Perspektif: İsrail Seçimleri: Yeni Aktörler, Eski Sorunlar

Yeni Knesset'te daha zayıf bir Netanyahu, cesaretlenmiş bir Bennett, iyimser bir Lapid, savunmacı bir Şas, daha aktif bir Meretz ve İşçi Partisi, ayakta kalmaya çalışan bir Livni ve tükenen bir Mofaz izleyeceğiz.

Devamı
Perspektif İsrail Seçimleri Yeni Aktörler Eski Sorunlar
Analiz Suriye Kürtleri PKK'ya Esir Olur mu

Analiz: Suriye Kürtleri PKK'ya Esir Olur mu?

"Türkiye'nin bir Kürt meselesi bulunuyor." Türkiye, Suriye ölçeğinde veya ağırlığında bir ülke olsaydı, yaşanan soruna dair önceki cümleyi kurup, durmak yeterli olurdu. Kürtlerin ana gövdesinin yaşadığı, tabii kaynakları olmamasına rağmen bölgenin en güçlü ekonomisine ve askeri gücüne sahip, son on yıldır istikrarlı bir değişim ve demokrasi tecrübesi bulunan ülkenin ismi Türkiye. Bu haliyle, Türkiye'nin, "Kürt meselesini ya da PKK'yı" sadece kendi lokal sorunu olarak ele alması mümkün değildir. Demokratik açılım süreciyle kendi Kürt meselesinin çözümünde ciddi mesafe alan Türkiye'nin bir güncelleme yapması gerekmektedir. Türkiye bütün Ortadoğu'yu ihata edecek bir yaklaşımla Kürt sorunsalına yaklaşmak durumundadır. Hem siyasi derinliği açısından hem de güvenlik kaygıları açısından bu yaklaşım kaçınılmazdır. Hali hazırda, Baas rejimine Kürtler adına tarihlerinde ilk kez haklarının iade edilmesi talebi doğrultusunda baskı yapmış Türkiye'nin daha farklı bir seçeneğe yönelmesi düşünülemez bir durumdur.

Devamı

PKK'nın gündeminde Kürt meselesi gerilemeye devam ettikçe BDP de siyaseten anlamsızlaşmaya devam edecektir. BDP siyaseten geriledikçe oluşan boşluk, AK Parti düşmanlığı motivasyonuyla BDP adına doldurulmaya ve şekillendirilmeye devam edilecektir. Cumhuriyet tarihinin mezaliminin müsebbibini, yıllar sonra AK Parti olarak bulan sol-anakronizm ve PKK; bölgemizde yaşanan vekalet savaşında Baasçılığa oynamaktan hiç de rahatsız olmamaktadır. Kaderini Baasçılıkla eşitlemiş bir yapının demokratik bir zemine gelmesini veya oluşması için engel olmamasını beklemek neredeyse imkânsız hale geldi. PKK'nın bu trajik tercihi sadece kendisini ilgilendirmiyor. PKK Kürtlerin ve Türklerin maliyetine Türkiye'ye bedel ödetiyor. Bunu zihnen rahatsız olmadan yapabilmek için iki şeye karar vermesi yeterliydi: dağda kalacağız ve silah bırakmayacağız. Son saldırıları bu kararlarının delilidir. Bu karar ne yeni Türkiye'yi ne de yeni bölgesel dengeleri okuyamamanın da bir başka tezahürüdür.

Türkiye'nin mecburi ve tabii istikameti olan demokratikleşmenin organik bir parçası olmak yerine yel değirmeniyle savaşmayı tercih etmektedir. Cumhuriyet tarihimizin en yoğun normalleşme yılları yaşanırken, PKK, Kürt meselesinin en önemli aktörü olmaktan çıkıp 'Kürt meselesinin PKK sorunu' olmaya dönüşmüş durumdadır. Bu oldukça derin kırılma, Kürt meselesinin çözüm bekleyen dinamiklerinden uzaklaşıp Kürt ulusalcılığının ajandasının PKK'nın ana gündemi olmasına yol açtı. Bu yapısal kırılmanın sağladığı oldukça sorumsuz ruh hali içinde, kendi özel gündemi dışında hiçbir maslahat gözetmeyen provokatif bir yapıya dönüştüler. Suriye'de vatandaş bile olamayan, İran'da seri şekilde idam edilen, Irak'ta on bin km uzaktaki bir beslenme hattı üzerinden siyasal kuvözde yaşayan Kürtlerin durumunu hiç hesaba katmadan, Türkiye'de Kürtler maliyetine terörü sürdürmeyi tercih ediyorlar.

