Benim Üniversitem!

Üniversiteye adım attığım günü dün gibi hatırlıyorum. Kapıdaki asık suratlı bekçiyi, yüksek tavanlı koridorları ve hınca hınç dolu kayıt kuyruklarını hızla geçmiş ve "üniversite" denen şeyi aramaya koyulmuştum. Beni ve benim gibi binlerce genci kanatlandırıp yeni ufuklara götürecek büyük fikirleri, kitapları, hocaları, ders arkadaşlarını bulma arzumuz her şeyin önünde geliyordu. Ne kalabalık sınıflar, ne adımızı öğrenme zahmetinde bulunmayan yorgun ve bıkkın hocalar, ne her gün biraz daha farkına vardığımız katı ve boğucu ideolojik kamplaşmalar Gorki’nin "benim üniversitelerim" dediği ideayı aramamızın önünde bir engeldi. Görünürdeki bütün sıradanlığın ötesinde bir yerlerde, belki çalmaya henüz cesaret edemediğimiz kapıların birisinin arkasında aradığımız şeyi bulacaktık.

Devamı

11 Eylül'ün beşinci yılı: Muhasebe zamanı (1)

Amerika Başkanı Nixon’ın ünlü Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Çin’e yaptıkları bir ziyaret sırasında Çin devlet başkanına Fransız devrimi hakkındaki düşüncelerini sorar.Kissinger, Avrupa ve dünya tarihinin seyrini değiştiren bu büyük olayı Çin başkanının nasıl değerlendirdiğini merak etmekte ve üstü kapalı olarak Çin’in Batı’nın siyasi ideallerini ne zaman benimseyeceğini sormaktadır

Devamı

İdeal anlamda üniversiteler, doğaları ve kuruluş amaçları gereği bilgi üreten, donanımlı insan gücü yetiştiren ve bunun da ötesinde özgür düşünce, sivil toplum, demokrasi kültürü, karar süreçlerine katılma, şeffaflık, hesap verebilirlik ve sosyal sorumluluk gibi çağdaş değerlerin gelişimine katkıda bulunarak fikir ve düşünce hayatında topluma önderlik eden kurumlardır. Üniversitelerin ilk ortaya çıktığı dönemlerden beri bunun başarılı örneklerine rastlıyoruz. Kuşkusuz her üniversite, entelektüel hayatın canlılığına katkı sağlama ve Edward Said’in tabiriyle “Sessizlerin sesi olan” entelektüeller yetiştirme konusunda kendisinden beklenen fonksiyonu yerine getiremiyor.

ABD 1904 yılında Küba, Porto Rico, Guam ve Filipinlerin tamamını ele geçirdiğinde dönemin Amerikan Başkanı William McKinley bu ‘Yeni Roma’ idealini kayda değer bir şekilde ifade etmiş ve bunu ‘beyaz adamın yükü’ olan ‘medenileştirme misyonuyla’ birleştirmişti:  “…Bütün bu yerleri almaktan başka çaremiz kalmamıştı. Şimdi Filipinlileri eğitmemiz, medenileştirerek seviyelerini yükseltmemiz, Hıristiyanlaştırmamız ve İsa’nın da kendileri için olduğu insanlar olarak onlar için elimizden geleni yapmamız gerekiyor.” Amerika’nın askerî ve ekonomik bir imparatorluk olma ideali artık teolojik bir nitelik kazanmıştır. Başkan McKinley’den tam bir asır sonra Başkan Bush, Amerika’nın teröre karşı mücadelesini benzer referanslarla meşrulaştırmaya çalışıyor.

Geçtiğimiz Temmuz ayında Washington’da yapılan bir toplantıda ABD’nin eski Türkiye büyük elçilerinden biri AKP hükümetinin önünde duran büyük sorunları değerlendirirken, en büyük meydan okumanın AB üyeliği, ekonomik başarı yahut PKK meselesi değil, Türkiye’deki kültür savaşını kazanıp kazanmayacakları olduğunu söylüyor. Büyük elçiye göre AKP’nin meşruiyet savaşı, hükümet etme performansı değil, kültür savaşında izleyeceği politikalar tarafından belirlenecek.Büyük elçinin ifadesiyle bu ‘50 yıllık kültür savaşı’, AKP’nin ne kadar gündeminde bilemiyoruz. Fakat şu kadarı açık: Amerikalılar Türkiye’de yükselişe geçen Amerikan karşıtlığını büyük bir kültür savaşının parçası olarak görüyor

