Türkiye'yi kaybetmek

The German Marshall Fund (GMF) tarafından yayınlanan “Atlantik Ötesi Eğilimler” adlı araştırma, Türkiye’nin ABD’ye soğuduğunu, buna karşın İran’a yakınlaştığını gösteriyor. Türkiye dahil 12 Avrupa ülkesi ve ABD’yi kapsayan araştırmada “Türkiye Batı’ya sırtını mı dönüyor?” altbaşlığıyla aktarılan verilere göre Türklerin büyük çoğunluğu ABD ve Avrupa’ya mesafeli duruyor.

Devamı

Barış gücünün tanımı ve kapsamı

Mavi miğferli, askeri elbiseli, Balkanlar, Ortadoğu ve Afrika gibi dünyanın çatışma bölgelerinde daha çok insani yardım amaçlı çalıştıkları tahmin edilen değişik uluslara mensup askerlerden oluşmuş birlikler. Farklı bir yaklaşıma göre ise daima gizli gündemleri olan emperyalizmin sinsi taşeronları. Barışgücü denince ortalama insanın zihninde oluşan tablo bu yaklaşımların ötesine geçememektedir. Türkiye’de özellikle Güney Lübnan’a barış gücü askeri gönderilmesi tartışılırken barış gücünün tanımı, faaliyet alanları ve siyasi anlamı üzerinde tam bir kafa karışıklığı söz konusudur. Lübnan’a barış gücü askeri gönderilmesini savunanlar ve eleştirenler de duygusal ve siyasi tepkiler göstermektedirler.

Devamı

Fransa Meclisinin onayladığı sözde Ermeni soykırım yasası, gündemimizi uzun bir süre meşgul edecek. Fakat yasa Türkiye’den çok Avrupa ve AB için bir imtihan. Çünkü Avrupa’nın düşünce ve ifade özgürlüğü ilkesine sadık kalıp kalmayacağını, bu yasaya ilişkin tavrı belirleyecek.Öncelikle şunu belirtelim: Fransa’nın bu kararı siyasi bir provokasyon niteliği taşıyor. Batının kışkırtıcı hatalarına İslam dünyasından gelen her ölçüsüz tepki, Avrupa’daki muhafazakar ve ideolojik siyasi çevrelerin elini güçlendiriyor.

Mustafa Özel, 1993'te yayınladığı kitabına Amerikan Yüzyılının Sonu adını vermiş ve eklemişti: "Amerika'nın değil, Amerikan yüzyılının sonu". Soğuk Savaş sonrası dönemin doğum sancılarını tasvir eden bu ifade, geçerliliğini hâlâ koruyor. Birinci Körfez Savaşı, ayakta kalan tek süper güç Amerika'nın tek kutuplu dünyada verdiği ilk büyük imtihandı. Bu savaştan yara almadan çıkan Amerikan siyasi gücü, iki binli yılların başlarından itibaren inişe geçti. Irak Çalışma Grubu'nun yayınladığı Baker-Hamilton Raporu, bu inişin Ortadoğu'daki yansımalarını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

13-14 OCAK’TA Ankara’da yapılan “Türkiye Barışını Arıyor” başlıklı konferansta Kürt sorununda gelinen nokta ve barışın tesisi için muhtemel çıkış yolları tartışıldı. Konferansın düzenleyicileri, “her türlü şiddet ve ayrımcılığı reddeden; çözümü Türkiye’nin iç dinamiklerinde arayan; yaşananların, herkesin ortak acısı olduğu gerçeğinden hareket eden ve sosyal barışı, sosyal adaletten ayrı düşünmeyen herkese sesleniyoruz” diyerek toplumsal barış ve adalete inanan herkese çağrıda bulundu

Moderniteye hususi bir tarihi tecrübe olarak baktığımızda pek çok temel özelliğinden bahsedebiliriz. Bu tecrübeyi oluşturan ekonomik ve siyasi şartlar, Batı medeniyetinin Greko-Romen ve Yahudi-Hıristiyan kökleri, Reformasyon sonrasında yaşanan gelişmeler, Avrupa sömürgeciliği ve yeni kıtaların keşfi, kapitalizmin ortaya çıkısı, ulus-devlet gibi unsurlar, herhangi bir modernite tartışmasının değinmek zorunda olduğu konulardır.Biz burada modernitenin iki kurucu unsuru olan özgürlük ve rasyonalite kavramları üzerinde duracağız. Bu iki unsur, moderniteyle ortaya çıkan yeni yaşam biçimlerinin de temelinde yer alır.