Öcalan'ın oynamıyorum, BDP'nin oynayamıyorum, PKK'nın ise ben bildiğimi oynarım tavırları naif bir siyaset, dolayısıyla da daha fazla gerilim ve şiddet üretmeye devam edecek. Ama son tahlilde, Kürt meselesinin en önemli sorunu olan PKK kendisini ana hedef haline getirmeyi başarmış olacak. PKK maliyetine sivil siyasetin yok edilmesi, toplumsal tahrik ve nefretin de yükselmesi, PKK'lı liderlerin dile getirdiği gibi pek umurlarında olmayacak. 1990'larda, Çiller'in 'Bask modeli tartışmalarıyla başlayıp Vietnam modeliyle' terk etmek zorunda kaldığı Türkiye'ye dönülebileceğine inananlar için yukarıdaki tespitlerin elbette bir anlamı yok. Her iki kişiden birinin AK Parti'ye oy verdiği, Erdoğan'ın üçüncü dönem için milletten ezici bir destek aldığı, ekonominin Cumhuriyet tarihinin en başarılı performansını gösterdiği, bölgesel düzenin eksen değiştirdiği bir zaman dilimindeyiz. Bütün bu dinamiklere rağmen 1990'ları zımnen özleyenler olduğu muhakkak. Ümit ederiz ki akılları kinlerinin önüne geçer.

Türkiye, Kürt meselesinden bağımsız bir şekilde PKK sorunu ile muhatap olmak zorundadır. Tam da bu sebepten dolayı, PKK'nın silahsızlandırılması ile Kürt meselesinin çözümü arayışlarını birbirinden ayırmak gerekir. On yıllardır, bitmek tükenmek bilmez bir şekilde, "PKK'nın silahsızlanması" süreci, Kürt meselesinin çözümüne bağlanmaktadır, Kürt meselesinin çözümü ise PKK'nın silah bırakmasına. Eğer siyasal bir yumurta-tavuk egzersizine Türkiye'nin en değerli on yıllarını bir kez daha feda etmek istemiyorsak bu fasit daireden hızla çıkarak gerçeklerle yüzleşmemiz gerekmektedir. Çünkü PKK, Kürt meselesi dairesinde müstakil bir vakıa olarak ele alınmadığı sürece "iyi şeyler olmasını" dilemekten öteye geçemeyiz.

Kürt Meselesinde Aktörlük Mücadelesi

Adeta çözülmeye çalışılan Kürt meselesi öznelik sorunu karşısında ikincil bir problem haline gelmiş durumdadır. Demokratik açılım süreci tam da bu problemden dolayı Kürt meselesine ulaşamadı. Aradaki aktörlerle uğraşmaktan sorunun özüne yönelik adımlara sıra gelmedi. Bundan sonra da, aktörlük sorunu kabul edilebilir bir noktaya çekilmediği müddetçe benzer bir son kaçınılmaz görünmektedir. Demokratik açılım, yirmi yıllık medya, seksen yıllık resmi tarih karartmasından sonra, Kürt meselesinin tartışılmasını sağladı. Açılım süreci bu yönüyle başlı başına bir yüzleşme pedagojisi inşa etti. Kürt meselesi başta olmak üzere 'dokunul( a)mayanlar' başlığı altındaki bütün yakıcı sorunlara bir şekilde dokunulmuş oldu. Gelinen noktada sorunun çözümünde umutlar korunmakla beraber, çözüme henüz uzak olduğumuz aşikâr. Çözümü zora sokan, çözüm yönünde mesafe almayı zorlaştıran dinamiklerin başında ise, aktörlük mücadelesi yer alıyor.

Devamı

Kürt Meselesinde Çözümün Eşiğinde

Türkiye Kürt meselesinden bağımsız bir şekilde de PKK sorunu ile muhatap olmak zorundadır. Tam da bu sebepten dolayı, eylemlerine başladığı 1984'ten bu yana “PKK silahsızlandırılmaktadır”. Bu bitmez tükenmek bilmek “PKK'nın silahsızlanması” süreci Kürt meselesinin çözümüne bağlanmaktadır. Kürt meselesinin çözümü ise PKK'nın silah bırakmasına. Eğer siyasal bir yumurta-tavuk egzersizine Türkiye'nin en değerli onyıllarını bir kez daha feda etmek istemiyorsak bu fasit daireden hızla çıkarak gerçeklerle yüzleşmemiz gerekmektedir. PKK, Kürt meselesi dairesinde müstakil bir vakıa olarak ele alınmadığı sürece “iyi şeyler olması”nı dilemekten öteye geçemeyiz. Aynı şekilde DTP, Kürt sorununun sonucu olarak var olmaktadır. Fakat bu tespit DTP'nin bir Kürt meselesi olduğunu ortaya koymaz. PKK'nın bir PKK; DTP'nin ise bir DTP sorunu bulunmaktadır. Ve bu sorunları Kürt meselesinden çok daha önceliklidir. PKK örgütün geleceği konusunda çaresiz olduğu kadar; DTP'de Kürt meselesinin asgari bir düzeye düştüğü durumda partinin ne olacağıyla meşguldür.

