Geçmişin Sosyal Bilimcileri ve Şerif Mardin

Şerif Mardin’in ardından yazılanlar, eski dönem üniversitelerinin öyle çok da özgür olmadığını net olarak bir kez daha gösterdi.

Devamı
Geçmişin Sosyal Bilimcileri ve Şerif Mardin
Almanya daki Türk Diasporası Üzerindeki Baskı

Almanya’daki Türk Diasporası Üzerindeki Baskı

Almanya'daki gözlemimiz Türkiye söz konusu olduğunda Almanların alışık olduğumuz rasyonel ve soğukkanlılığı bir kenara bırakarak aşırı bir duygusallık ve öfke içerisinde hareket ettikleri yönündedir.

Devamı

Hem hani düşünce ve ifade hürriyeti vardı. Herkes görüşlerini özgürce ifade edebilmeliydi... Hani sanatçının aktivist olanı, görüşünü açıklayanı, topluma yol göstereni makbuldü...

Özellikle Irak Savaşı hezimeti ve yaşanan büyük ekonomik kriz sonrasında ABD’de içe kapanma ne kadar arttıysa, uluslararası kamuoyunun Amerikan politikaları ve seçimlerine olan ilgisi de o kadar yükseldi.

Sanırım, akademik camiayı tebrik etmek gerekiyor. Tarım müdürlüklerinde bile kadrolaşan FETÖ, bütün çabalarına rağmen üniversitelerde kadrolaşamamış.

Dünden bugüne üniversitelerden adam devşiren terör örgütleri "üniversitelerin dokunulmazlığı" ve "özerkliği" mitlerinden ziyadesiyle istifade ediyorlar. "Üniversite özerkliği" kalkanının ardına sığınıp "kurtarılmış adalar" oluşturuyorlar.

Birlikte Yaşamı Güçlendirecek Değişim

Türkiye, son 20 yılda laikliği temel bir mesele olmaktan çıkarmış ve birlikte yaşamı güçlendirecek değerleri üretmeyi başarmıştır. Laiklik artık siyaseti dizayn etmeye dönük bir araç değildir.

Devamı
Birlikte Yaşamı Güçlendirecek Değişim
Akademik Dokunulmazlıkların Kaldırılması

Akademik Dokunulmazlıkların Kaldırılması

Akademik özgürlük ve özerklik söylemiyle yaratılan özerk iktidar alanının denetime açılması ve neticede olması gerektiği adil pozisyona çekilmesi, sadece terörle mücadele ve radikalleşme açısından gerekli olmayıp, milli iradenin tesisi açısından da elzemdir.

Devamı

Muhalefet iktidara talip olmanın pozitif siyasetini üretemedikçe tepkiselliğin bataklığına gömülmeye devam edecek.

Erdoğan'ın millete umut, milletin Erdoğan'a destek vermesiyle Türkiye iddialı bir aktöre dönüşmüştür.

BDP'nin zamanın ruhuna uygun olarak diyalog kapılarını sonuna kadar zorlaması, demokratik çözümde ısrar etmesi ve tarihsel tekrara düşmemesi gerekiyor.

Siyasal rekabetin yoğun yaşandığı ve seçim sonuçlarının en çok merak edildiği yerlerin başında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesi geliyor. 

Millî Eğitim Bakanlığı, 6 ve 7. sınıflarda kaldırılan SBS'yi birkaç yıl içinde tümden sistem dışına itecek, ilköğretimden liseye sınavsız geçilecek!

AK Parti’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana dönem dönem bazı enstrümanların bağlamından koparılmasıyla oluşturulan bu kampanyalar ve öne sürülen iddialar, toplumsal bir endişeden öte siyasal hesaplara dayanıyor.

Cumhuriyet’le birlikte medyanın taşımaya başladığı milleti modernleştirme/Batılılaştırma rolü, bugün dahi hâlâ kendini gösteriyor.

 Esasen bir kez daha görülüyor ki Türkiye’de asıl tartışılması gereken konu mahalle baskısı değil, belki de medya baskısıdır.

