Doğrudan Yabancı Yatırımlar

2007 yılı içerisinde Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermaye 21.9 milyar dolara ulaştı. 2001 senesine kadar 1 milyar doları yakalayamamış olan yabancı sermaye girdisi, 2001-2003 arasını iniş çıkışlarla, 2003 sonrasını ise artan trendle geçirdi.

Devamı
Doğrudan Yabancı Yatırımlar

Dünyada Yok, Bu Yasak Bize Mahsus

Türkiye’de siyaset, medya, sivil toplum kesimleri ve eğitim dünyasının gündeminde, uzun yıllardır uygulanan bir yasağın kaldırılmasına ilişkin tartışmalar yer alıyor. Umarız bu tartışmalar hem hakları kısıtlananların taleplerini karşılayacak hem de yasakların kaldırılmasından dolayı endişe duyanların kaygılarını ortadan kaldıracak bir çözümle son bulur.

Devamı

22 Temmuz seçimlerinin ‘yeni bir dönemi’ başlattığı çok yaygın bir şekilde dile getirildi. Bu tespit en genel anlamıyla yerinde kabul edilebilir.

Geçen ay içerisinde hükümet yeni eylem planını açıkladı. 2008-2012 dönemi için hazırlanan eylem planı ‘acil’ sıfatıyla beraber sunuldu. Bundan birkaç ay önce de bir başka acil eylem planı seçim sonrasında açıklanmıştı.

CUMHURBAŞKANI Abdullah Gül’ün ABD ziyareti, iki ülke arasında son yıllarda gerilen ilişkilerin düzelmesinin bir işareti ve yeni bir dönemin başlangıcı olarak yorumlanıyor.

Türkiye bu sorunun cevabını çoktan verdi. Medeniyetler çatışması tezinin borazanlığını yapanlara, medeniyetler ittifakının mümkün ve gerekli olduğunu gösterdi. Başbakanlar Recep Erdoğan ve Luis Rodriguez Zapatero liderliğine Türkiye ve İspanya ile ele ele verip “Medeniyetler İttifakı” projesini başlattı.

Alevi Kimlik Siyaseti ve AK Parti'nin Alevi Açılımı

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti üst yönetiminin ilk dönem iktidarları süresince iletişim kurmakta en fazla zorlandığı kitle Alevi toplumuydu.

Devamı

MHP'nin Ulusalcılıkla Sınavı

Türkiye'nin gündemine oturan 'yükselen milliyetçilik' tartışmasının en görünmeyen aktörü MHP desek herhalde abartmış olmayız. Geleneksel Türk milliyetçiliği ile ulusalcılık arasındaki ayrımı netleştirmesi gereken MHP, hem bir 'muhit' hem de siyasi bir hareket olarak adeta ortada yok. 22 Temmuz seçimlerine doğru giderken, MHP bu sessizliğini bozacak mı?

Devamı

Bir ülkede demokrasinin kurumsallaşması, kök salması ve sağlıklı biçimde gelişmesi için gereken en önemli unsurlardan biri muhalefettir. Muhalefet, iktidarın icraatlarının sorgulanması, ülke sorunlarına sadece iktidarın tek başına yönlendirdiği süreçle değil, müzakere ile çözümünün sağlanması ve farklı görüşlerin mecliste temsil edilmesine yaptığı katkılarıyla demokratik yönetim ve toplum anlayışının temel unsurları arasında yer alır.    Bir ülkede muhalefet ne kadar güçlü, tutarlı ve rasyonel ise iktidarın denetlenmesi, icraatlarının şeffaflık ve hesap verilebilirliğinin kitlelerce paylaşılması o kadar sağlıklı olur. Modern demokrasilerde muhalefetin temel fonksiyonu toplum adına iktidarı denetlemek, milletin çıkarlarını savunmak ve bir bütün olarak toplumun; ama aynı zamanda temsil ettiği tabanın hak ve çıkarlarını demokratik müzakereler aracılığıyla gündeme getirmek ve savunmaktır. Bu manada muhalefetin rolü demokrasiler açısından son derece önemli ve aynı zamanda yapıcıdır. Muhalefet demek iktidarın her yaptığına karşı çıkmak, yenilik ve reformlarını engellemek, ne pahasına olursa olsun iktidarı yıpratmaya yönelik söylemler geliştirmek değildir. Muhalefetin, toplumun ortak çıkarları söz konusu olduğunda, gerektiğinde iktidar ile rasyonel bir konsensüs oluşturmaya katkısı beklenir.