The German Marshall Fund (GMF) tarafından yayınlanan “Atlantik Ötesi Eğilimler” adlı araştırma, Türkiye’nin ABD’ye soğuduğunu, buna karşın İran’a yakınlaştığını gösteriyor. Türkiye dahil 12 Avrupa ülkesi ve ABD’yi kapsayan araştırmada “Türkiye Batı’ya sırtını mı dönüyor?” altbaşlığıyla aktarılan verilere göre Türklerin büyük çoğunluğu ABD ve Avrupa’ya mesafeli duruyor.

Barış gücünün tanımı ve kapsamı

Mavi miğferli, askeri elbiseli, Balkanlar, Ortadoğu ve Afrika gibi dünyanın çatışma bölgelerinde daha çok insani yardım amaçlı çalıştıkları tahmin edilen değişik uluslara mensup askerlerden oluşmuş birlikler. Farklı bir yaklaşıma göre ise daima gizli gündemleri olan emperyalizmin sinsi taşeronları. Barışgücü denince ortalama insanın zihninde oluşan tablo bu yaklaşımların ötesine geçememektedir. Türkiye’de özellikle Güney Lübnan’a barış gücü askeri gönderilmesi tartışılırken barış gücünün tanımı, faaliyet alanları ve siyasi anlamı üzerinde tam bir kafa karışıklığı söz konusudur. Lübnan’a barış gücü askeri gönderilmesini savunanlar ve eleştirenler de duygusal ve siyasi tepkiler göstermektedirler.

Devamı

Avrupa'nın Fransa'yla İmtihanı!

Fransa Meclisinin onayladığı sözde Ermeni soykırım yasası, gündemimizi uzun bir süre meşgul edecek. Fakat yasa Türkiye’den çok Avrupa ve AB için bir imtihan. Çünkü Avrupa’nın düşünce ve ifade özgürlüğü ilkesine sadık kalıp kalmayacağını, bu yasaya ilişkin tavrı belirleyecek.Öncelikle şunu belirtelim: Fransa’nın bu kararı siyasi bir provokasyon niteliği taşıyor. Batının kışkırtıcı hatalarına İslam dünyasından gelen her ölçüsüz tepki, Avrupa’daki muhafazakar ve ideolojik siyasi çevrelerin elini güçlendiriyor.

Devamı

Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 16.ncı Benedikt’in Türkiye ziyareti, Müslüman bir ülkeden çok sanki Ortodoks bir ülkeye yapılıyormuş gibi bir havaya büründü. Vatikan kökenli “Papa Müslümanlarla değil Ortodokslarla diyalog yapmaya geliyor” açıklaması, Türk medyasının dikkatinden kaçmadı ve pek çok ulusal gazetenin manşetine taşındı. Daha sonra “Müslümanlarla da diyalog kurulacak” açıklaması yapıldı ama bu zihinlerdeki şüpheleri pek gidermişe benzemiyor Papa’nın Türkiye ziyareti Katolik ve Ortodoks dünyalarını birleştirme yönünde atılmış tarihi bir adım olabilir mi? İki kilise ve dini otorite arasındaki bin yıllık bölünme, bundan sonra ortadan kalkabilir mi?

Tren kazası, raydan çıkma, duraklama, dondurma, vs. derken Türkiye’nin AB üyeliği belirsiz bir istikamette ilerliyor. Kıbrıs meselesinden dolayı müzakere sürecinin yavaşlatılması, bundan sonraki dönemle ilgili önemli ipuçları veriyor. Bu belirsizlik ve gerginlik ortamında AK Parti hükümeti AB üyeliği konusunda eski heyecan ve kararlılığını muhafaza edebilecek mi? Bugün Kıbrıs diyen AB, yarın başka konularda ayak diretecek ve müzakere sürecini fiilen sona erdirecek mi?Limanların açılması ve dolayısıyla Kıbrıs meselesinden dolayı müzakerelerin askıya alınması iki ihtimali gündeme getiriyor: Ya AB, çok ilkeli ve tutarlı bir politika izliyor ve temel prensiplerden taviz verilmeyeceğini söylüyor ya da AB’nin, Türkiye’nin üyeliği konusunda hala büyük şüpheleri var.

