Kılıçdaroğlu Başarabilir mi?

Referandum sonucuyla ilgili deÄŸerlendirmelerde daha çok MHP'nin baÅŸarısız olduÄŸu tezi öne çıkarılsa da, Baykal sonrası dönemde oluÅŸturulan iyimser hava düÅŸünüldüÄŸünde, CHP de baÅŸarısızlar listesinde yer almaktadır. HAYIR cephesinin liderliÄŸini üstlenen CHP, arkasına aldığı AK Parti karşıtı koalisyonla beraber, referandumda AK Parti'nin yenilgiye uÄŸratılacağına o kadar inanmıştı ki, çıkan sonuç MHP'den öte CHP'yi hayal kırıklığına uÄŸrattı. Referandum, CHP açısından KılıçdaroÄŸlu'nun liderlik potansiyelini ölçme denemesiydi ve görülen o ki, KılıçdaroÄŸlu bu testten baÅŸarılı bir sonuç alamadı. KılıçdaroÄŸlu, CHP'ye oy verenlerin daha coÅŸkulu oy vermelerini saÄŸlamanın yanında, yeni arayışlara girmiÅŸ Alevileri CHP'ye geri çekti ve son dönemde aldığı darbelerle gardı düÅŸmüÅŸ imtiyazlı kesimlerde yeni bir umut yarattı. Buna karşın, muhtemel bir CHP iktidarından kaygı duyan kesimleri birleÅŸtirerek, uzun süredir ertelenen milliyetçi-ülkücü- ulusalcı ayrışmasını tetikleyip, güçlü müttefiki MHP'yi zayıflattı. KılıçdaroÄŸlu bu referandum sonucuyla AK Parti'nin 2011 seçimlerindeki muhtemel galibiyetini tahkim etti. Kısacası KılıçdaroÄŸlu, getirdiÄŸi kadar götürdü, eklediÄŸi kadar çıkardı. KılıçdaroÄŸlu'nun kendisinden beklenen yüksek baÅŸarıyı gösterememesinin birçok toplumsal ve siyasal nedeni var. Ancak toplumsal algıdaki CHP imgesini deÄŸiÅŸtirememesi KılıçdaroÄŸlu hanesine yazılan en büyük eksi puan oldu. Bu çerçevede, KılıçdaroÄŸlu'nun referandumdan çıkaracağı birinci ders, CHP'nin "rejim muhafızı parti" algısını deÄŸiÅŸtirmeden kitlelere açılmasının mümkün olamayacağıdır.

Devamı
Kılıçdaroğlu Başarabilir mi
DehÅŸet dengesi'

'DehÅŸet dengesi'

“DehÅŸet dengesi” kavramı, geçmiÅŸte ABD ile SSCB arasındaki silahlanma yarışını ifade etmek için kullanılan bir sözcük. DehÅŸet dengesi, terimi iki bloklu dünyada taraflardan birinin nükleer silaha baÅŸvurması halinde, diÄŸerinin de karşılık vereceÄŸi ve dünyanın yok olacağı tezine dayanıyordu. Nükleer rekabet, soÄŸuk savaşı sürdürülemez ve yönetilemez hale getirmiÅŸti. Bu tablo paradoksal biçimde bir yandan savaÅŸ seçeneÄŸinin güçlenmesine diÄŸer taraftan ise barış çabalarının artmasına yol açıyordu. Türkiye’nin Kürt meselesi karşısındaki tavrı da “dehÅŸet dengesi” kavramındaki duruma benziyor. Meselenin geldiÄŸi hassas nokta, bir yandan barış ve çözüm umutlarını güçlendirirken, diÄŸer yandan düÅŸük yoÄŸunluklu savaşın sürmesine yol açıyor. Son günlerde BDP, DTK, Abdullah Öcalan, Murat Karayılan ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle süren yoÄŸun görüÅŸme trafiÄŸi çözüm umutlarını yeniden güçlendirdi. Devletin çatışma yerine müzakereyi seçmesi, Ankara’da yaÅŸanan önemli bir deÄŸiÅŸime iÅŸaret ediyor. Bu görüÅŸmelerden neyin çıkıp neyin çıkmayacağını önümüzdeki günlerde göreceÄŸiz. Ancak 1993 inisiyatifinden sonra ilk defa sorun karşısında mutabakat saÄŸlanmış görünüyor. Anlaşıldığı kadarıyla referandum sonuçlarının saÄŸladığı özgüvenle hükümet, devleti de yanına alıp amaçsız taktik manevralardan vazgeçerek doÄŸrudan meselenin üzerine gidiyor. Hükümetin beklentileri doÄŸru biçimde yönetmesi durumunda baÅŸarı saÄŸlamaması için herhangi bir neden yok.

Devamı

Ä°liÅŸkilerdeki sorunun aşılması için, Türkiye'nin de ABD ile iliÅŸkilerin nereye gittiÄŸini acilen ve açıkça tartışması gerekiyor.