Amerika’nın 2007 itibariyle Irak’taki durumunun, bir çok uzman tarafından “bataklığa düştüğü” şeklinde tarif edilmesi oldukça aceleci bir okumadır. Amerika’nın Irak’ta “başarılı” olmasından ne anlıyoruz?Amerika, Irak işgalini ne yapsaydı başarıyla tamamlamış olurdu? Amerika’yı başarısız bulan okumaların bu suallere çok net cevapları olduğunu zannetmiyorum. Önümüzde tam tersi bir tablo söz konusu. Amerika’nın Irak işgaliyle birlikte elde ettiği en önemli kazanım, Ortadoğu politikasına tek küresel güç olarak el koyması oldu. Artık İran, Suriye, Türkiye ve Suudi Arabistan zaten sorunlu olan bölgesel politikalarını Amerikasız bir denklem içerisinde kurgulama ihtimalinden ciddi şekilde uzaklaştılar. Irak işgaliyle birlikte Kürt Sorunu bir Kürdistan sorunu, Iraklı Şiiler ise bölgesel Şii Kuşağı bağlamında ele alınma potansiyeline kavuştular.

22 Temmuz'da yapılacak genel seçimlere ilişkin gelişmeler kuşkusuz yakından takip ediliyor. Artık küreselleşen, iletişim ve medya araçlarının küçük bir köye çevirdiği dünyamızda bırakın ülke sınırları içinde ne olup bittiğini, binlerce kilometre uzaklıktaki ülke ve toplumlarda olan bitenleri de hemen öğreniyoruz. Ancak yaklaşan seçimler söz konusu olduğunda genelde seçim kampanyalarına özelde de parti mitinglere katılımın pek canlı olmadığını görüyoruz. Cumhuriyet mitingleri, cumhurbaşkanlığı seçimleri, 27 Nisan muhtırası ve Anayasa Mahkemesi kararı gölgesinde alınan erken seçim kararı sonrasında hızlı bir şekilde başlayan milletvekili aday adaylıkları, adayların kesinleşmesi ve seçim kampanyalarının başlaması süreçleri büyük bir heyecan uyandırmamış gibi görünüyor. Bu durumu sosyolojik olarak nasıl okuyabiliriz

“Kime sefer edeceğimi sakalımın kılı bilseydi, onu keserdim"

Sosyal ve demokrat sözcükleri ayrı ayrı düşünüldüğünde, üzerinde geniş kitlelerin ittifak edebileceği bir sevimliliğe sahip görünüyor. Sosyal demokrat tamlamasında da belli bir sıcaklık olmasına rağmen, “müttefik kitle” biraz daralıyor. Tamlamayı, Türkiye'deki temsilcisi CHP özeline indirgeyerek kullandığımızda ise geniş kitle-lerde soru işaretleri beliriyor. Üstelik merkez sağda kendisini konumlandıran AK Parti'nin bile zaman zaman “herkesten daha sosyal-demokrat” olduğunu dile getirmesi sosyal ve demokrat kavramlarının yeniden sorgulanmasını gerektirebilir. Zira söylem düzeyinde ve hatta uygulamada AK Parti'nin CHP'den daha demokrat olduğu rahatlıkla söylenebilir; sosyallik mevzuunda ise Baykal'ın partisinin Kasımpaşalı Erdoğan'ınkinden ileride olduğunu iddia etmek zor. Bunun açıklığa kavuşması için en azından uygulamayı görmek zorunda olmamız bile, Sosyalist Enternasyonal'den dışlanan Baykal için yenilgi sayılmalı.

