Ortadoğu ve Güneydoğu arasındaki Türkiye

Türk kamuoyunda Irak ile ilgili tartışmalar, kısa süre öncesine değin, suni bir şekilde Kerkük referandumu üzerinde düğümlenmişti.

Devamı

SETA panelinde, 4 Mart 2010 tarihinde ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu’nun karar tasarısı sonrası Türkiye-Ermenistan normalleşme süreci masaya yatırıldı. SETA PANEL Oturum Başkanı: Taha Özhan, SETA Konuşmacılar: Bülent Aras, İTÜ Nasuhi Güngör, Star Gazetesi Tarih: 9 Mart 2010, Salı Saat: 16.00 – 18.00 Yer: SETA, Ankara

Irak, seçimlerle daha istikrarlı bir dönemin kapısını aralamayı ümid ediyordu. Sadece son otuz yılda, Irak’ta ölen insan sayısı iki milyonun üzerinde ...

Soğuk Savaş yılları kanat ülkeleri için oldukça trajik sonuçlar doğurmuştur. Bu ülkelerden Türkiye, Batı blokunun 'sıradan bir kanat ülkesi' olarak on yıllarını harcadı. 1970'de 1.5 milyar dolar olan ticaret hacmi, 1980'de 10,5 milyarı ancak bulacaktı. Soğuk Savaşın bittiği ilan edilirken toplam ticaret hacmimiz sadece 25 Milyar dolardı. Bu tabloya biraz dikkatlice bakan her vicdan sahibi, Türkiye'nin sıradan bir kanat ülkesi olmasının bedelini rahatlıkla görebilir.

Ortadoğu'da daha önce görülmedik ölçekte bir diplomatik hareketlilik gerçekleşiyor. Bu hareketlenme Ortadoğu'dan Afrika'nın içlerine alışılmış siyasi kalıpları kırıyor. Türkiye bu hareketliliğin merkezinde yer alıyor ve itici gücü rolünü oynuyor. Türkiye artık sadece komşu ülkeleri ilgilendiren sorunlarla sınırlı kalmayarak, Afro- Avrasya coğrafyasındaki tüm sorunların çözümünde meşru bir aktör haline geldi. Türkiye'nin mücavir alanlardaki meşruiyeti, bölge ülkelerini Türkiye'yi yanlarına çekme yarışına itti. Türkiye ile beraber hareket etmek hem iç politikada hem de dış politikada rahatlama sağlıyor. Türkiye'nin dahil olduğu platformlar yeni bir çerçeveden, sonuç üretecek inisiyatiflere dönüşüyor. Bu girişimler aynı zamanda bir araya gelmeleri zor aktörleri sorun çözme hedefi etrafında birleştirerek, Kafkasya, Balkanlar ve Ortadoğu gibi coğrafyalarda uluslararası ilişkiler kültürünü dönüştürüyor. Kahire'de gerçekleşen Darfur donörler toplantısı Ortadoğu'nun değişen dengelerinin anlaşılması açısından önemli bir girişim. Piramitler ve Nil Nehri'ni karşısına alan yeni Kahire'de gerçekleştirilen toplantının salonuna girince fark edilen resim aslında yaşanan süreci oldukça güzel özetliyor. Yönetim masasında Türkiye ve Mısır dışişleri bakanları yönetici sıfatıyla, İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreteri ise toplantıyı himayesi altına almak üzere oturuyor.

Yeni bir Siyasal Sisteme Doğru

Kamuoyu ilk defa bir anayasa değişikliği ile karşılaşmıyor. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana dört tane anayasa ve sayısız değişiklikler yapıldı.Her bir anayasa ve değişiklik paketi, oluşturulduğu dönemin siyasal ve toplumsal koşulları göz önünde bulundurularak hazırlandı ve yürürlüğe konuldu. 1921 Anayasası 1924'te yepyeni bir anayasa ile yer değiştirdi. Tek Parti dönemi boyunca neredeyse her CHP kurultayından sonra 1924 Anayasası değişikliğe uğradı. 1961'de askeri darbe sonrasında sadece Anayasa değil, siyasal sistem de değiştirildi. 12 Mart muhtırasından sonra 1961 Anayasası ciddi değişikliklere tabi tutuldu; özerk kurumların özerklikleri daraltıldı ve bireysel, toplumsal ve siyasal özgürlükleri daraltan düzenlemeler yapıldı. 12 Eylül darbesinden sonra yapılan yeni anayasa ile 1961'in özerk kurumlarının sistem içindeki ağırlığı mahfuz tutulmak kaydıyla, 12 Mart'ın açtığı otoriter zihniyet son haddine vardırıldı.