Komutanların çarpıcı itirafları isimlerin ötesinde ülkenin 'güvenlik' siyasetinin toptan deÄŸiÅŸtirilmesini zorunlu kılıyor. Bu isimlerin yaptıkları açıklamalar büyük bir yap-bozun parçaları gibi yan yana getirildiÄŸinde ortaya vahim bir Türkiye manzarası çıkıyor. Emekli komutanların itirafları geçmiÅŸin karanlıklarında kalan dosyaların yeniden açılmasını ve devletin toplumla yüzleÅŸmesini zorunlu kılıyor. Sahnenin ardındaki 'kuklacıların' ifÅŸa edilmeleri gerekiyor. Devleti, tarih ve toplum önünde ayıplı hale getiren hadiseler için devlet, milletten özür dilemeli ve toplumla yüzleÅŸmelidir. Temel mesele ülkenin güvenlik paradigmasını ve milli güvenlik siyaset belgesini köklü biçimde deÄŸiÅŸtirerek derin yapılanmaları topyekûn tasfiye etmektir.

Referandum süreci Türkiye’deki siyasi yapıyı kökünden sarsacak dinamikleri harekete geçirdi.

Türkiye'nin özellikle 2002'den bu yanaki performansı Arap dünyasının ülkemize bakışını olumlu yönde deÄŸiÅŸtirmiÅŸtir.

Araplar ve Modern Türkiye; Algıları Değiştirme Zamanı

Araplar ve Türkler, yüzyıllar boyunca Osmanlı egemenliÄŸinin birer unsuru olarak yaÅŸamışlardır ve kültürel ve dini algıları çok büyük ölçüde bu egemenlik altında ÅŸekillenmiÅŸtir.1920’li yıllara gelindiÄŸinde ise gerek Türkiye Cumhuriyeti gerekse bazı Arap devletlerinin kurucuları bölgedeki siyasi haritaları deÄŸiÅŸtirmiÅŸ ve bu da modern Türkiye’de yeni bir Arap algısının ortaya çıkmasına neden olmuÅŸtur. Bu makale Arapların gözündeki modern Türkiye’ye bakışın dört temel esasa dayandığını açıklamaktadır; Osmanlı geçmiÅŸi-Kemalist döneme ait miras-SoÄŸuk savaÅŸ döneminde yaÅŸanan çatışma ve ittifaklar ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin iktidar süreci. Makalede Türkler ve Arapların karşılaÅŸtıkları zorlukları artık bir imparatorluÄŸun unsurları olarak deÄŸil, farklı milletler olarak çözmeleri gerektiÄŸi sonucuna varılmaktadır.

Devamı
İkinci Erdoğan Dönemi

İkinci Erdoğan Dönemi...

BaÅŸbakan’ın yeni dönemde tarih yapan, öncü bir rol üstlenip toplumu üçüncü deÄŸiÅŸim projesine ikna etmesi gerekiyor. Türkiye siyasetinin en buhranlı dönemlerinden birinde kurulan ve toplumun deÄŸiÅŸim talebini siyasi bir projeye dönüÅŸtüren Adalet ve Kalkınma Partisi, girdiÄŸi dört seçimden birinci çıkarak kalıcı bir parti olup olmayacağı tartışmalarına net bir cevap verdi. Düzenin yeniden yapılandırılması arzusunu doÄŸru okuyan AK Parti, geçen sekiz yılda önce kendi tabanını, sonra ülkeyi önemli ölçüde deÄŸiÅŸtirdi/dönüÅŸtürdü. Adalet ve Kalkınma Partisi ANAP gibi bir dönem partisi olacağı öngörülerini boÅŸa çıkartarak Türkiye’nin ‘kadim partisi’ olma yolunda köklü adımlar attı. Bazı entelektüeller tarafından kuruluÅŸ sürecinde ‘bir konjonktür’ partisi olarak tarif edilen Adalet ve Kalkınma Partisi, bu öngörüleri boÅŸa çıkartarak Türkiye’nin ‘büyük partisi’ olma yolunda epey mesafe aldı. Partinin güçlü liderliÄŸi, kurumsallaÅŸma yolunda dezavantaj olarak görülse de ErdoÄŸan, bu dezavantajı avantaja dönüÅŸtürerek partisinin sahih ve kalıcı bir toplumsal harekete dönüÅŸmesini saÄŸladı ve bu dönemde ciddi bir AK Partililik kimliÄŸi inÅŸa etti. ErdoÄŸan ismi üzerine inÅŸa edilen AK Partililik kimliÄŸi her seçimde daha da pekiÅŸti ve siyasal bir hüviyet kazandı.

