Türkiye-ABD bir İleri Bir Geri...

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Amerika ziyareti, Türk-Amerikan ilişkilerinin adeta bir balayı havası yaşadığı günlerde gerçekleşiyor. 1 Mart 2003 tezkeresinin reddedilmesinden bu yana yaşanan güvensizlik ve gerginlik ortamı, yerini olumlu bir havaya bırakmış görünüyor. Bu değişikliğin sebebi ne? İddia edildiği gibi Başbakan Erdoğan'ın 5 Kasım'da Bush'la Beyaz Saray'da yaptığı görüşmede bir büyük pazarlık mı yapıldı? 12 yıl sonra ilk defa Cumhurbaşkanlığı düzeyinde gerçekleşen Abdullah Gül'ün ziyareti, Türk-Amerikan ilişkilerindeki bu iyileşmeyi nasıl etkileyecek?

Devamı

Başkasının Savaşında Pakistan Yanıyor

PAKİSTAN’IN eski başkanlarından ve Pakistan Halk Partisi (PPP) lideri Benazir Butto’nun öldürülmesi, bu ülkede uzun yıllardır yaşanan kaosun hangi boyutlara ulaştığını gösteriyor. Askeri vesayet, abartılmış dış tehdit algısı, kötü yönetilmiş Keşmir sorunu, geleneksel toplum yapısı ve elitist siyasi parametrelerin arasında sıkışıp kalmış olan Pakistan’ın her istikrar hamlesi, paradoksal bir şekilde ülkeyi demokrasi ve şeffaflıktan uzaklaştırdı.

Devamı

3 Aralık günü yayımlanan Ulusal İstihbarat Değerlendirmesi'nin (National Intelligence Estimate) İran nükleer programıyla ilgili raporu, ABD-İran ilişkilerinde bir dönüm noktasını teşkil ediyor. Rapora göre İran nükleer silah geliştirme amaçlı programını 2003 yılında sona erdirmiş.    

PKK terörünün yükselmesiyle başlayan süreç, Türkiye’yi yeni tercihlerin eşiğine getirdi. Amerikalı senatör Joe Biden’ın Irak’ı ‘yumuşak bir şekilde’ üçe bölelim önerisi hakkındaki tartışmalar sona ermeden Türkiye, Irak’ın giderek karmaşıklaşan siyasi yapısıyla yüz yüze geldi. Buna kısaca muhatap bulma sorunu diyebiliriz. Irak’ın işgal edildiği 2003 yılından bu yana Irak’ta herkese eşit mesafede durmaya çalışan Türkiye, simdi Kürt liderlerle bir hesaplaşma sürecine girmiş durumda. Bağdat’ı kendimize tek muhatap kabul etmek, Irak normal bir ülke olsaydı şüphesiz anlamlı olurdu. Fakat merkezin zayıfladığı, güç paylaşımını kimsenin kontrol edemediği, etnik-sekter siyasetin milli aidiyetin üzerinde olduğu ve üstelik halen işgal altındaki Irak’ta sadece ‘Bağdat’ı muhatap kabul ediyorum’ demek, ilkeli bir davranış olabilir ama sorunlarımızı çözmeye yetmez.

BATI’DAKİ çoğulculuk tartışmalarının 11 Eylül’den sonra yeni bir boyut kazanacağına ve bu saldırıların ardından güvenlik merkezli yaklaşımların yükselişe geçeceğine herkes kesin gözüyle bakıyordu. Fakat Avrupa ve Amerika’daki çoğulculuk ve çok kültürlülük tartışmalarının Müslüman topluluklar üzerinden yapılıyor olması, yeni ve endişe verici bir eğilime işaret ediyor

Hükümet içinde bulunduğumuz seneyi tamamlarken yeni ekonomi eylem planını açıkladı. Bir çok temenniyi içerisinde barındıran plana göre: “3 aylık eylem planı, herhangi bir mali tablonun yeniden şekillenmesi değil, mali planın 2007'nin son çeyreğine rastlayan kısmını oluşturuyor. Yeni dönemde ekonomide eksen değişikliği söz konusu. Bu dönemde büyüme ile istikrara geçiş dönemi başlatılıyor. 2007 - 2013 döneminde makroekonomik eksen, piyasa ekonomisinin sürdürülmesine dayalı şekillenecek. Bütçe dengesi, cari denge, tasarruf-yatırım dengelerinde 2007-2012 döneminde alt yapı sağlamlaştırılacak. Temel reform alanları genel ve sektörel verimliliği artırmaya yönelik alacak. Yeni dönem, "düşük kamu borcu ve istihdam dönemi" olacak. Reformlar konusunda herhangi bir yavaşlama olmayacak. Kısa dönemde, sosyal güvenlik reformu yasalaşması için TBMM'ye sunulacak. Bütçe ve ekonomik büyüme açısından önem arzeden enerji sektörüne dönük tedbirler, YPK ve Enerji Zirvesinden çıkacak kararlara paralel, kısa sürede açıklanacak.” Ana satırbaşlarına ve planın geneline baktığımızda istihdamın artırılması, sanayinin güçlendirilmesi, kamu mali reformuyla beraber istikrarın sürdürülmesi endişelerinin ön plana çıktığını görüyoruz.