Devamı

Arabulucu Değil, Oyun Kurucu Dış Politika

Türk dış politikasında Mayıs 2010 ile yeni bir dönem başladı. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri bakanı olmasıyla birlikte dış politika ve iç politika arasında yeni bir denge kuruldu. Dış politika içerideki kısır çekişmelerin prangasından kurtularak, hareket alanını genişletti. Dış politika yapıcılar Türkiye’nin son on yıldaki müspet gelişmelerinden aldığı enerjiyi, pozitif bir gerilimle mücavir bölgelerle entegrasyon ve barış çabaları şeklinde dışarıya yansıtıyor. Türkiye’nin dış politika hamleleri komşularla sorunların çözümüne, bölgenin güvenliği ve istikrarına ve ülkenin uluslararası prestijinin artmasına katkıda bulunuyor.

Devamı

Bugün, kurumlar arası çatışma, askeri vesayet, juristokrasi, sivil dikta, vb. kavramları yardıma çağırarak tartıştığımız meselelerin tamamı, siyasi iktidarı kimin ne ölçüde kullanacağıyla ilgili bir mücadelenin ürünü. 1960’dan beri, atanmış bürokratik iktidarla seçilmiş siyasi iktidarlar arasında cereyan eden bu mücadele, geçen hafta yargı ve yürütmenin en yetkili ağızlarından açık bir şekilde kamuoyuna da ilan edildi. Yargıtay başkanının “yürütmenin yargıyı kuşatma altına almak istediğine” dair sözleri, başbakan tarafından “yasama ve yürütmenin zaten yargı kuşatması altında olduğu” sözleriyle karşılandı.Bu durum, 1990’lardan beri çıkmaza giren 27 Mayıs siyasal sisteminin bu haliyle sürdürülemediğinin ve bir an önce mevcut toplumsal ve siyasal dinamikleri hesaba katan yeni bir siyasal denklem kurmanın kaçınılmaz olduğunun en açık göstergesi olarak okunabilir.

Washington, Başbakan Erdoğan'ın ziyaretinden hemen önce Türkiye ile ilgili sıcak tartışmalara şahit oldu. Tartışmaların gerçekleştiği yerler Temsilciler Meclisi, German Marshall Fonu ve Woodrow Wilson Center. Bu üç ev sahibi kurum tartışmaların ciddiye alındığının göstergesi. Doğan medyasına vergi cezası, Türkiye'de muhafazakârlaşma, hayat tarzı baskıları, dış politikanın yönü, insan hakları ve demokratikleşme tartışmalarda ele alınan konular. Washington'da yaşayan ve Türkiye'yi yakından izleyen Türk ve Amerikalı akademisyenlerle gazeteciler tartışmaların içeriğinden ziyade, karşılıklı siyasi pozisyonların öne çıktığını söylüyorlar. Bu tartışmaların en fazla öne çıkanı Temsilciler Meclisi'nde gerçekleşen Türkiye'de insan hakları, demokrasi ve basın özgürlüğü konulu toplantı olmuş. Bu toplantıda Sedat Ergin ve İhsan Dağı'nın özellikle Doğan medyasına kesilen vergi cezası üzerinden yaptıkları tartışma herkesin dilinde.