Mustafa Özel, 1993'te yayınladığı kitabına Amerikan Yüzyılının Sonu adını vermiş ve eklemişti: "Amerika'nın değil, Amerikan yüzyılının sonu". Soğuk Savaş sonrası dönemin doğum sancılarını tasvir eden bu ifade, geçerliliğini hâlâ koruyor. Birinci Körfez Savaşı, ayakta kalan tek süper güç Amerika'nın tek kutuplu dünyada verdiği ilk büyük imtihandı. Bu savaştan yara almadan çıkan Amerikan siyasi gücü, iki binli yılların başlarından itibaren inişe geçti. Irak Çalışma Grubu'nun yayınladığı Baker-Hamilton Raporu, bu inişin Ortadoğu'daki yansımalarını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

2007 yılı Türkiye için zor geçecek. Siyaset arenasında son dört yılın biriken hesaplaşmaları bu sene içerisinde farklı ‘mevziler’ üzerinden yürütülecek. AKP iktidarı, hükümete geldiği ilk iki yıl boyunca, ekonomik alanda küresel likiditenin sağladığı rahatlama, siyasal boyutta ise Irak işgaline ortak olmamanın sağladığı imkanları bu yıl içerisinde bulamayacak. Nerdeyse tamamen ‘rölantide’ geçen 2006 senesinin ardından, tehir edilmiş birçok sorun ve dosya ülke gündemini işgal edecektir. İşte bu müşkilatlı tablo içerisinde, Türkiye’nin en can alıcı sorunlarının başında, son 5 yılın oldukça avantajlı küresel şartlarına rağmen, ekonomik yönsüzlüğü aşacak adımların atılamamış olması gelmektedir

13-14 OCAK’TA Ankara’da yapılan “Türkiye Barışını Arıyor” başlıklı konferansta Kürt sorununda gelinen nokta ve barışın tesisi için muhtemel çıkış yolları tartışıldı. Konferansın düzenleyicileri, “her türlü şiddet ve ayrımcılığı reddeden; çözümü Türkiye’nin iç dinamiklerinde arayan; yaşananların, herkesin ortak acısı olduğu gerçeğinden hareket eden ve sosyal barışı, sosyal adaletten ayrı düşünmeyen herkese sesleniyoruz” diyerek toplumsal barış ve adalete inanan herkese çağrıda bulundu

KÜ­RE­SEL ka­pi­ta­list sis­te­min “gö­rü­nen den­ge­le­ri” sa­na­yi dev­ri­min­den be­ri ya­şan­ma­mış ye­ni bir dö­nü­şü­mün işa­ret­le­ri­ni ve­ri­yor. Son bir­kaç yıl­dır Ku­zey’in he­ge­mo­nik gü­cü­ne ka­fa tu­ta­cak ye­ni bir ik­ti­sa­di gü­cün yük­se­liş­te ol­du­ğu ger­çe­ği net bir şe­kil­de gö­rü­lü­yor. Bu gü­cün ad­re­si özel­lik­le As­ya. Yük­se­len eko­no­mi­ler şek­lin­de isim­len­di­ri­len bu ül­ke­ler ne­re­dey­se dün­ya nü­fu­su­nun %80’ine sa­hip­ler. 1970’te dün­ya ih­ra­ca­tı­nın sa­de­ce %20’si­ni ya­pa­bi­len bu eko­no­mi­ler, bu­gün kü­re­sel ih­ra­ca­tın %45’e ya­kı­nı­nı ger­çek­leş­ti­ri­yor­lar.

29 EKİM’DE ku­ru­lan Tür­ki­ye Cum­hu­ri­ye­ti’nin gü­neş bur­cu ‘ak­rep’miş; hiç dü­şün­me­miş­tim, ye­ni öğ­ren­dim. Ak­re­bin sok­mak dı­şın­da­ki olum­suz özel­lik­le­rin­den bi­ri, ha­ta­la­rıy­la yüz­le­şe­me­me­si­dir. Cum­hu­ri­yet’in ken­di ta­ri­hiy­le il­gi­li ola­rak, özel­lik­le de gay­rı Türk va­tan­daş­la­rı­nın ba­şı­na ge­len­ler söz ko­nu­su ol­du­ğun­da ken­di­siy­le yüz­leş­mek­te zor­lan­dı­ğı ke­sin. Yüz­leş­mek bir ya­na, im­pa­ra­tor­luk­tan ulus-dev­le­te mi­ras ka­lan ve ho­mo­jen bir Türk ulu­su­nun ba­şa­rıy­la yon­tul­ma­sı önün­de hep en­gel ola­rak gö­rü­le­ge­len Kürt­ler, Rum­lar, Er­me­ni­ler ve Ya­hu­di­ler’le olan so­run­la­rı­mız en azın­dan üs­lup dü­ze­yin­de sür­dü­rü­lü­yor.

