İsrail ve Filistin arasında neredeyse on yıllardır devam eden çatışmalar, uzun bir süredir sadece siyasetin veya diplomasinin değil aynı zamanda hukukun da konusunu oluşturmaktadır. İsrail devleti onlarca yıldır silahlı çatışmalar hukukunu ve insancıl hukuku hiçe sayan saldırılar yaptığı gibi soykırım suçlarının birçok türünü işlemekten geri durmamaktadır. Bu açıdan ortada yargılanması ve cezalandırılması gereken son derece ağır suçlar ve onları işleyen devlet görevlileri bulunmaktadır.
Devamı
5 Aralık'ta ABD tarihinde eşi ve benzerine ancak McCarthy döneminde rastlanacak türden bir gelişme yaşandı. Ülkenin en önemli üniversitelerinden Harvard, Pennsylvania ve MIT'nin rektörleri, üniversite kampüslerinde yayıldığı iddia edilen anti-semitizm dalgası sebebiyle ABD Temsilciler Meclisinde sorgulandı. Pennsylvania Üniversitesi Rektörü Elizabeth Magill, baskılara dayanamayarak istifa etmek zorunda kaldı. Harvard Üniversitesi Yönetim Kurulu üyeleri ise yaptıkları toplantı sonrasında Rektör Claudine Gay'e desteklerinin tam olduğunu ifade etti. ABD Başkanı Joe Biden ise, akademik özgürlüğü odağına alan ve kurucu ABD değerlerinin sorgulanmasına yol açan bu tartışmanın dışında kalmayı tercih ediyor. Zira tartışma, ABD'nin yaslandığı değerler sisteminin sorgulanması sonucunu doğuracak bir potansiyeli ihtiva ediyor.
Devamı
Elbette Biden'ın Netanyahu'yu güya eleştirdiği konuşmada "Ben bir Siyonistim. İsrail olmasaydı, dünyada güvende tek bir Yahudi olmazdı. İsrail, Hamas'tan kurtulana kadar askeri yardım sağlamaya devam edeceğiz" cümlelerini kullanması İsrail ordusuna devam onayı vermektir.
Netanyahu Gazze konusundaki Beyaz Saray’ın telkinlerini dinlememekle birlikte Amerikan yardımına teşekkür etmeyi ihmal etmiyor. Amerika’nın koruması olmaksızın uluslararası baskılara dayanamayacağının farkında olan Netanyahu, koalisyon ortaklarına Washington’la ilişkiyi götürebilecek tek aktörün kendisi olduğu mesajını vermeye çalışıyor. Biden yönetimi ise İsrail’in politikalarında sınırlı değişiklikler talep etmesine karşın kayıtsız destek politikasına devam etmekte ısrar ediyor. Bunu en son BM oylamasında görüldüğü üzere yalnız kalmak pahasına yapması da Amerika’nın ‘kurallara dayalı uluslararası sistem’ ilkesinden ne kadar uzaklaştığını gösteriyor. Washington bir yandan da İsrail’in ‘orantılı cevap’ kavramını anlamsızlaştıran saldırılarına ve fosfor bombası kullanarak savaş suçu işlemesine rağmen silah vermeye devam ediyor. Kısacası Netanyahu’nun Biden’a teşekkür etmesi için çok sebep var ve bu dinamiklerin kısa sürede değişmesini beklememizi gerektirecek bir işaret yok.
SETA Vakfı “Batı’nın İnsan Hakları Doktrini Çökerken İsrail-Filistin Çatışması” başlıklı web paneli düzenledi. Panel konuşmacıları İsrail’in Gazze’deki Filistinlilere uyguladığı saldırıların savaş suçu ve etnik temizlik olduğunu ifade edip uluslararası arenada Filistin’e özgürlük ifadesini kullananların sansüre takıldığı hatta işlerinden olduğu belirtildi. İsrail’in Gazze'de katliam ve soykırım yaptığının ifade edildiği panelde, dünya kamuoyunda insanların insan hakları kavramına duydukları güvenin sarsıldığı ifade edildi. Panelde Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne “Netanyahu hakkında dava açacak mı, yakalama kararı çıkaracak mı?” sorusu yöneltildi. İşte detaylar…
Geçen hafta Temsilciler Meclisi’nde düzenlenen bir açık oturumda Amerika’nın en prestijli üç üniversitesinin (Harvard, MIT ve UPenn) rektörleri ifade verdi. Rektörler kampüslerinde antisemitizmin yükselişine ve Yahudi öğrencilerin taciz edilmesine engel olmadıkları iddialarıyla karşı karşıyaydı. Oturumda UPenn Rektörü Liz Magill’in New York Temsilcisi Liz Stefanik’in bir sorusuna verdiği cevap, rektörün istifa etmesiyle sonuçlanan yeni bir fırtına kopardı. Stefanik’in ‘birini indirdik, ikisi kaldı’ diye tweet attığı olay sonrasında üniversitelerde ifade özgürlüğünün sınırları tartışması yoğunlaşarak devam ediyor. Geçen haftaki yazımda İsrail yanlısı lobi gruplarının Filistin yanlısı gösterilerin ve İsrail’e karşı eleştirilerin antisemitizm olarak damgalanmasına odaklandığını yazmıştım. UPenn rektörünün bu kampanyanın kurbanlarından biri olduğunu söylemek mümkün.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres, BM Şartı'nın 99. Maddesi'nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak Güvenlik Konseyi'ni "uluslararası barışa ve güvenliğe bir tehdit olarak" değerlendirdiği Gazze savaşıyla ilgili göreve davet etti. 15 üyeye gönderdiği mektupta, "korkunç! insani acı, fiziksel yıkım ve kolektif travma" yaratan iki aylık savaşın ardından Gazze'deki insani yardım sisteminin çökme riski altında olduğunu söyleyen Guterres, ateşkes istedi. Konseyin cuma günkü oylamasında ateşkes, 13 "evet", 1 "çekimser" oya karşılık sadece ABD'nin (hayır oyu) "veto"su ile reddedildi.
