Kürt Sorununda Devlet Ne Düşünüyor?

Türkiye, bugüne kadar, Kürt sorununun ekonomik, siyasal, psikolojik ve güvenlik dinamiklerini hesaba katan bütünlüklü ve kapsamlı bir çözüm stratejisi geliştiremedi. Farklı zamanlarda sorunu oluşturan farklı dinamiklerin tekil olarak öne çıkarılmasıyla geliştirilen çözüm önerileri, sorunu bütünüyle kapsayamadığı için bir ilerleme sağlanamadı. Sonuçta bu eksiklikler bugün fark edilmiş ve sorun bütün yönleriyle tartışmaya açılmış durumdadır. Soruna taraf olan bütün aktörler, üzerinde anlaştıkları bir stratejiden yoksun olsalar da niyet düzeyinde çözümün gerekliliği ve aciliyeti yönünde bir mutabakata varmış gözüküyorlar.

Devamı

TRT Şeş, Kürt sorunu ve normalleşme

24 SAAT Kürtçe yayın yapacak TRT 6 (Şeş)'nın faaliyete geçmiş olması, devletin Kürt sorununa yaklaşımında bir kırılma noktasıdır. Bir fiilî durum olarak ortaya çıkan bu adım aracılığıyla, devletin Kürt politikası yeni bir dönemece girdi. Bu açılım, Kürtçe yayınla ilgili bugüne dek varlığını sürdüren yasağın gereksizliğini ortaya çıkardığı gibi, Kürtçenin kullanımıyla ilişkili halen devam eden birçok yasağı ve kaygıyı da anlamsızlaştıracak. Cumhuriyet'le beraber neredeyse Kürtçeyi kullanan herkesin maruz bırakıldığı suçluluk ve isyan arasında değişen duygular, anadili Kürtçe olan halkı devlete yabancılaştırdı.

Devamı

Son yirmi beş yılda yaşanan şiddet, terör, kışkırtma ve iki kesimi birbirinden soğutma çabaları sosyolojik sonuçlar doğurmamış, yani Türk ve Kürt halkı birbirinden koparılamamıştır. Türkiye bunu neye borçludur? Bunun cevabı Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap ve Boşnakları bir arada tutan unsurların yani toplumun ortak paydalarının ne olduğu sorusuna verilecek cevapta gizlidir. Araştırma, vatandaşlık, (% 86,2) ortak inanç, tarih, coğrafya, kardeşlik duygusu ve kültürel değerlere (% 84,1) Türkiye'de bütün toplumsal kesimlerin önem atfettiğini göstermektedir. Bu bulgular ortak bir gelecek idealinin de paylaşıldığına işaret etmektedir.

Kürt siyasetinin önündeki önemli engellerden biri de militan veya dağ kadrosunun siyasi sürece eklemlenmesi ile ilgili. Bu kadronun son zamanlarda protesto eylemlerinde çocuk-yaşlı, kadın-erkek geniş kitleleri harekete geçirme noktasında son derece etkili olduğu söylenebilir.

Türkiye'de en geniş anlamda ‘Kürt meselesi' kavramsallaştırmasıyla ifade edilebilecek bir sorunun varlığına inanan bütün kesimlerin, birçok çevrenin Kürt meselesi ile ilgili bir önerisi ve bu önerilerin beslendiği bir söylemsel formasyonu mevcuttur. Ancak sorunun bugün aldığı biçim ve boyutta soruna yönelik tanımları ve çözüm önerileri bağlamında en fazla katkısı olan iki genel yaklaşım üzerinde özellikle durmak gerekir. Bu yaklaşımları güvenlik perspektifi ve etno-seküler yaklaşım başlıkları altında ele almak mümkündür.

TÜRKİYE'DEKİ Kürt nüfusu temsil ettiği iddiasındaki PKK, etno-politik bir sorunla bağlantılı olarak ortaya çıkmış bir terör örgütüdür. Dünyanın muhtelif bölgelerinde devam eden onlarca etnik çatışma incelendiğinde konuyla ilgili örnek alınabilecek ideal bir siyasi çözüm biçiminin olmadığı görülür.

