Oryantalizmden İslamofobyaya: Doğu/İslam Karşıtlığının Sürekliliği

Seküler elitlerin, Müslüman dünyada kolonizasyon sonrası süreçte uyguladıkları geleneksizleştirme ve İslamsızlaştırma politikaları, bu toplumlarda yerli bir ‘öteki’nin üretilmesinde doğrudan etken olmuştur.

Devamı
Oryantalizmden İslamofobyaya Doğu İslam Karşıtlığının Sürekliliği
Suriye de Muhtemel Senaryolar

Suriye’de Muhtemel Senaryolar

Bugün Suriye’deki çözümsüzlüğü üreten sebep neyse, çözümü de o üretecektir. Suriye’deki çözümsüzlüğün kaynağı Amerika’nın kararsızlığı ve müdahaleden kaçınıyor oluşudur.

Devamı

2015 Avrupa İslamofobi Raporu’nun en önemli bulgularından biri, çok az Müslüman nüfusa sahip birçok Avrupa ülkesindeki siyasi tartışmalarda İslamofobik söylemlerin önemli bir rol oynadığı tespitidir.

Herkes Ortadoğu'nun eskisi gibi olmayacağını biliyor, derinden hissediyor. Stratejilerini ve ittifaklarını yeniden gözden geçiriyor.

PKK, Türkiye içi dinamiklerle var olmak yerine, Türkiye dışı dinamiklerle beslenir oldu. İçinden çıktığı topraklara tam bir yabancı haline geldi. Hak arama davasıyla ilgili tüm algılardan uzaklaştı.

Son birkaç yüzyılı okuduğumuzda dünya tarihinde sistemik savaşların yaşandığı görürüz. Şu anda mevcut rejim yıkılmış bulunuyor yerine yeni bir sistem ikame edilmiş değil. Bu yanıyla bakılınca bir kriz ve geçiş dönemindeyiz.

Eskimeyen Gündem: Yeni Anayasa

Kamuoyunda yeniden tartışılmaya başlanan “yeni anayasa” tartışmalarını daha iyi anlamak için SETA uzmanlarının analizlerini ve SETA’da yayımlanan raporları bir arada sunuyoruz.

Devamı
Eskimeyen Gündem Yeni Anayasa
Müslümanların Kültürel ve Toplumsal Kodlarının Kaybı

Müslümanların Kültürel ve Toplumsal Kodlarının Kaybı

İslam medeniyetindeki fay hatlarıyla oynanmaktadır. Ancak unutmamak lazım ki İslam medeniyeti içindeki fay hatlarının basit bir siyaset aracına dönüştürülmesi tüm alanlardaki krizleri derinleştirmektedir.

Devamı

Türkiye'de medyanın serencamı konulu bir yazıya, klişe de olsa “Türkiye nevi şahsına münhasır bir ülke” gibi bir tespit ile başlanabilir. Zira Türkiye’de medyanın durumu da gerçekten nevi şahsına münhasır bir görüntü çiziyor. Yöntemsel olarak emperyal gururu olan ülkelerin istisnailik iddiasına delalet eden nevi şahsına münhasırlık iddiası, iyi idare edilmediği takdirde kibir ve gururun karışımına dönüşebilir. Türkiye ile ilgili analizlerdeki en temel sıkıntı da buradan, yani kibir ile gururun ayrıştırılmamasından kaynaklanıyor. Bu da, kibrin, benmerkezci bir pozisyondan konuşan, temelsiz, ahlakçı iddialarına karşın gururu savunanların pozisyonlarını maddi gerekçelerle ya doldur(a)mamaları ya da doldurmaya tenezzül etmemeleri durumunu ortaya çıkarıyor. Türkiye’de medyanın kendine özgülüğü de işte tam bu noktada, Türkiye’nin birkaç asırdır süregelen ve hâlâ çözülememiş “gururun ekonomisi” olarak adlandırabileceğimiz temel bir problemde; yani gururun nasıl, ne şekilde ve kimler tarafından üretileceği, tüketileceği, paylaşılacağı ve dağıtılacağı meselesinde kendini gösteriyor.

Türkiye'nin yoğun dış politika gündemi ve iç politikadaki sıcak gelişmeler bir şekilde AB ile ilişkileri etkiliyor. Dış politikanın tüm alanlarını tek bir resimde toplama hedefli bütüncül dış politika çerçevesinde AB ile ilişkiler önemli yer tutuyor. Türkiye'nin AB ile ilişkileri, Avrupa merkezli bir dünya sisteminin ortaya çıkışından sonra bir ayak uydurma ve bütünleşme çabası olarak gelişti.