Ortadoğu'da Kriz ve Değişim: Amerikan Hegemonyasından Güçler Dengesine Geçiş

Amerika’nın dış politika yapım sürecine etkide bulunan önemli düşünce kuruluşlarından Council on Foreign Relations’ın başkanı Richard N Haas, Foreign Affairs Dergisi’nin Kasım/Aralık 2006 tarihli sayısında “The New Middle East1” (Yeni Ortadoğu) başlıklı bir makale yayımladı. Haas, makalesinde Ortadoğu’da Soğuk Savaş sonrası şekillenen Amerikan hegemonyasının sona erdiğini ve bölgede yeni bir döneme girildiğini vurgulamakta. Savaşın mimarlarından Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ara seçim hezimetinin ardından istifa etmek zorunda kaldı. Richard Perle, Eliot Cohen ve Kenneth Adelman gibi neo-conların önde gelen isimleri Irak konusunda mevcut politikanın bazı noktalarının yeniden gözden geçirilmesinin gerekebileceğini dile getirdiler2. 

Devamı

Sezer'in Ortadoğu Ziyareti ve Filistin'de İnsani Kriz

Geçen sene Suriye’ye yaptığı resmi ziyareti ABD ve İsrail’den gelen yoğun baskılara rağmen iptal etmeyen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 6- 9 Haziran tarihleri arasında bu kez İsrail ve Filistin’e resmi bir ziyaret yapacak. Filistin’de ekonomik krizin artık insani bir facia boyutuna geldiği, İsrail’de yapılan seçimler sonrasında Başbakan Ehud Olmert’in tek taraflı sınır belirleme planını uluslararası gündeme taşıdığı bugünlerde bölgedeki durum ayrı bir öneme sahip.

Devamı

Hamas ile El-Fetih arasında Mayıs 2006’dan bu yana süren, referandum önerileri, erken seçim tehditleri, çatışmalar, ateşkesler arasında gidip gelen pazarlıklar nihayetlendi ve Filistin “ulusal birlik” hükümetine uzun bir bekleyişten sonra kavuştu. 17 Mart itibariyle yeni hükümet güvenoyunu aldı. Hamas-El Fetih militanları arasındaki çatışmaların bir iç savaşa dönüşebileceği kaygısından bu noktaya gelinmiş olması memnuniyet verici.  Ancak Ulusal Birlik Hükümeti ile Filistin için yeni bir dönemin başlayacağını söylemek ne yazık ki pek mümkün gözükmüyor

Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaştıkça Türkiye’deki siyasetin tansiyonu yükseliyor. Acaba bunu doğal mı karşılamak lazım? Yoksa bu, Türkiye siyasetinin derinlerdeki bir arızasına mı işaret ediyor?Aristo “insan siyasi bir varlıktır” (zoon politikon) dediğinde acaba siyasetin de insani bir şey olması gerektiğini ima ediyor muydu? Siyaseti insanların yapıyor olması, onun özünde insani bir şey olduğu anlamına gelmiyor. Siyaseti gücü yönetme sanatı olarak görenlerin, kendi başlarına bırakıldıklarında insanlığa huzur ve mutluluktan ziyade yıkım ve gözyaşı getirdiğini defalarca gördük. Farabi’nin ifadesiyle siyasete “medeni” bir boyut katılmadığında ortaya çıkan şey ancak bir siyaset parodisi olabilir.

Soğuk Savaş nükleer rejiminin en çarpıcı eleştirilerinden biri, sinemanın dâhi yönetmenlerinden Stanley Kubrick’in kara komedisi Dr Strangelove’da ironik bir şekilde ortaya konmuştur. General Jack D. Ripper şizofrenik vehimleri ve teorileri nedeniyle Sovyetlere nükleer saldırı emri verir. Durumdan haberdar olan Amerikan başkanı, Sovyet liderini yanlışlıktan haberdar etmek üzere arar. 

Gürcistan’ın G. Osatya’ya girmesiyle başlayan Rusya ve Gürcistan arasındaki sıcak bir çatışmayla gözler Kafkaslar’a çevrildi. Ama kazan uzun zamandır kaynıyor. Öyle anlaşılıyor ki İslam dünyasında dondurulmaya çalışılan çatışmaların yerini Avrasya’da etnik ve dini temelli sıcak çatışmalar alacak. Ufak etnik çatışmalar dahi giderek jeopolitik mücadelelerin fay hatlarına dönüşecektir ve taraflar büyük güçler veya koalisyonlar olacak.