Devamı
Gazze'de savaşa verilen aranın ardından İsrail, yeni bir ateşkes uygulamayacağını ilan ederek katliamlarına yeniden başladı. Dün itibarıyla İsrail'in ateşkes sonrası başlattığı hava bombardımanında 50'den fazla sivil hayatını kaybetti. Böylelikle İsrail, Gazze'nin kuzeyiyle sınırlı kalmayacağını ve savaşı Gazze'nin tamamına yayacağını göstermiş oldu. Bu saatten sonra savaşın sonunu kestirmek oldukça zor. Ancak İsrail, Gazze'de askeri zaferle çıksa bile, savaşın kaybedeni olacak.
Devamı
İsrail’in Hamas’ın 7 Ekim saldırılarına verdiği karşılık bütün dünyada infial uyandırmakla kalmadı, Amerikan siyasetinde de yeni bir kırılma yarattı. Daha önceki intifadalarda ve farklı zamanlarda gerçekleştirdiği operasyonlarda İsrail’in Amerikan kamuoyu algısını yönetmesi ve yönlendirmesi görece kolay olmuştu. İsrail, uzun süre Filistinlilerin barış planlarını kabul etmediğini, farklı direniş gruplarının terörist olduğu ve İsrail’in ortadan kaldırılmasını hedefledikleri gibi anlatıları etkin biçimde kullanıyordu. Netanyahu gibi liderler İsrail’in Amerika’nın bölgedeki en büyük müttefiki ve tek demokrasi olduğunu anlatarak İsrail’e desteğin Washington’un hem çıkarlarına uygun olduğunu hem de değerlerine hizmet ettiğini anlattılar. Ancak İsrail’in son iki aydır Gazze’de yaptıklarının Amerikan kamuoyunun gözünden kaçırılması bu sefer mümkün olmadı.
Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) bünyesinde hazırlanan Kriter dergisinin 85. sayısı raflarda yerini aldı.
Bu anlaşma, İsrail işgal hapishanelerinde Filistinli masum esirlerin bulunduğunun vurgulanması için önemli bir yoldu. Zira Nail Elbarguthi gibi bazıları 40 yıldan fazla esaret altında kalan 7.000'den fazla Filistinli esir arasında 200 çocuk, 93 kadın ve yüzlerce hasta ve yaralı esir var. Diğer taraftan ise 7 Ekim 2023'te ele geçirilen İsrailli esirlerin sayısı yaklaşık 242'dir.
Hamas'ın 7 Ekim'de İsrail askeri hedeflerine yönelik başlattığı geniş ölçekli saldırılara tepki olarak İsrail'in giriştiği kitlesel katliamlar hem bölgede hem de tüm dünyada büyük bir tepkiye neden oldu. İsrail saldırılarının her nevi savaş suçunu işleyerek devam etmesi üzerine İsrail'e kayıtsız şartsız destek veren Batılı devletlerin bazıları bile İsrail'in artık durması gerektiğini ifade etmeye başladılar. İsrail'in ağır kayıplar vermesinin de etkisine ek olarak ABD'nin isteği ve müdahalesi, Katar'ın uzun süredir sürdürdüğü arabuluculuk faaliyetleri neticesinde taraflar arasında şiddetin durması konusunda bir uzlaşı sağlandı. Bu bağlamda Salı günü anlaşmaya varıldı, Çarşamba günü taraflar anlaşmayı duyurdu, Cuma günü de uygulamaya konuldu.