Türkiye'de son yıllarda yaşanan siyasi mücadele, ulusalcılara ve atası olan sol Kemalist düşünsel geleneğe, yaratıcılık açısından altınçağ yaşatıyor. Kazanmak için çalışmanın da gerektiği son dönemde bu gelenek yıllarca sakladığı yaratıcılığı daha rahat kullanmaya başladı. Bu yaratıcılığın en başarılı örneği ise hiç şüphesiz "mahalle baskısı" kavramıydı. Siyaseti yaşam tarzına indirgeyen bu icatla, çıkarları, siyasi çizgisi, siyaset , toplum ve kültür algısı farklı bir çok kişi, yaşam tarzı üzerinden korkutularak ulusalcı siyasi çizgiye getirildi. Bir çok kesim bu tür paranoyalar yoluyla, demokrat ulusalcı çizgi için dolgu malzemesi olarak kullanıldı. "Mahalle baskısı" kavramının faydaları bununla bitmedi. Bu kavram sadece içeride kullanılan bir siyasi araç olarak işe yaramadı, aynı zamanda dışarıda da kullanıldı.

Uluslararası sistemin önemli aktörlerinden biri olma yolunda hızla ilerleyen Türkiye, bölgesel etki gücünü artırmakta ve bir denge unsuru olarak gücünü pekiştiriyor. Ancak Avrupa Birliği üyelik müzakereleri, Kıbrıs sorunu, Türk-Ermeni ilişkileri, Türkiye-ABD ilişkileri, Irak başta olmak üzere Ortadoğu’daki gelişmeler sıcak tartışma konuları olarak Türkiye’nin gündemindeki yerini koruyor. Öte yandan laiklik ve din, Kürt sorunu, Alevilik meselesi, anayasaya değişikliği, yargının tarafsızlığı ve medya-siyaset ilişkileri gibi konular iç politika tartışmalarının odağında yer almaya devam ediyor.

Başörtüsü etrafında yapılan tartışma, Türkiye’deki özgürlük sorununun boyutlarını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Taraflar arasındaki keskin görüş ayrılığı, elitler arasındaki uzlaşma kültürünün bazen imkánsız derecesinde zor olduğunu gösteriyor.

Türk basınına nadiren demeç vermesiyle bilinen Prof. Şerif Mardin, bir konuştu pir konuştu. “Çok güzel buz mavisi gözleri olan yakışıklı adam” hem de Hürriyet'te konuklarıyla söyleşilere imza atan kıdemli gazeteci (ama “magazin gazeteciliği” diye adlandırdığımız türde) Ayşe Arman'a konuştu. Hatırlanacağı üzere, Mardin'in Türkiye'de en son gündeme gelişi, bugün onun “mahalle baskısı” kavramı üzerinden mevcut baskıları meşrulaştırmaya ve Hoca'yı yeni yeni alkışlamaya başlayan ideolojik kümeye mensup kişilerin bir başka vukuatı nedeniyle olmuştu. Hoca, kendi ağzından Said Nursi ile ilgili bilimsel çalışmaları yüzünden, Türkiye Bilimler Akademisi'nden iki kez veto yediğini açıklamıştı da epeyce gürültü kopmuştu.

Mahalle sözcüğü, belki de gerçek mahallelerin kaybolmaya yüz tutması nedeniyle, gittikçe zenginleşen çağrışımlar kazanmaya başlıyor sanki. Sözcüğün tekabül ettiği gerçekliğin silikleşmesi, mahallenin de sözcükle somut uyumunun belirsizleşmesi, onu zihinsel akrobasilere, spekülatif soyutlamalara alet olacak bir kıvama ve esnekliğe zorluyor. Son yıllarda “hakiki mahalle öldü madem; o zaman biz de bu güzel sözcüğü yaşatalım” gibi bir tavır epeyce yaygınlaşmıştı. Zaten mahallenin namusunu kollayan delikanlılar da, artık sadece mahalleliye güç yetirebilir hale düştüklerinden mahallenin belası olmuşlardı. Mesela Saddam Hüseyin Amerikalılar tarafından yakalandığında, “Mahallenin elikanlısı yakayı ele verdi” demiştik.