Sol, Gezi Parkı Protestolarından Ne Anlamalı?

27 Mayıs'ta başlayan Gezi Parkı protestoları, polisin göstericilere yönelik orantısız güç kullanımının da etkisiyle Kemalistlerden liberallere geniş bir yelpazeden farklı talepleri olan, amorf bir kitle oluşturdu. Bu süreçte kamuoyunu en çok meşgul eden husus, Başbakan Erdoğan başta olmak üzere iktidar partisinin gösteriler karşısında aldıkları pozisyon ve Gezi Parkı'nın Türkiye siyaseti üzerinde yapacağı makro etkiler üzerinde yoğunlaştı. Öte yandan gösteriler, ülkede parlamenter Sol'un yeni talepleri doğru yorumlayamadığını ortaya koymakla birlikte kökeni 1950'li yıllara dayanan devlet odaklı sol siyasetin artık rafa kaldırılması için bir irade beyanı olarak ortaya çıkıyor.

Devamı
Sol Gezi Parkı Protestolarından Ne Anlamalı
Edgeworth'un Kemikleri Sızlar mı

Edgeworth'un Kemikleri Sızlar mı?

Son on gündür ortaya çıkan manzara psikolojik gerilimler, kamuflajlı itirazlar ve bencil hassasiyetler dünyasından çıkarak “açık bir siyasal” pozisyona tevdi edilmediği sürece, psikolojik gerilimlerin dışında, siyasalın dünyasında uzun vadeli bir karşılığı olmayacaktır.

Devamı

Türkiye'de Gezi Parkı'yla başlayan protestolar temelinde farklı perspektiflerin Türkiye'yi tanımlama mücadelelerinin farklı bir alanda devam etmeleriyle alakalıdır.

Türkiye yakın geleceğini belirleyecek en önemli kavşağın önünde bulunuyor. Taksim Gezi Parkı'ndaki çevreci bir eylemden bambaşka bir hal alan protestolar AK Parti hükümetinin iktidarı süresince toplumun nirengi noktalarına dokunmaktan çekinmemesi hasebiyle bugünkü görünümünü aldı. Protestoların geldiği noktada, olayları küçümsemek ile protestolardan devrim çıkarmak arasında yapısal olarak hiç bir fark yoktur. Herhangi bir ülkede, insanlar sokaklara dökülüyorsa, ortada bir kriz var demektir ama unutulmamalıdır ki krizin kendisi, ancak ve ancak onu çözüme kavuşturabilecek olan koşulların var olduğu yerlerde ortaya çıkar. Türkiye siyasetin geleceği bu krizin nasıl bir siyasal yaratıcılığa dönüşeceği ile yakından ilgilidir.

Kabaca son iki haftayı ciddi bir şekilde konuşacaksak, karşımızda koskoca siyasi anlamsızlıktan başka bir şey bulunmuyor.

Erdoğan yeni karakter suikastını ancak ve ancak Türkiye'nin temel demokratikleşme meselelerine odaklanmaktan vazgeçmeyerek bertaraf edebilir.

Laiklik Demokrasiyle Uyumlu mu?

Mısır'da ordu, yeni doğmakta olan bir demokrasiyi devirirken, demokratik ülkeler neden bu kadar sessizler?

Devamı
Laiklik Demokrasiyle Uyumlu mu
Kemalizm'e Ricat

Kemalizm'e Ricat!

Türkiye, Kemalist emekli dünyasına ait bir dış politika tercihi işaretini verdiği andan itibaren fazlaca emek harcamadan hızla ilişkilerini düzeltebilir. Bunun anlamı ise başarı değil. Ama bu durum sadece iddiasız ve anlamsız bir aktöre dönüşmek olsa iyiydi; aynı zamanda bölgesel jeopolitikte ciddi bir pozisyon kaybıdır da.