ERMENİSTAN’LA futbol diplomasisi ile gündeme gelen açılım süreci, diplomatik ilişkilerin kurulmasını ve ikili ilişkilerin güçlendirilmesini öngören normalleşme protokolü üzerinde uzlaşmaya varılması ile devam ediyor. Her iki ülke kamuoyunda tartışmalara ve eleştirilere neden olan protokoller, Ekim ayı ortası itibarıyla iki ülkenin parlamentolarında onaylanmak için gündeme alınacak. İki ülke ilişkileri bugüne kadar korku, nefret, mağduriyet ve ihanet söylemlerinin ağır bastığı negatif bir duygusallıkla şekillendi. Birbirine taban tabana zıt ve karşılıklı suçlamalara dayanan bu duygusal söylemler, ortak bir iletişim dilinin oluşmasını engelliyordu. Ortak tarih komisyonu kurulması, sınırların tanınması ve açılması ve diplomatik ilişkilerin tesisi gibi daha somut konuların müzakere edilmeye başlanması, taraflar arasında ortak bir dilin oluşabilmesine kapı araladı.

İran'da sayıları 50 milyona yaklaşan seçmenin tahminlere göre yarısı 12 Haziran'da yeni cumhurbaşkanını seçmek için sandık başına gidecek. Seçimin ilk aşamasında adaylar kullanılan oyun yüzde 50'sini alamazsa, en yüksek oyu alan iki aday ikinci turda yarışıyor. İran'da seçmenler kaydedilmiyor ve isteyen istediği yerde oy kullanabiliyor. Sokaklara kurulan masalarda ya da gezici seyyar sandıklarda oy kullanmak mümkün. Anayasayı Koruma Konseyi çok sayıda aday arasından dördünün seçime katılmasına izin verdi. İran'da aday olmak serbest, ancak yarışa katılmak konseyin onayına bağlı. Adaylara devlet kontrolündeki televizyon ve radyolarda propaganda olanağı tanınıyor. Seçimlerle ilgili en renkli tartışmalar gazeteler ve internet medyasında yer alıyor. 1990'lı yıllardan itibaren İran'da muhafazakâr, merkez ve reformist olmak üzere üç siyasi eğilim dikkat çekiyor.

Irak'ta seçimler sonuçlansa da tartışmalar bitmiş değil. Adalet ve Sorgulama Kurumu, Baas’la ilişkileri olduğu gerekçesiyle Sünnilerden seçimi kazanan 6 ismi liste dışı bırakabilir. Bu gelişme Allavi‘nin Başbakanlık hesaplarını ortadan kaldırabilir.

Washington 36 ülkeden devlet başkanı, 10 ülkeden delegasyon düzeyinde katılım ile II. Dünya savaşından bu yana yapılan en üst düzey toplantıya ev sahipliği yaptı. Nükleer güvenlik zirvesinin resmi konu başlığının dışındaki en ateşli konusu İran’dı. İran ise Washington zirvesine alternatif ama oldukça naif başka bir toplantıyı, ‘Herkese Nükleer Enerji, Hiç Kimseye Nükleer Silah’ zirvesini 17-18 Nisan’da düzenliyor. Nükleer tartışmalar üzerinden gerilimin yükselmesinin asıl sebebi ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yönelik bir yaptırım planını hayata geçirmek istemesi.

Saldırının hedefi Türkiye’yi küçük düşürmek ve Türkiye’nin ne kadar risk alabileceğini ölçmektir.

İsrail'in Gazze'ye yönelik insani yardım taşıyan gemilere yönelik sert askeri müdahalesinin yarattığı tartışmalar dinmeden, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) İran'a yönelik yaptırımların oylanması gündeme geldi. İsrail'in uyardım gemilerine sert müdahalesi karşısında sert bir cevap veren Türkiye, BMGK'de yapılan oylamada Brezilya ile birlikte yaptırımlara "hayır" oyu verdi. Başka türlüsünü beklemek de imkansızdı. Nitekim iki ülke 17 Mayıs'ta İran'ı ikna ederek "uranyum takas anlaşması" imzalamıştı. Bütün bu gelişmeler bir kez daha şu soruyu gündeme getirdi; "Türkiye eksen mi değiştiriyor, yüzünü Doğu'ya mı dönüyor?" Tüm bu soruları, Türkiye'nın dış politikasını yakından izleyen SETA Vakfı'nın Genel Koordinatörü Taha Özhan'a sorduk. Özhan yaşananları, "Türkiye 'Ankara merkez'li politikanın meyvelerini topluyor" diye özetledi.