Türkiye, coğrafi konumu, nüfus yapısının dinamizmi, dış dünyaya açılım talebi, dünyanın on yedinci büyük ekonomisi olma özelliği, Avrupa-Asya medeniyetlerini sentezlemesi, doğu-batı arasında fizikî olduğu kadar kültürel köprü olma konumu ile aslında kabına sığmayan bir ülke.

FERNAND Braudel, Medeniyetlerin Grameri adlı eserine “Medeniyet mi demek lazım, yoksa medeniyetler mi?” sorusuyla başlar. Medeniyet kelimesinin kültür kelimesiyle cebelleştiği yıllara dikkat çeken Braudel, “Dünya tarihçileri bu kelimeyi hem tekil hem de çoğul olarak kullanmak zorundalar” der.

HER yerde olduğu gibi Türkiye’de de sihirli bir hava estirdi ‘dijital başkan’ Barack Hüseyin Obama.

MHP'nin ideolojik duruşu, siyasal dili, sosyolojik karşılığı ve söylemi tarihsel süreç içerisinde önemli ölçüde farklılaştı.

ABANT Platformu’nun Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’de düzenlediği ‘Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak’ adlı konferans bir ilke imza attı ve Türkiyeli Türk ve Kürt aydınlarla Iraklı Kürtleri bir araya getirdi

21. yüzyıla, küresel güç dengelerinin sorgulandığı bir evrede girdik. Kısa vadeli stratejik analizlerin ötesinde, insanlık tarihinin yürüyüşüne ilişkin yeni sorular soruluyor. Avrupa ve Batı-merkezci paradigmaya yöneltilen Batılı ve Batılı olmayan eleştiriler, yeni bir zaman ve mekan tasavvurunun doğum sancılarını işaret ediyor. 

KIRK yıllık Davos toplantılarının bir gün gerçek bir tartışmaya yol açacağı kimin aklına gelirdi? Türkiye gibi ülkelerin devlet başkanlarının lütfen davet edildiği bu tür toplantılarda merkez güçler gücünü gösterir, uydu güçler merkezden aldıkları ışığı yansıtır.

İSRAİL, yeni ABD Başkanı Obama yemin etmeden evvel, görevi devretmek üzere olan Bush’un da inisiyatif alamayacağı bir dönemde Gazze katliamını başlattı. Obama taç giymezden bir gün önce de Gazze saldırılarına tek taraflı ateşkes ile son verdi. Tek

Mahalle sözcüğü, belki de gerçek mahallelerin kaybolmaya yüz tutması nedeniyle, gittikçe zenginleşen çağrışımlar kazanmaya başlıyor sanki. Sözcüğün tekabül ettiği gerçekliğin silikleşmesi, mahallenin de sözcükle somut uyumunun belirsizleşmesi, onu zihinsel akrobasilere, spekülatif soyutlamalara alet olacak bir kıvama ve esnekliğe zorluyor. Son yıllarda “hakiki mahalle öldü madem; o zaman biz de bu güzel sözcüğü yaşatalım” gibi bir tavır epeyce yaygınlaşmıştı. Zaten mahallenin namusunu kollayan delikanlılar da, artık sadece mahalleliye güç yetirebilir hale düştüklerinden mahallenin belası olmuşlardı. Mesela Saddam Hüseyin Amerikalılar tarafından yakalandığında, “Mahallenin elikanlısı yakayı ele verdi” demiştik.  

Geçen iki yazıda İslam dünyasındaki temel gerginlik alanlarına temas etmiş ve zaman ve mekan telakkilerinden merkez-çevre ilişkisine kadar bir dizi sorunun bu gerginlikten kaynaklandığını söylemiştik. İslam dünyası bu sorunlara çözüm bulabilmek için yoğun bir fikri çabanın içerisinde bulunuyor. İKÖ’nün 9-11 Eylül tarihleri arasında düzenlediği Mekke toplantısı bu sorunların ele alındığı önemli platformlardan biriydi. Malezya’dan Pakistan’a, Türkiye’den Senegal ve Bosna’ya İslam dünyasının pek çok ülkesinden gelen alım ve aydınlar, siyaset, ekonomi ve kültür-düşünce başlıkları altında pek çok sorunu ele aldılar. Paralel olarak yapılan panellerde sorunlar özgür bir ortamda ve eleştirel bir dille tartışıldı. İKÖ Genel Sekreteri Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu’nun başkanlığını yaptığı konferans, hem geliştirdiği yeni vizyon hem de sunduğu çözümler açısından benim beklentilerimin üzerinde bir başarı elde etti. Toplantıya Ahmet Davutoğlu, Ali Bardakoğlu, Lahdar Brahimi, Kemal Hasan, Hurşit Ahmed, Osman Bugaje, Enes Karıc, Ali Cuma gibi İslam dünyasının önde gelen alim ve aydınları katıldı.