PKK Saldırılarının Bağlamı ve Kuzey Irak Pususu

Kürt sorunu, Irak'ın işgalinden sonra bölgesel bir sorun haline geldi. PKK terörü ve Kürt sorununun yönetilebilir bir hal alamamasının nedeni ise Türkiye'nin hesap ve çıkarlarının ABD, Avrupa, İsrail, İran ve Kuzey Irak Kürt yönetimin çıkarlarıyla çelişiyor olmasıdır. Bu noktalarda yapılması gereken, öncelikle diplomatik yöntemlerle meseleyi uzun vadeli bir müzakere süreci olarak görerek, en azından ABD ve Avrupa ülkelerinden bir kısmının Türkiye'nin yanında yer almasını sağlayabilmek, diğer bölge ülkeleriyle de bu konuyla ilgili uzlaşı alanlarını artırmak ve çok boyutlu bir diplomasi sürdürmektir.

Devamı
Kürt Sorununda Yeniden Umutlanalım mı

Kürt Sorununda Yeniden Umutlanalım mı?

Kürt sorunu yıllardır çözül(e)miyor ancak çözümden yana umutlar zaman zaman çok azalsa da hiç kaybolmuyor. Kürt sorunundan yana yeniden umutlandığımız günler yaşıyoruz. Tabii, bu dalgalanmalar, karşılıklı olarak sorunun aktörleri/tarafları arasında ve aktörlere/taraflara karşı toplumda ciddi bir güvensizliği de beraberinde getirdiğini belirtelim.

Devamı

Mit ile PKK arasında yapılan görüşmeyle ilgili tartışmalar, on gündür medyanın ve siyaset dünyasının gündemini meşgul ediyor. Kamuoyuna yansıyan değerlendirmelerin neredeyse tamamında, devletin PKK'yla görüşmesi olumlu bulunuyor, hatta gerekli görülüyor. Bununla birlikte, görüşmeyi kimin sızdırdığına ilişkin spekülasyonlar daha çok öne çıkıyor. Siyasilerin açıklamalarında ise, görüşmelerin hükümet tarafından gizlenmesi, inkâr edilmesi üzerinde duruluyor.

2012'nin son günlerinde Öcalan ve MİT yetkililerinin İmralı'da yaptıkları görüşmeler neticesinde başlayan bu yeni süreç, üçüncü çözüm girişimine işaret etmektedir. Başbakan başta olmak üzere siyasal iradenin açıktan sahip çıktığı bu sürecin en önemli özelliği, Kürt siyasetinin en etkili aktörü Abdullah Öcalan'ın doğrudan birincil aktör, Kürt seçmenle en yakın teması kuran ve demokratik meşruiyete sahip BDP'nin ise ikincil aktör olarak muhatap alınıp, onların üzerinden bir çözüm arayışına gidilmesi oluşturmaktadır.

AK Parti'yi ve son on yılda Türkiye'de yaşanan seyri büyük ölçüde yanlış okuyan kesimlerin başında da PKK çevreleri geldi. PKK, AK Parti iktidarı boyunca istisnası olmayacak şekilde 'eski Türkiye'ye malzeme veya destek verecek bir seyir izlemekten hiçbir zaman geri durmadı. PKK ve çevresindeki partili veya partisiz aktörlerin büyük kısmı kendilerine yeni düşman olarak 'AK Parti'yi bulmuşlardı. PKK'lı siyasal dilin tutarlılık endişesi ve dibi olmayan 'komplo dünyası' AK Parti ve Erdoğan'ı şeytanlaştırmak için fazlaca malzeme veriyordu. Bu durum 2013 çözüm sürecini, son yıllarını 'Erdoğan düşmanlığına' sıkıştırmış olan PKK'lı ve BDP'li aktörlerin, ne kadar taşıyıp taşıyamayacağı sualini de sorunun merkezine koymuş oldu.

İmralı tutanaklarının tutulamaması ya da zabıtların zapt edilememesi bize nelere mal oldu? Öncelikle taraflar arasında Paris cinayetlerinin bile gerçekleştiremediği bir güven bunalımının izleri görülüyor. Oysa çatışma çözümü, güven ilişkisi tesis edilmeksizin ilerleyemeyen bir süreçtir. İkinci olarak, farklı toplumsal kesimlerin çözüm sürecini yürüten aktörlere verdiği kredi aşınma riskiyle karşı karşıya kaldı. Ve son olarak, iyi niyetli kesimlerin olumlu gelecek öngörüleri zaafa uğrarken, art niyetlilerin kötümser öngörüleri küstah bir cesaretle ortalarda dolanmaya başladı. Bütün bunlar, sadece bir iletişim kazasının sonuçları olarak az şey midir?

2013 başından itibaren ortaya çıkan diyalog ortamı, İmralı tutanaklarının sızdırılmasına yönelik tepkilerin ardından daha önce PKK tarafından kaçırılan sekiz kamu görevlisinin serbest bırakılmasıyla devam etti. Son gelişmeler, aslında ana muhalefet partisinin İmralı sürecine karşı açıkça tavır alarak ciddi bir zamanlama hatası yaptığını gözler önüne serdi.