Sonuç kısmında dillendirilmesi adet olanı başta söyleyim; medyatik (araçsal) görüntüde söz konusu olan, varlığın gerçekliğini kendi iradesiyle ortaya koyması değil, onun gerçekliğinin kendisi dışındaki araçlar tarafından elde edilmiş görüntüsünün yeniden sunumudur. İHH’nin Gazze ablukasına yönelik “insani yardım” girişimi gayri insani bir karşılık görerek “kahraman” İsrail komandoları tarafından püskürtüldü. Gerçi karşılarında plastik sandalye gibi hiç de alışık olmadıkları bir mukavemet aracını gören “seçkin birlikler” kısa süren bir bocalama dönemi yaşadılar; ama bütün dünyanın şahit olduğu gibi bu bocalama kısa sürdü ve ardından doğal savaşçı refleksin harekete geçmesiyle tam otomatik silahların tetiğine davranan parmaklar insani yardımı yarıp geçti.

PKK, iktidarı geçmiş dönemlerdeki güvenlikçi perspektife mahkûm ederek tuzağına düşürmek ve toplumsal desteğini azaltmak istiyor.  

Terör ve şiddet ülkemizin geleceği ve kalkınması için harcanması gereken kaynakların bir kısmını tüketiyor, sosyal barışı tehdit ediyor ve ince gücüne zarar veriyor. Demokrasi, insan hakları, eşitlik, özgürlük ve adalet gibi değerlerin toplumsal barış, ulusal, bölgesel ve küresel ilişkiler açısından önem taşıdığının sık sık vurgulandığı günümüzde, bu değerlerle çelişen şiddet ve terör eylemlerinde göze çarpan bir artış var. Terörün ekonomik maliyetinin yüksekliğini biliyoruz. İstikrar ve barış ortamında bu zararlar zaman içinde telafi edilebilir. Ancak insani ve toplumsal maliyetinin telafi edilmesi mümkün olmayacaktır, terör ve şiddet sarmalı yeni hedef ve düşmanlar yaratmakta, bireysel ve toplumsal travmalara yol açmaktadır.

ABD seçim sistemi, Kongre’nin yapısı, bağış kampanyaları gibi prosedürel uygulamaları başarıyla kullanan İsrail lobisi, Demokratlar’ı ürküterek Obama’yı İsrail konusunda geri adım atmaya zorlamıştır. Türk-Amerikan ilişkilerinin görünmeyen üçüncü ortağı hep İsrail’di. İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan beri stratejik bir çerçeveye oturan bu ilişki, İsrail’i de zaman zaman seviyesi değişmekle birlikte hep yanında tutmuştur. Nasıl ki Türkiye-ABD ilişkilerinde zaman zaman krizler yaşanmışsa, Türk-İsrail ilişkilerinde de krizler yaşanmış, ancak Türk-Amerikan ilişkilerinde olduğu gibi burada da ilişkilerin şimdiki gibi sona erme noktasına varması daha önce görülmemiştir. Yeni olan Türk-İsrail ilişkilerinin sona ermeye doğru yol alması, bu gidişatın ise Türkiye-ABD ilişkilerini nasıl etkileyeceğinin henüz kestirilemiyor olmasıdır. Üç ülke de gidişatın ne sonuç doğuracağını bilemiyor, sonucu kontrol etmeye çalışıyor. Bu üçlü ilişkinin asıl kahramanı olan Washington’daki İsrail Lobisi, olanları büyük heyecanla izlerken, Türkiye ile İsrail arasında yaşanan gerginliği, Türk-Amerikan ilişkilerini gererek kontrol altına almaya çalışıyor, İsrail’le gerilen ilişkiler konusunda adeta Türkiye’yi tehdit eder bir politika izlemekte beis görmüyor.