Podcast: Batı’nın Değer Hegemonyası ve İsrail Sorunu

Batı’nın Değer Hegemonyası ve İsrail Sorunu

Devamı
Podcast Batı nın Değer Hegemonyası ve İsrail Sorunu
Batı nın Düşünce Dünyası ve Filistin Körlüğü ŠiŠek

Batı’nın Düşünce Dünyası ve Filistin Körlüğü | Žižek, Butler, Habermas ve Diğerleri

Batılı düşünür ve entelektüeller 7 Ekim sonrasında nasıl pozisyon aldı? Batı düşünce dünyası Filistin’i neden görmezden geliyor? Filistin’i haklı bulan veya destekleyen isimler neden linç ediliyor?

Devamı

Bugün insanlığın yaşadığı en büyük insani ve ahlaki kriz, İsrail'in Filistin'e yönelik katliamıdır. İsrail'in Filistin'e yönelik yılladır süregelen insanlık ve savaş suçları, 7 Ekim'den bu yana yoğun bir şekilde devam etmekte. Ancak öyle görünüyor ki Batı'nın yüzyıllardır tüm dünyaya dayattığı değer ve ahlak odaklı sözde üstünlüğü, bugün Gazze'de yaşananlara karşı verilen reaksiyonda gerçek yüzünü gösteriyor. Zira Batılı düşünür ve entelektüeller, dünyanın gözü önünde yaşanan katliama yönelik ya tarihin yanlış tarafında konumlanıyor, ya da güçlü bir tepki vermekten çekiniyor.

Birçok Avrupa ülkesinde siyasetçiler İsrail'e artık dur deme noktasına gelse de en ısrarlı İsrail destekçisi olarak Almanya öne çıkıyor. Nitekim Almanya Başbakanı Scholz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İsrail eleştirisine cevap verirken şu cümleyi kullanabildi: "İsrail demokrasidir. İnsan haklarına ve uluslararası hukuka bağlı ve buna göre hareket eden bir ülkedir. Bu nedenle İsrail'e yönelik suçlamalar saçmadır." Halbuki BM kuruluşları Gazze'nin "çocuk mezarlığına, cehenneme döndüğünü" söylerken ve sürekli olarak İsrail'in "soykırım uyguladığını" belirtirken Schulz bu cümleleri sarf edebildi. Holokost'un Alman zihnindeki ağır prangasının Filistinlilerin katledilmesini meşrulaştıran sefaletine diğer bir örnek de Frankfurt okulunun önde gelen filozoflarından Habermas'tan geldi.

Varoluşunu ve yapısal-ontolojik kodlarını terör ve şiddete bağlamış ve buradan devşirilecek yöne muhtaç ve mecbur bir örgütsel topluluğun, halk, demokrasi, hukuk, barış, özgürlük, irade, saygı, müzakere, eşitlik, adalet kavramları üzerinden sahte bir siyasi alan inşa etmesinin ve ülkenin siyasasına bunu dayatmasının trajik ve ironik hallerini hep beraber yaşıyoruz.

Son haftalarda kadınlar ve gençler üzerinden yapılan toplumsal değişim tartışmaları iç gündemi meşgul ediyor. Odakta daha ziyade "muhafazakarlığın dönüşümünün" yer aldığı bu tartışmalar herkesin kendi yarasından konuştuğu duygusal ve tepkisel bir zeminde yürüyor.

Sosyal Ağlar, Kitle Psikolojisi ve Linç Kültürü

Kendi cemaatlerinin hakikatini mutlak kabul eden şebekelerin sosyal ağlarda farklı olana tahammüllerinin asgari seviyelerde seyretmesi, demokratik olduğu iddia edilen bu alanların gerçekte ne denli dışlayıcı olduğunu göstermektedir. Kutuplaşma söylemi içerisinde anlamlı bir yere oturan bu sosyolojik görünüm aslında Türkiye’nin bugüne kadar tek kutuplu bir sosyal yapı arz ettiğini de ortaya koymaktadır.

Devamı
Sosyal Ağlar Kitle Psikolojisi ve Linç Kültürü
Cambridge Analytica Risk Toplumu ve Sosyal AÄŸlar

Cambridge Analytica Risk Toplumu ve Sosyal AÄŸlar

Başlarda özgürlüklerin genişletilmesi bağlamında değerlendirilen sanal mecralara yönelik aşırı iyimser tutumların yerini korku ve endişeye bıraktığı görülmektedir. Ulus devletler Facebook ve Twitter gibi küresel şirketleri kendi egemenliklerini tehdit edici aktörler olarak değerlendirmekte ve bu yönde önlemler almaktadır.

Devamı

Avrupa'da çok kültürlülük söyleminin geldiği noktayı da sorgulamamız gerekir. Fakat şu anda aslolan, Avrupa Parlamentosu seçimleri vesilesiyle konuşulması gereken, Avrupa Birliği fikrine ne olduğu sorusudur.

Hristiyanlığın çağlar içerisinde geçirdiği dönüşüm sonucunda artık ne siyasal ne sosyal alanda neredeyse hiçbir etkide bulunmadığı tamamen seküler Batı Avrupa toplumlarında ve Amerika'da geçerli olabilecek 'müzakereci demokrasi' kavramını, çoğunluğu Müslüman toplumların ve İslam'ın kabul etmesi ne derece mümkündür ve doğrudur?

Dünya post-seküler bir siyasal-toplumsal yapıya evrilirken Türkiye'de laikliÄŸi bir hukuki ilke ve düzenleme olarak deÄŸil de bir ideoloji ve hayat biçimi olarak yorumlayanlar içine düÅŸtükleri fasit daireden çıkamıyor.

Ä°ktidar partisi, geride bıraktığımız 22 Mart’ta 23 maddeden oluÅŸan bir anayasa deÄŸiÅŸikliÄŸi taslağını kamusal müzakereye sundu. Kamusal müzakerenin iÅŸlemesi için de tek tek siyasi partilerle; sivil toplum örgütleri, meslek ve medya kuruluÅŸlarıyla ise toplu görüÅŸmeler gerçekleÅŸtirdi. Yarına kadar da (29 Mart) yeni öneri ve deÄŸiÅŸiklikleri kapsayacak müzakereler için kapıların açık tutulduÄŸunu deklare etti. Ä°ktidar partisi teklifini müzakereye açık olduÄŸu vurgusuyla “taslak” olarak sunmasına raÄŸmen, bu faaliyetin bürokratik vesayetin politik karını paylaÅŸan kesimler tarafından “pazarlık etmek,” “müzakere yapmak,” “sus payı vermek” gibi çoÄŸu zaman alçaltıcı anlamda kullanılan ifadelerle karşılanması tam anlamıyla bir teÅŸhir anıydı.