SETA Siyaset Direktörü Hatem Ete, TRT1'de yayınlanan Enine Boyuna programında çözüm sürecindeki son gelişmeleri değerlendirdi.

Kürt meselesinin kalıcı çözümünü amaçlayan 2005 ve 2009 açılımlarının akim kalmasının ardından, bu kez Türkiye yeni ve tarihi bir fırsatın eşiğinde. “2013 Çözüm Süreci” olarak adlandırılan bu yeni dönem, meselenin çözümü noktasında silah ve şiddetin neden olduğu çatışma ortamını ortadan kaldırarak, diyaloga, siyasete, huzur ve barışa zemin hazırlamayı amaçlıyor. İmralı'da bulunan Abdullah Öcalan ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan arasında gerçekleşen görüşmelerle başlayan süreç, Türkiye'nin yeniden küresel bir aktöre dönüşmesi noktasında hayati ve tarihi bir öneme sahip olmakla birlikte, dikkatle ve adım adım izlenmesi gereken stratejik bir yol haritasını da ortaya koyuyor.

‘Kürt meselesinin' çözümü ve ‘PKK'nın silahsızlanması' başlıklarında, en popüler konuların başında ise ‘çatışma çözümleri' denilen, 20. yy ikinci yarısında icat edilen karma disiplin gelmektedir. Batılı sosyal muhayyilenin, Hıristiyanlığın ezici bir şekilde anlam dünyasını belirlediği ‘savaş ve barış', ‘iyi ve kötü', ‘çatışma ve uzlaşma' ve ‘çile ve refah' gibi dikotomik tarifler etrafında oluşan çatışma çözümleri dünyasının, batı dışı toplumlar için ne kadar anlam ifade ettiği şüphelidir. 19. yüzyıl pozitivizminin nihai kavramsal çerçevesini belirlediği ‘çatışma' ve ‘çözümleri', II. Dünya Savaşı sonrası dönemde ise ete kemiğe bürünecek şekilde metodolojisine ve uygulamalarına kavuşmuş oldu.

SETA Hukuk ve İnsan Hakları Direktörü Yılmaz Ensaroğlu, TRT1'de yayınlanan Enine Boyuna programında ‘2013 Çözüm Süreci' kapsamında oluşturulan ‘Akil İnsanlar Komisyonu'na dair değerlendirmelerde bulundu.

“Akil İnsanlar Heyeti daha önce oluşan heyetlerin sahip olduğu birtakım dezavantajları karşılayarak işe başlıyor. Bir; karar alıcıların, bu heyeti muhatap alacaklarını teyit etmiş olmaları, teminat vermiş olmaları. Çünkü heyetler muhatap alınmadıkları zaman yalnızca bir kamusal ilgi uyandırır. İkincisi; politikanın ciddiye alacağını söylemesi doğal olarak medyatik ilgi de uyandırdı.

Uluslararası Antalya Üniversitesi ve SETA Vakfı işbirliğinde 14 Nisan 2012 tarihinde Antalya'da düzenlenen “Anayasa Sempozyumu” bildiri metinleri kitaplaştı.

SETA'nın faaliyetlerinin tamamının birarada toplandığı SETA yıllığı, toplumun her kesiminin ilgilisine ufuk açıcı bir kaynak olmaya ve 2012 yılını kuşbakışı değerlendirmeye imkan veriyor.

30 Eylül 2013'te açıklanan demokratikleşme paketi Kürt meselesi ve PKK açısından yeni bir dönüm noktası oldu. Ortaya çıkan paketi elinin tersiyle iten Barış ve Demokrasi Partisi'nin demokratikleşmeye katkı vermediği ortada. Kürt siyasi hareketi yıllar içinde kendisine bir 'Kürt meselesi dünyası' yarattığının farkına varamadı. Bu dünyanın en temel özelliği Kürt meselesinin adeta hiç bitmeyecek, hiç normalleşmeyecek bir sorun olarak algılanması var. Özellikle sıradan bir Kürt bireyin sadece Kürt olmaktan kaynaklı şikâyetleri ortadan kalkmaya başlayınca Kürt siyasi hareketi ciddi bir boşluğa düşüyor. Tam da bu sebepten, Kürt sorunu çözüldükçe PKK vesayetinden kurtulması beklenen Kürt siyasi hareketi daha fazla PKK'nın dipnotuna dönüşüyor.