Demokrat Parti 1950 seçimlerine "Yeter! Söz Milletindir!" sloganıyla girdiğinde en büyük şoku, CHP'liler ve seçmen vatandaş, yani milletin kendisi yasamıştı. Rivayet olunur ki CHP'liler bu slogandan ve o meşhur "Dur!" diyen el posterinden o kadar etkilenirler ki afişi hazırlayan mimar Selçuk Milar'dan CHP için de bir poster hazırlamasını isterler.Milar, CHP'li vekillere posterindeki cümleyi aynen tekrar eder ve halk oyuyla CHP'nin artık gitmesi gerektiğini söyler.

Moderniteye hususi bir tarihi tecrübe olarak baktığımızda pek çok temel özelliğinden bahsedebiliriz. Bu tecrübeyi oluşturan ekonomik ve siyasi şartlar, Batı medeniyetinin Greko-Romen ve Yahudi-Hıristiyan kökleri, Reformasyon sonrasında yaşanan gelişmeler, Avrupa sömürgeciliği ve yeni kıtaların keşfi, kapitalizmin ortaya çıkısı, ulus-devlet gibi unsurlar, herhangi bir modernite tartışmasının değinmek zorunda olduğu konulardır.Biz burada modernitenin iki kurucu unsuru olan özgürlük ve rasyonalite kavramları üzerinde duracağız. Bu iki unsur, moderniteyle ortaya çıkan yeni yaşam biçimlerinin de temelinde yer alır.

Amerika’nın dış politika yapım sürecine etkide bulunan önemli düşünce kuruluşlarından Council on Foreign Relations’ın başkanı Richard N Haas, Foreign Affairs Dergisi’nin Kasım/Aralık 2006 tarihli sayısında “The New Middle East1” (Yeni Ortadoğu) başlıklı bir makale yayımladı. Haas, makalesinde Ortadoğu’da Soğuk Savaş sonrası şekillenen Amerikan hegemonyasının sona erdiğini ve bölgede yeni bir döneme girildiğini vurgulamakta. Savaşın mimarlarından Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ara seçim hezimetinin ardından istifa etmek zorunda kaldı. Richard Perle, Eliot Cohen ve Kenneth Adelman gibi neo-conların önde gelen isimleri Irak konusunda mevcut politikanın bazı noktalarının yeniden gözden geçirilmesinin gerekebileceğini dile getirdiler2. 

Geçen sene Suriye’ye yaptığı resmi ziyareti ABD ve İsrail’den gelen yoğun baskılara rağmen iptal etmeyen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 6- 9 Haziran tarihleri arasında bu kez İsrail ve Filistin’e resmi bir ziyaret yapacak. Filistin’de ekonomik krizin artık insani bir facia boyutuna geldiği, İsrail’de yapılan seçimler sonrasında Başbakan Ehud Olmert’in tek taraflı sınır belirleme planını uluslararası gündeme taşıdığı bugünlerde bölgedeki durum ayrı bir öneme sahip.

Hamas ile El-Fetih arasında Mayıs 2006’dan bu yana süren, referandum önerileri, erken seçim tehditleri, çatışmalar, ateşkesler arasında gidip gelen pazarlıklar nihayetlendi ve Filistin “ulusal birlik” hükümetine uzun bir bekleyişten sonra kavuştu. 17 Mart itibariyle yeni hükümet güvenoyunu aldı. Hamas-El Fetih militanları arasındaki çatışmaların bir iç savaşa dönüşebileceği kaygısından bu noktaya gelinmiş olması memnuniyet verici.  Ancak Ulusal Birlik Hükümeti ile Filistin için yeni bir dönemin başlayacağını söylemek ne yazık ki pek mümkün gözükmüyor