Devamı

Putin'in Esed'i varsa Amerika'nın da Sisi'si var. Rusya, Suriye'deki katliamlara 'terörle mücadele' derken, Amerika Mısır'daki darbeye en üst düzeyden 'demokrasinin restorasyonu' demekte.

Türkiye askeri müdahalede taraf olmanın psikolojik ve ahlaki sorunlarından fazla 'müdahale sonrası' yaşanacak gelişmelere odaklanmalıdır. Çünkü müdahaleye önderlik yapacak aktörler Türkiye'nin yüzleşmek zorunda olacağı güvenlik riskleriyle karşı karşıya değildir.

Tumhaber.com'dan İbrahim Baran'a ODTÜ'de yaşananlar üzerine değerlendirmelerde bulunan SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü Hatem Ete, “Bu vahim olayın, beslendiği bir siyasal vasat var. Olayın failleri, siyasal ortamdan cesaret alarak böyle bir davranışta bulunmaya cüret ediyorlar. Bu cüretin bir yüzü, Gezi eylemleriyle ilişkili.” dedi.

Gezi eylemleri, demokrasi talebinin yaşam tarzı kaygılarına feda edilmesini sembolize etmektedir.

Türkiye'de MİT Krizi'yle tartışmaların odağı olan Fidan'ın bu kez uluslararası kamuoyunun gündemine gelmesi, birçok tartışma ve yorumu da beraberinde getirdi. Bu tartışmalar bağlamında SETA araştırmacılarının yaptığı analizleri bir arada sunuyoruz.

Çözüm sürecinin 2013 Nevruzu ile fiilen başlamasıyla birlikte ilk aşamada en temel soru(n) "Öcalan'ın Nevruz mesajının" PKKBDP çizgisi tarafından taşınıp taşınamayacağı meselesiydi. Mart 2013'ün üzerinden altı ay geçmeden 'Öcalan sancısının' ne kadar derin olduğuna işaret eden bir çok sorun ortaya çıkmakta gecikmedi. Bugün geldiğiniz noktada, Öcalan'ın Nevruz'da verdiği yeni mesaja adapte olanlarla, mesajla açıktan yüzleşemeyenlerin geriliminden ortaya çıkan marazlara şahitlik ediyoruz. Bu hastalığın iki temel özelliği bulunuyor.

Yıllarca Kürt sorununa dair müesses nizamın ezberlerinden birisi de "bölünme" fobisiyle yarışan "PKK'nın siyasallaşması" tehlikesiydi. Oldukça derin bir tehdit şeklinde dillere pelesenk olmuş "fobinin" tek sahibinin Kemalist dünya olmadığı bugün daha rahat anlaşılıyor. PKK, "siyasallaşmadan", düşmanı farz ettiği ama politik teolojisine öykündüğü Kemalizm kadar ürküyor. Karşımızda aşamaları olan barış süreci içinde, liderinin belli bir mutabakat üzerinden yürüdüğü yol haritasında ilk aşama olan "çekilme" safhasında olmadık provokasyonlar yapıp duran bir yapı var. Çekilme sürecinde bile tutarlı bir siyaset izleyemeyen PKK'nın "silahsızlanması" ve nihayet "siyasallaşması" mümkün mü? Ya da böyle bir kapasitesi ve kabiliyeti olacak mı?

AK Parti siyaset yapımında daha da yalnızlaşabilir. Tedrici demokratikleşme yükünü tek başına taşımaya devam ettikçe, AK Parti'nin siyasi hegemonyasını sürdürmemesi için bir sebep bulunmuyor.

“Başı-örtülü” ve “başı-açık” kategorileri üzerinden oluşturulan dikotomi sosyolojik değil ideolojik bir zemine dayanıyor. Söz konusu zeminin buharlaşması siyasetin önünü açacak bir gelişme olacaktır.

Sosyoloji önemlidir deyip, onu da “buyurun burada yapılmışı var” diyerek tek bir formatta muhatabına dayatmaya çalışmak, anlama ve müzakere imkânlarını daha başından yok saymaktır.