Devamı

'Devletin/ hükümetin yeni Kürt stratejisi' olarak adlandırılan strateji, usul yönünden eski Türkiye'nin zihinsel kodlarına sahiptir ve yeni Türkiye'de yer almaması gereken birçok unsur barındırmaktadır. Her şeyden önce, stratejinin, 'ismi açıklanmayan bir yüksek bürokrat'ın birkaç gazeteci ile yaptığı görüşmeye dayandırılması, siyaset kurumunu ve siyasi aktörleri dışlayan, by-pass eden bir nitelik arz etmektedir. İsmi açıklanmayan bir kamu bürokratının -asker, yargı mensubu veya yüksek bürokrat- yaptığı açıklamalarla siyasi gündemi belirlemesi, eski Türkiye'nin vesayet rejimi içinde görülebilecek bir alışkanlıktır. Nitekim demokrasi tarihimiz boyunca, özellikle de 28 Şubat sürecinde artan bir yoğunlukla, siyasi gündem, ismi açıklanmayan bir yüksek komutana veya yargı mensubuna dayandırılan haberlerle dizayn edilmiştir.

Demokratik açılım, hem Kürt sorunu hem de PKK'nın silahsızlandırılmasında, süregelen devlet politikasından farklı bir politikayı öngördüğü için, toplumda 25 yıldır çözülemeyen bu sorunun çözülebileceğine dair bir umut oluşturdu. Demokratik açılım, devletin her iki sorunla da yüzleşmesinde esaslı bir değişimi ifade ediyor. Nitekim Kürt sorunu ve PKK ile mücadelede eski ve yeni siyaset tarzının isimleri, bu iki politika arasındaki temel farkı ortaya koyacak nitelikte. Eski politikalar “güvenlik perspektifi” olarak isimlendirilirken yeni dönem politikalar “demokratik açılım” olarak isimlendirildi. Bu isimlendirilmelere bakıldığında, Kürt sorunu ve terörle mücadelede, yaşanan politika değişikliğinin en önemli unsurunun, güvenlik-demokrasi dengesini yeni baştan kurgulamak olduğu açık. Eski siyaset tarzında demokrasi güvenliğin güdümündeyken, yeni siyaset tarzı güvenliği demokrasinin emrine vermeyi vaat ediyor. Bu kısa girişten sonra, demokratik açılımın hangi koşullarda gündeme geldiğine ve ne anlam ifade ettiğine bakabiliriz.

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları (SETA) Vakfı uzun bir çalışma sonunda Kürt sorunu konusunda bir başucu kitabı hazırladı. Dünden bugüne Kürt sorunu hakkında kaleme alınmış tüm belge ve raporların bir araya getirildiği kitap, hem analitik, hem de ansiklopedik bir kaynak niteliğinde. Çalışma, 23 Nisan 1920 TBMM'nin açılışı ile başlayıp, Demokratik Açılım süreciyle son bulan 90 yıllık bir öyküyü belgeler üzerinden ele alıyor. Gazi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi ve SETA Vakfı uzmanı Hüseyin Yayman tarafından uzun bir çalışmanın sonucunda hazırlanan Türkiye'nin Kürt Sorunu Hafızası isimli kitap, bu konuda yazılmış gizli-açık tüm belgeleri bir araya getiriyor. Çalışma, devletin belgelerinden partilerin çalışmalarına değin tüm literatürü tek tek irdeleyerek bir hafıza tazelemesi yapıyor.

