Geçmiş Olsun Devlet Bey!

Paralel Devlet Yapılanmasının ağzına çaldığı bal, Devlet Bey'e de tatlı geldi. Şimdi, Paralel Devlet Yapılanmasının kendisine operasyon yapmaya çalıştığını söylüyor.

Devamı
Geçmiş Olsun Devlet Bey
HDP Emanet Oyları Neden Kaybetti

HDP Emanet Oyları Neden Kaybetti?

İsmail Çağlar, HDP’nin Çözüm Süreci’ni kullanarak 7 Haziran’da seçmenden oy istediğini ve bunun neticesinde yüzde 13 oy aldığını ancak Çözüm Süreci’ne bir katkısının olmayacağını anlaşılmasıyla barajın altında kalmaktan son anda kurtulduğunu belirtti.

Devamı

Evet, 1 Kasım seçimlerinden sonra ülkenin bir uzlaşmaya ihtiyacı olduğu açık. Ancak bu uzlaşma AK Parti ile siyasete dışarıdan müdahale etmek isteyen gayrı meşru aktörler arasında olmamalı.

Fahrettin Altun: “Türkiye çok ciddi bir fırsat yakaladı. Bu da siyasi partilerin sorumluluk göstermesiyle mümkün olacaktır.”

1 Kasım istisnai bir seçimdi, sonucu da sürpriz oldu. Bu seçimler yepyeni bir dönemin kapılarını açtı.

Bir yanda Ahmet Davutoğlu konuşuyor. Diğer yanda Kılıçdaroğlu, Demirtaş ve Bahçeli. Davutoğlu'nun konuşmalarının odağında partisinin tek başına iktidar olması durumunda yerine getireceği taahhütler var.

1 Kasımda Yeni Bir Milat Ama...

Muhalif aydınların öfkesi ve "tiranlık," "faşizm," "ya darbe ya iç savaş" şeklinde ürettikleri aşırı söylemler söylenecek söz kalmadığı hissiyatını beslemekte.

Devamı
1 Kasımda Yeni Bir Milat Ama
30 Mart Seçimleri ve Siyasetin Yeni Dinamikleri

30 Mart Seçimleri ve Siyasetin Yeni Dinamikleri

SETA İstanbul, 30 Mart Yerel seçimleri sonrasında Türkiye'de siyasetin yeni dinamiklerini ve seçimin Türkiye siyasi haritasındaki yansımalarını masaya yatırıyor.

Devamı

Çok partili döneme geçildiğinden bu yana seçmenlerin oylarını etkileyen ana faktörler neler? 30 Mart Yerel Seçimlerinde seçmenlerin davranışlarını etkileyecek temel faktörler neler?

SETA, her seçim öncesinde olduğu gibi 2014 Yerel Seçimleri öncesinde de siyasal partileri masaya yatırmaya devam ediyor. Panel serisinin ikincisinde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) tartışmanın odağında yer alıyor.

Milliyetçi hareketler ironik olarak düşmanlar üreterek iç bütünlüğünü ve sürekliliğini bu düşmanlar üzerinden sağlar. Türkiye'de milliyetçi ideolojiyi benimseyen Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) bu gerilimleri yaşayan ve yansıtan bir oluşum. Öncelikle MHP ve Türk milliyetçiliği arasında tam bir örtüşme yaşanmaması, bu partinin siyasal reflekslerini sınırlamakta. MHP bazen Türk milliyetçiliğinin sınırlarını zorlayan Anadolu coğrafyası dışına taşan daha geniş bir Türk kimliği savunusu ile ortaya çıkarken, bazı durumlarda ülkenin sınırlarının çok ötesine ulaşan siyasal ve ekonomik etki alanını anlamakta zorlanıyor.

Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. Yerel ya da genel, olağan ya da sıra dışı bütün seçimler gibi bu seçimler de bir "genel seçim havasında" geçti. Bunda şaşılacak ya da hayıflanacak bir şey yok. Zira Türkiye'de siyaset hiçbir zaman normal şartların bir ürünü olmadığı için, en yerel ve sınırlı meselelerin dahi genel bir niteliğe bürünmesi ve kimlik, aidiyet ve grup bilinci gibi büyük konulara dönüşmesi normaldir.      

