise İngiltere ve Fransa ile bu iki ülkenin karşısında konumlanan Almanya arasında yaşanıyor.

Devamı
AB'nin Suriye Çıkmazı
BM'yi Yeniden Yapılandırmak

BM'yi Yeniden Yapılandırmak

Ruanda'dan Bosna'ya, Kosova'ya, Filistin'e ve Suriye'ye kadar birçok kritik sınavı geçemeyen Güvenlik Konseyi, pazarlıkların döndüğü ve daimi üyelerin bölgesel çıkarları üzerinden katliam ve soykırım seçiciliği yaptığı bir konsey.

Devamı

Kritik konu, Batı ile ilişkilerde açtığı bu "yeni kapının" İran dış politikasına ve Ortadoğu'ya neler getireceğidir.

Ne acı değil mi? Barışın kıymetini anlamaları için silahların konuşması gerekiyormuş. Daha doğrusu devletin silah kullanması. Çözüm süreci bitti bitiyor diye sevinç naraları atanlar, şimdi "barış süreci biterse çok şey biter" diye haykırıyor.

Türkiye'de siyaset, uzlaşma değil mücadele merkezli devam ediyor. Niye mi böyle düşünüyorum? Bunu bana düşündüren başlıca saik silahlı Kürt milliyetçilerinin tavırları. KCK'nın ateşkese son veren açıklamasından ve eylemlerinden bahsediyorum: "Türk devleti ateşkese uymamış, çatışmalara yol açacak edimlerde bulunmuştur. Tüm barajlar artık PKK'nın hedefidir." HDP'liler bu açıklamaya "uyarı" dese de hemen akabinde TIR'lar yakıldı, asker saldırıya uğradı. Hakkını teslim etmek lazım, 7 Haziran seçimlerinde ülkedeki siyasi atmosferi en iyi kullanan PKK-HDP çizgisi oldu. Bu uygun atmosferin bölgesel bir zemini var. Kürt milliyetçileri Arap baharının kışa dönmesiyle bölgede yakaladıkları "tarihi fırsattan" sonuna kadar istifade ediyorlar.

PKK, Türkiye'nin NATO müttefiki olarak DAİŞ'le mücadele bağlamında ABD ile yeni bir döneme girebileceği ihtimalini azımsadı. Suriye denklemine Türkiye'nin yeni bir misyon ile dahil olmasının PYD ve PKK'yı sınırlandırabileceğini göremedi.

Türkiye'nin hava savunma kapasitesi ve yeteneklerini arttırmak üzere envanterine kazandırmak istediği ürünlerde yerlileştirme politikası güderken en önemli önceliğinin teknoloji transferi olduğuna dikkat çeken Merve Seren, ‘ortak üretim' için 1990'lı yıllarda atılan adımların 2000'li yıllardan itibaren siyasi ve ekonomik istikrarın sağladığı özgüven sayesinde büyük bir ivme yakaladığını kaydetti.

PKK 6-8 Ekim olaylarıyla çözüm sürecinden ne anladığını açıkça göstermişti, arka planında bölgesel angajmanlarının olduğu saldırılarla ateşkesi bitirerek de çatışmaları kendi deyimleriyle savaşı yeniden başlattı.