Devamı

Mali Kural, ekonominin siyasal iklimden etkilenmeden, yasal çerçevelerle sınırları çizilmiÅŸ maliye politikası çerçevesinde yönetilmesidir. Merkez Bankası’nın kamuyu finanse etmesi ve sürdürülemez borç dinamikleri, kamu sektöründe mali disiplinsizliÄŸe (yüksek bütçe açıklarına) neden olmaktadır. Mali disiplinsizlik, özel sektörün de üretimini etkilemektedir. Bu durum, 2001 krizinin ortaya çıkmasının baÅŸlıca nedeni olmuÅŸtur. Kriz sonrasında uygulamaya konulan Güçlü Ekonomiye GeçiÅŸ Programı ve sonrasında 2002 Kasım seçimlerinde iktidara gelen AK Parti hükümetinin istikrarlı ekonomi politikaları mali disiplinin saÄŸlanmasında önemli rol oynamıştır. 2007 yılında Amerikan konut piyasalarında oluÅŸan finansal kriz, 2009 yılında derinleÅŸerek kısa sürede tüm dünyada etkisini göstermiÅŸtir. 2009 yılında dış ticarette yaÅŸanan olumsuzluklara ilaveten, özellikle çoÄŸunluÄŸu portföy yatırımları ve doÄŸrudan yatırımlar ÅŸeklinde ekonomik büyümeye katkıda bulunan yabancı sermayenin, çoÄŸunlukla ABD piyasalarına akışı Türkiye’de de ileride olası bir finansman ihtiyacını gündeme getirmiÅŸtir. Bununla birlikte yaÅŸanan süreçte büyüme hızının düÅŸmesi ve bütçe açıklarının artma eÄŸilimine girmesi de önemli mali sorunlar olarak gündemde yerini almıştır.

AK Parti’nin sözcülüÄŸünü üstlendiÄŸi siyasal deÄŸerlerin karşıtlığında kendisini üreten yeni bir siyasal kimliklenme süreci yaÅŸanmaktadır.

Obama'ya 2008'de seçimleri kazandıran ekonomik kriz bu sefer büyük bir seçim yenilgisi yaÅŸattı.

Bu seçimler, önümüzdeki dönemde Ukrayna’nın Rusya’ya daha yakın bir çizgide daha otoriter politikalara boyun eÄŸeceÄŸini gösteriyor.

“Söz”ün deÄŸeri sahibine göre ölçülür; yani sözün kendisi kadar onu “kimin” söylediÄŸi ve “nasıl” söylediÄŸi de önemli. Dolayısıyla doÄŸru bir sözü doÄŸru bir ÅŸekilde ortaya koyabilmek sahici bir meziyet. Bunun aksine yanlış bir sözü doÄŸruymuÅŸ gibi aktarmak ya da doÄŸru bir sözü yanlış bir biçimde iletmek ise vahim sonuçlar doÄŸuruyor. Türk medyasının en temel sorunlarından biriyle tam da bu noktada yüzleÅŸiyoruz: Medyamızda sözün özüne, yani “ne” söylendiÄŸine, tarafsız bir biçimde bakmadan ve de sözün doÄŸruluÄŸunu yeterince araÅŸtırmadan haberler üretilebiliyor.

Referandum sonrasında bugün MHP, Orta Anadolu'daki seçmeni tamamen kaybetme riskiyle karşı karşıyadır.

Kürt meselesi uzun zamandır dil meselesine indirgenmiş ve anadilde eğitim konusu yaygın biçimde tartışılırken böyle bir talihsiz ifade, tarih dışı olmaktan öteye geçemeyecektir.

 Muhafazakâr, dindar veya Ä°slamcı, adı her ne olursa olsun, Ä°slam’ın sosyo-politik bir ‘imkân’ olma özelliÄŸini dikkate alan siyasal hareketler halkın yönetime katılımını saÄŸlayarak toplumsal temsil sorununun çözümüne katkıda bulundular.

Eksen kayması tartışmalarına yol açan, Türkiye’nin Batı ittifakından uzaklaÅŸması deÄŸil, ittifakın içinde kendisine daha etkin bir rol bulma çabasıdır.

Ä°ktidar partisinin Alevi Açılımı adımına kendini yakın hissetmeyen Aleviler, siyasi merkezle iliÅŸkilerini KılıçdaroÄŸlu dönemindeki CHP üzerinden revize edebilirler.

Lübnan BaÅŸbakanı Rafik Hariri’ye düzenlenen suikastin üzerinden 5 seneyi aÅŸkın bir süre geçti.

YaÅŸanan ve ÅŸu an eksen kayması olarak tartışılan ÅŸey aslında Türkiye'nin fiziki sınırlarının, siyasi ve sosyolojik sınırlarına dar gelmesi meselesi...

Son on yılda ABD'nin yaÅŸadıklarına hızlı ama dikkatli bir bakış bile dünya sistemine dair derin deÄŸiÅŸimin fay hatlarını görmemizi saÄŸlayabilir.