MHP'nin ideolojik duruşu, siyasal dili, sosyolojik karşılığı ve söylemi tarihsel süreç içerisinde önemli ölçüde farklılaştı.

TÜRKİYE, 22 Temmuz 2007 seçimlerinden 29 Mart 2009 seçimlerine doğru yaklaştıkça siyasetin gündemi hareketlenmeye başladı. Bu iki tarih arasında Türkiye siyasetinde “kayda değer bir şeyler” olduğunu söylemek mümkün değil. Öyle ki son on yedi ay içerisinde hayata geçirilmiş, dişe dokunur siyasi bir proje, manevra veya adımı hatırlamakta zorlanıyoruz. Oysaki 22 Temmuz sonrası siyasetin alanı rahatlamış ve iktidar partisine harcayabilmesi için müthiş bir “siyasi sermaye” sağlanmıştı.

Bir Eurovizyon yarışmasını daha kaybettiğimiz şu günlerde dikkatler yeniden 22 Temmuz'a giden sürece yoğunlaşmış durumda. Tatile çıkan ve çıkmayan insanlar olarak "Yaz ortasında seçim mi olur?" muhabbetini sıklıkla duyacağız. Sezer'in Anayasa değişiklikleri paketini veto etmesi de gündemimizi işgal edecek. Nerede olursak olalım 22 Temmuz seçimlerinin ne getirip ne götüreceğini hep beraber göreceğiz. 27 Nisan muhtırasıyla başlayan süreç Türk siyasi hayatında yeni bir milattan çok önemli bir aşamayı temsil ediyor.

Yüzyıl dönümleri dünyada büyük dönüşüm beklentilerinin depreştiği zamanlardır. Müslümanlar İmam Gazali için “müceddid-i elf-i sani” diyerek daha sabırlı bir tarih bakışına sahip olduklarını gösteriyor gibiyse de, her asırda yeni bir müceddidi arayan daha yaygın bir anlayışı göz ardı edemeyiz. Bediuzzaman adlandırması üzerinde düşünmek bile bu anlayışı yeterince görünür kılacaktır. Avrupalılar’ın 1890’lardan 1900’ün ilk yıllarına kadarki dünyayı 

Kürt sorununun -özellikle demokratikleşme, terör ve bölgesel kalkınma bağlamlarıyla- Türkiye’nin 2006 yılında başını ağrıtacak ve yüzleşmek zorunda kalacağı başlıca konulardan biri olduğu çokça dile getirildi. Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar krizlerden kaçınma arzusuyla halı altına süpürülen ve bir şiddet olayı yaşanıncaya kadar da bahsi açılmayan Kürt sorunu, ülkenin derin gündemi olarak neşter atılmadığı için ur gibi büyümeye devam ediyor. Kürt sorunu hakkında bu dönemde adamakıllı düşünmekten ve konuşmaktan sakınmanın vebali büyük olacaktır. Toplumsal barışı sürdürmeye ve tarafların tansiyonlarını düşürmeye yönelik somut faaliyetler gözle görülür hale getirilmezse, 2007 seçimleri Güneydoğu’da Kürtçü, kalan yurtta Türkçü partilerin oylarını arttıracağı muhakkaktır. Mart ayı sonlarında, özellikle Nevruz ile birlikte Türk ve Kürt ulusalcılıklarının kapışma noktasına geleceğine dair senaryo iddialarında bulunmuş olmaları dikkate alınacak olursa,1  medya camiasının çözüme katkı sağlayacak bir dil geliştirmek yerine, yangını seyretmeyi tercih ettiğini söylemek abartı olmayacaktır. Hatta, beklenen şiddet olaylarının çıkmamış olmasından duyulan gizli bir üzüntüyü Nevruz günlerinde çıkan gazete başlıklarından sezinlemek de mümkündür.