Bir dönem Bill Clinton, Gerhard Schröder ve Tony Blair tarafından temsil edilen "Üçüncü Yol", Tony Blair'in görevden ayrılmasıyla beraber siyasi önemini büyük ölçüde yitirecek gibi görünüyor. Avrupa siyasetinin son yıllardaki önemli açılımlarından biri olan Üçüncü Yol, fikir babası Anthony Giddens gibi aydınlar tarafından tartışılmaya şüphesiz devam edecektir. Fakat siyasi-sosyal bir proje olarak Avrupa için bir yol haritası olacağına şüpheyle bakanların sayısı her gün biraz daha artıyor. 

İngiltere'de on yıllık başbakanlık görevini bırakan Tony Blair'in öncülüğünü yaptığı "Üçüncü Yol" hareketi, geleneksel sağ-sol ayrımlarını aşmayı hedefliyordu. Avrupa sağının muhafazakâr ve geleneksel değerleri benimseyen; fakat ekonomik alanda bireyci ve sermaye yanlısı tavrına karşı Avrupa solunun gelenek karşıtı; fakat sosyal adaletçi ve müdahaleci politikaları arasında sıkışıp kalan Avrupa siyasetini bu darboğazdan kurtaracak bir açılımdı Üçüncü Yol. 

Adalet ve Kalkınma Partisi beklendiği üzere seçimleri açık ara kazandı. 23 Temmuz son beş yıldan farklı olarak, Türkiye’nin bir çok konuda imtihandan geçeceği bir süreci de başlatmış bulunuyor. AK Parti küresel ile yerli oligarşi arasında, CHP kendi kısır siyasal patinaj dünyasında, MHP ise bir kez daha başka hesapların aparatı olup-olmama dilemması içerisine 23 Temmuz imtihanına giriyorlar. Türkiye’yi 23 Temmuz sonrasında iki yakıcı sorun bekliyor: İç (kısmen dış) siyasetin Kuzey Irak başlığı altına sıkışacak sorunlarla kilitlenmesi ve ekonomik istikrarın bundan sonrası için kendisine bir yön tayin etmesi.

Ortodoks iktisadî teorinin kendisini ahlaktan ayıralı hayli zaman oldu. İktisat ve ahlaktan bahsettiğimizde akla üç şey gelir. Pozitif iktisat, normatif iktisat ayrımı; akılcılık ve son olarak da iktisatta ahlakın yeri. Bu temel tartışmaları irdelemek için zaruri olan sualler ise; “İktisat ve ahlak (normatif yargılar) ne ölçüde birbirinden ayrılır?” ve “ahlakın bu ilişkideki yeri nedir?”.  

Berthold Brecht, "Augsburg Tebeşir Dairesi" adlı hikâyesinde, gerçek sevginin nasıl test edildiğini anlatır. Avrupa'daki 30 yıl savaşları sırasında Katolikler Augsburg şehrini ele geçirerek talan ederler.  

YEREL seçimlere kısa süre kala siyasette simgeler üzerinden yürütülen bir hareketlenme var. Sürpriz açılımlarıyla gündeme gelen CHP her ne kadar Türk seçmeninin hafızasını hafife alsa da 25 Aralık’ta SETA Vakfı’nda düzenlenen ‘22 Temmuz’dan 29 Mart’a Siyaset: CHP’ başlıklı panelden sonra edindiğim izlenim gerçeğin hiç de öyle olmadığını gösteriyor. Gazeteci yazar Tarhan Erdem, Doç. Dr. Tanju Tosun ve Doç. Dr. Nur Betül Çelik’in katılımıyla gerçekleşen panelin konusu geçen süre içinde CHP’yi değerlendirmek idiyse de konuşmalar medya’da ‘çarşaf açılımı’ olarak yer alan gelişmeye odaklandı.