İsrail’le Hamas’ın üzerinde anlaştığı esir takası anlaşması, savaşın gidişatında önemli bir dönüm noktası teşkil ediyor. Anlaşma İsrail’in bütün esirler bırakılmadan operasyonlarını durdurmayacağı sözünden geri adım attığı anlamına geliyor. Bununla birlikte, verilecek birkaç günlük aranın ardından İsrail saldırılarının devam edeceği de açık. Hamas’ın bütün esirleri serbest bırakması, aylar ve belki de yıllar alacağı için çatışmanın zaman zaman yoğunlaşarak uzunca bir süre devam edeceğini tahmin etmek zor değil. 7 Ekim ve sonrasında yaşananların bölgenin bir numaralı gündem maddesi haline gelmesi, Filistin meselesine çözüm arayışlarının yeni bir itici gücü haline geldi. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde bir yandan Gazze’deki savaşın inişli çıkışlı bir biçimde devam edeceğini bir yandan da nihai çözüm için diplomatik çabaların yoğunlaşacağını öngörebiliriz.
Gazze Şeridi'nden 7 Ekim günü İsrail'e yönelik Hamas'ın askeri kanadı Kassam Tugayları tarafından gerçekleştirilen askeri taarruzları müteakip İsrail silahlı kuvvetleri Gazze Şeridi'ni doğrudan hedef alan geniş çaplı askeri saldırılara başladı. Neredeyse ilk günden itibaren havadan ve karadan aralıksız bombalanan şehirler ve kasabalarda şu ana kadar binlerce sivil hayatını kaybetti ya da yaralandı. Yüzbinlerce insan yaşadıkları yerlerden zorla göç ettirildi. "Hamas'ı yok etme niyeti" iddiası ile Gazze yaşanılamaz hale getirildi. Bu ağır saldırıların hukuki bir zemininin bulunup bulunmadığının ve hangi temel kuralları ihlal ederek ne tür suçlara yol açtığının ortaya konulması elzemdir. Genel değerlendirmeler dahi, hukuki zemini bulunmayan bu yasa dışı saldırıların "savaş suçları", "insanlığa karşı suçlar" hatta "soykırım suçu" oluşturacak boyutlara ulaştığını gösteriyor.
Bu analizde, İsrail’in Gazze’deki katliamlarını dini referanslarla nasıl meşrulaştırmaya çalıştığı incelenmektedir...
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Berlin ziyaretinde yaptığı İsrail ve Batı eleştirileri hala medyanın gündeminde.
Dünyada da Türkiye’de de birçok gündem var; bunların hepsi de önemli, ancak bazıları var ki daha önemli ve biri var ki en önemlisi. Dünya ve Türkiye için en önemli gündem, aslında insanlık adına en önemli gündem, Filistin’deki siyonist işgal rejiminin şeytanî hamleleri. Bu hamleleri ve Filistinlilere ve insanlığa verdiği zararları iyi anlamak gerekiyor.
Batılı düşünür ve entelektüeller 7 Ekim sonrasında nasıl pozisyon aldı? Batı düşünce dünyası Filistin’i neden görmezden geliyor? Filistin’i haklı bulan veya destekleyen isimler neden linç ediliyor?
Alman Şansölyesi'nin, 5 bini çocuk olmak üzere 13 bin Filistinliyi öldüren, 10 binlercesini yaralayan, milyondan fazlasını yerinden eden; hastaneleri vuran, elektriğini kesen, gıda ve su girişine engel olarak insanları açlığa mahkum eden İsrail’i savunan sözleri yadırganmadı. Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "Holokost geçmişiniz sizi bugün İsrail’in suçlarına ortak etmesin." anlamındaki sözleri tuhaf karşılandı. Halbuki dünyanın her yerinde sokaklara çıkıp İsrail’in katliamlarını protesto eden, ateşkes talep eden ve çocuklar başta olmak üzere sivillerin öldürülmesine isyan eden milyonlarca insanın oluşturduğu dünya kamuoyu neyin yanlış neyin doğru olduğunu söylüyor.
BM'nin ve uluslararası toplumun krizlere karşı tutumunu odağa aldığımızda belki de herkesin aklındaki soru şu şekilde ortaya çıkıyor: Nereye Gidiyoruz?
İsrail'in gaddarlığı yeni bir şey değil ama gaddarlığının boyutu bu defa geçmiştekilere hiç benzemiyor. Sadece Gazze'deki yıkımın büyüklüğü, atılan bombaların tahrip gücü, sivil can kaybının miktarı değil, Başbakan Netanyahu başta olmak üzere İsrailli yetkililerin söylemleri ve kullandıkları ifadeler de geçmişteki söylem ve ifadelerden belirgin bir şekilde ayrışıyor.