Türkiye, Kürt meselesini ilk defa tartışmıyor ve öyle görünüyor ki bu konu daha uzun yıllar gündemin en önemli konularından biri olacak. Fakat son yıllarda yaşananlar, öylesine başdöndürücü bir hızla gelişti ki ortaya çıkan dinamikler, sorunun aldığı yeni haller, etkilediği zeminler ve göründüğü alanlar alabildiğine karmaşıklaştı. Öyle ki sanki bu meseleyi ilk defa konuşuyormuşçasına, hem siyasi dinamikleriyle, hem de konuşulabildiği zeminler açısından yepyeni bir bağlam var karşımızda. Şüphesiz, bu yeni bağlam, meselenin, en az son 20 yıllık tarihinde biriktirdiği gerilimlerin, başarı veya başarısızlıkların, dönüşümlerin, kırılmaların üzerinde yükseliyor. Fakat bugün gelinen noktada, gerek sorunun kendisi gerekse sorunu etkileyen tüm aktörler açısından, 10 yıl öncesinin veya 20 yıl öncesinin diliyle konuşmanın imkanı kalmamıştır. Daha açık bir ifade ile söylersek, Kürt meselesi önümüzdeki dönemlerde de bütün ağırlığıyla Türkiye gündeminin en önemli siyasal sorunu olarak kalmaya devam etse bile, tartışmaların anlam bulduğu ve sorunun konuşulduğu çerçeve, farklılaşmak zorundadır.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye'nin bir Kürt meselesi hep var olageldi. Önceleri, ağırlıklı olarak entegrasyon ve geri kalmışlık kaygılarıyla ele alınan bu sorun, 1980'lerden itibaren, PKK'nın ortaya çıkmasıyla bir güvenlik sorunu olarak ele alınmaya başlanmıştır. Böylece terör örgütü, Kürt sorununun karmaşık dinamiklerini unutturan bir işlev görmüştür. Güvenlik perspektifinin hâkim olduğu 1990'lı yıllar boyunca, OHAL yönetiminde Kürt sorunu teröre indirgenerek yönetilmeye çalışılmıştır. Çeyrek yüzyıldır, Kürt sorununu algılamamızı toptan değiştirecek birçok gelişme yaşanmasına rağmen, kamu otoritesinin soruna yaklaşımında terörle mücadele perspektifi ağırlığını korumaya devam etmektedir. Oysa bu yıllar boyunca, Türkiye'de ve bölgede, kamu otoritesinin soruna yaklaşımını gözden geçirmesini zorunlu kılan birçok gelişme yaşanmıştır.

TRT1'de yayınlanan Enine Boyuna programının bu haftaki bölümünde, devlet ile İmralı arasında başlayan görüşmeler sonrası yaşanan gelişmeler masaya yatırıldı.

SETA Başkanı Taha Özhan, TRT1'de yayınlanan Enine Boyuna programında, yeni İmralı süreciyle ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Türkiye'de sadece Kürtler devletin yanlış politikalarının hışmına uğramadılar. Doğrudur, en uzun süreli ve maliyetli politikalara Kürtler maruz kaldı, ama bundan diğer kesimler de muaf değil. Kaldı ki, Kürtlerin maruz kaldığı politikalar, Kürtler dışındaki toplumsal kesimlerde de yadsınamaz kötü sonuçlar üretti. Belki de meseleyi şöyle okumak gerekir: Devlet diye sabit, değişmez bir olgu yoktur. Devlet, onu yöneten kadroların zihniyetine göre politikalar üretir. Toplum, aslında, başından beri bu ayrımın bilincinde oldu. Karar mekanizmalarının tepesindeki kişilerle ilişkili olan meselesini devlete mal etmedi. Faili meçhul cinayetleri, o gün karar mekanizmasını ellerinde bulunduran kişilerin bir sorumluluğu olarak algıladı ve onlara oy vermedi. Bugün iç ve dış dinamiklerin değişmesiyle, Türkiye'nin öncelikleri, tehdit algısı, gelecek tasavvuru değişiyor ve bunların bir yansıması olarak da Kürt sorununa bakışı değişiyor.

"Türkiye'de İhracat: 2012 Yılı Değerlendirmesi"ne göre, Türkiye'nin dış ticarette yaşadığı eksen genişlemesi ihracata tavan yaptırdı.

Analizde, Mısır'da yapılan anayasal düzenlemelerin nedenleri inceleniyor ve Cumhurbaşkanı Mursi'nin göreve geldiği 30 Haziran 2012'den beri izlediği politika değerlendiriliyor.

2010 yılından beri bir “siyaset arayışı” içerisinde bulunan CHP'nin, 2012'nin ikinci yarısından itibaren bir “arayış siyaseti”ne yöneldiği görülüyor.

SETA tarafından düzenlenen “Kim Yapar Dış Haberi? – Arap Baharı ve Suriye Bağlamında Dış Habercilik” isimli panelde Türk medyasında dış habercilik olgusu tartışıldı.

SETA Başkanı Taha Özhan, TRT 1'de yayınlanan Enine Boyuna programında, son günlerde gündemin önemli başlıkları arasında yer alan Türkiye'nin AB'ye üyelik sürecine dair değerlendirmelerde bulundu.