Cumhurbaşkanlığı seçimi, Türk siyasetinin bazı temel sorunlarını tekrar gündeme getirdi. "Kim olsun, kim olmasın?" tartışmasına kilitlenen süreci daha farklı ele alabilsek, Türkiye'deki siyasi kültür üzerine daha sağlıklı değerlendirmeler yapabiliriz belki.Merkezî devletin alanı, çevreyi de sivil toplum alanı olarak kabul edersek, Türkiye'de bu ikisi arasındaki ilişkinin baştan beri yanlış kurgulandığını söyleyebiliriz.

Cumhurbaşkanlığı seçimi Türk siyasetinin temel sorunlarını ortaya koyan bir süreç olarak ilerliyor. Aday açıklanana kadar yapılan tartışmalar ve alınan tavırlar, içinde yaşadığımız ideolojik kutuplaşmanın ne kadar derinlere gittiğini gösteriyordu. İlk oylamayla yaşananlar, bu kutuplaşmanın daha uzun bir süre Türkiye'yi germeye devam edeceğini gösteriyor. Bütün bunlara şimdi Genelkurmay Başkanlığı'ndan gelen açıklama yahut Oktay Ekşi'nin ifadesiyle "muhtıra" eklendi. Muhalafetin tek hedefi, AK Partili bir ismin Köşk'e çıkmasını engellemek.

Geçen Nisan başında Amerika’nın Irak’ı işgal edişinin 4. yılına girerken, dünya işgalden daha çok İran’ı konuşuyordu. Yine işgalin başlangıcının yıldönümü olan Mart sonunda 15 İngiliz askerini esir alan İran, bir bakıma 3000 yıllık Pers-Sasani diplomasi tecrübesini konuşturdu.

Türkiye, ne yöneticileri ne de diğer uluslararası aktörler tarafından ihmal edilemeyecek bir coğrafyada yer alıyor. Zaten onun selefi Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle son iki yüzyılından itibaren hiçbir küresel güç ya da küresel güç namzedi, Türkiye topraklarında olup bitenlere bigane kalabilmiş değil. Her ne kadar son aylarda milletçe iç gündemin tartışmalarına kilitlenmiş olsak da, dışarıda işleyen süreç kendi mecrasında akmayı sürdürüyor. Bakalım, gözlerimizin dışarıya kapalı kaldığı bu sürecin faturası, önümüze ne zaman ve ne şekilde gelecek?Irak’ta cenazeler kaldırılmaya, yeni cenazeler için mezarlar açılmaya devam ediyor.

  19. yüzyılda güçlü bir şekilde ortaya çıkan Batı sömürgeciliğinin arkasında yatan felsefi, ekonomik, siyasi ve kültürel temelleri hakkında neler söyleyebilirsiniz? 19. yüzyılda artık rafine bir program haline dönüşen sömürgecilik arızi bir gelişme değil Batı felsefesinin pişirdiği kapitalizmin oldukça tabii bir neticesi olarak okumak lazım. Öyle ki, 1788 tarihli Britanya “Köle Ticareti Düzenlemesi” yasası altında, köle gemilerine sıkıştırılacak köle sayısında azami verimlilik sağlamak üzere gemiler inşa edilmiştir.

Amerika’nın Irak’ı işgalini farklı dinamikler üzerinden okumak mümkündür. İşgal öncesinde en sık duyduğumuz argümanlar “petrol”, “İsrail’in güvenliği” veya “Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)” odaklıydı. Bu argümanların her birisinin Irak’ı işgalde belli bir rol oynadığı muhakkaktır. Lakin Irak’ın işgalini açıklamak için bize yeterli bir siyasal tafsilat alanı sağlamamaktadır. Irak’ın işgal edilmesini mümkün kılan en önemli olay 11 Eylül’dür.

Türkiye son dört yılda dış politikada belli açılımları gerçekleştirdi. Türk dış politikasının son dönemdeki hareketli seyrinin Irak’ın işgali ile oluşan yeni durumun dayattığı mecburi gündem ve imkânlarla da doğrudan alakası var. Mesele Türkiye’nin bu yeni imkanların ne kadarını kendi iradesi dahilinde, ne kadarını ise ABD’nin oturtmaya çalıştığı “yeni güçler dengesi” çerçevesinde kullanabildiğidir.

Türkiye, Kayserili çiftçi Ahmet Hamdi Gül ile ev hanımı Adviye Gül’ün oğulları Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına hazır olduğunu 22 Temmuz’da gösterdi. Yaygarası, varlığından fazla bir azınlık ise hazmetme sorunu yaşamaya bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Oysa Türk devlet bürokrasisinin en zorlu kısmı olan ve geçmişte makamın ağırlığını taşıyamayan pek çok bakanı işlevsizleştiren dışişleri koridorları bile, Gül’ü özleyecek.