Daimi Savaş Ekonomisi

“Daimi savaş ekonomisi” kavramsallaştırması ilk kez 1944 yılında Walter J. Oakes tarafından kullanıldı. Daha sonraları savaş ekonomisi teorileri “Askeri-Endüstriyel-Kompleks (AEK)” analizleriyle geliştirildi. ABD’nin 1940’ların başında ilan ettiği “ileri savunma doktrini” de benzer savaş ekonomisi analizlerinden doğdu. Bu doktrin, köklerini Amerikan sosyal muhayyilesine kadar izleyebileceğimiz deniz-aşırı Amerikan müdahaleciğidir. Bu tarz askeri müdahalecilik ise “yeni sömürgeciğinin” ya da kapitalizmin çağımıza özgü tabiatının bir sonucudur

Devamı

ABD işgalinin 6. yılında Irak

SETA Vakfı Gökhan Çetinsaya ve Taha Özhan imzasıyla 'İşgalin 6. Yılında Irak' adlı bir kitap yayınladı. Çalışma bugüne kadar Irak üzerine hazırlanmış en kapsamlı çalışma olması bakımından anlamlı. Zira Türkiye medeniyet havzasında yer aldığı, tarih boyunca şekillenmesine katkı yaptığı bu coğrafyayla yıllarca ilgilenmedi. Buna karşın, son yıllardaki aktif politikasıyla bölgede yeniden kendi tarihi ve jeopolitik derinliğinden gelen varlık bilgisine ulaşmaya çalışıyor. Bu anlamda bölge barışına etnik-mezhebi ve siyasi çıkarlardan uzak, meşruiyetini insani kaygılardan alan fakat bununla birlikte ayakları yere basan çözüme yönelik politikalar üretiyor. İşgalin 6. Yılında Irak kitabı, Amerikan işgalinden günümüze Irak'taki mevcut durumu ve yeni Irak'ın geleceğini anlamamız bakımından referans bir kitap olma özelliği taşıyor.

Devamı

Uluslararası sistemin önemli aktörlerinden biri olma yolunda hızla ilerleyen Türkiye, bölgesel etki gücünü artırmakta ve bir denge unsuru olarak gücünü pekiştiriyor. Ancak Avrupa Birliği üyelik müzakereleri, Kıbrıs sorunu, Türk-Ermeni ilişkileri, Türkiye-ABD ilişkileri, Irak başta olmak üzere Ortadoğu’daki gelişmeler sıcak tartışma konuları olarak Türkiye’nin gündemindeki yerini koruyor. Öte yandan laiklik ve din, Kürt sorunu, Alevilik meselesi, anayasaya değişikliği, yargının tarafsızlığı ve medya-siyaset ilişkileri gibi konular iç politika tartışmalarının odağında yer almaya devam ediyor.

Çok değil 11 yıl önce Türkiye ve Suriye, Ekim 1998'de imzalanan Adana anlaşması ile bir askeri çatışmanın eşiğinden döndü.

Mısır, Ürdün ve İran'ı bu sırayla ara vermeden ziyaret edebilecek tek bölge ülkesi Türkiye. Hem Araplar, hem de İran nezdinde iç ve dış politikada tüm sorun alanlarını konuşabilen ve tepki çekmeden çözüm önerileri sunabilen tek Dışişleri Bakanı ise Ahmet Davutoğlu.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay bir süre önce demokratikleşme açılımına ilişkin çalışmalar hakkında bilgi verdiği basın toplantısında çok önemli bir tespitte bulundu. “Demokratik açılımın asıl sahibi milletimizdir”.

2001’deki Amerikan müdahalesinin ardından Afganistan’da, devlet başkanlığı ve eyalet meclisleri seçimlerinin ikincisi 20 Ağustos’ta birleştirilerek yapıldı. Seçimlerde gözlemci olarak bulunmanın verdiği avantajla, asıl gerekçenin maliyetten ziyade güvenlik kaygısı olduğunu söyleyebiliriz.

Afganistan'daki durumun vahameti Amerikan başkanlık seçimleri aracılığıyla uluslararası toplumun gündemine taşındı. Amerika'nın Afganistan'ı işgal ettiği 2001 yılının iyimser atmosferi geride kaldı.

Soğuk Savaş'ın bitişi ile birlikte dış politikayı belirleyen yukarıdan yapısal baskı ortadan kalktı. İki kutuplu dünyanın sınırlı tercih ortamı artık yok ve dış politika yeni dönemde iç politika karşısında özerkliğini kaybetti. Türkiye açısından baktığımızda dış politika neredeyse iç politikanın uzantısı haline geldi.

TRT'de yayınlanan Enine Boyuna programında Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu entelektüel birikimi ve dış politika gündemine hâkimiyeti ile nasıl bir dışişleri bakanı profili çizeceğini ortaya koydu.

İslam dünyası tarihinin önemli dönüm noktalarından birini yaşıyor. Küresel sisteme entegre olmakla kendisi kalmak arasındaki gerilim, çağdaş Müslüman toplumların siyasi ve kültürel tercihleri üzerinde doğrudan bir etkiye sahip. Türkiye, Mısır ve İran gibi ülkelerin modernleşme serüvenleri, aynı zamanda derin çelişkilerin tarihi. Modernleşme adına büyük bedeller ödemeyi göze alan Müslüman toplumlar ne modernleşebildiler ne de kendilerine has bir zaman-mekan telakkisi geliştirebildiler. Öte yandan modernleşmenin nimetlerinden bugüne kadar siyasi elitler ve onlara yakın duranlar faydalandı. İslam toplumları modernleşmeyi merkeze karşı çevreyi zayıflatan bir süreç olarak tecrübe etti ve bu fiili durum bugün de devam ediyor. Çevrenin siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda yaşadığı marjinalleşme, İslam dünyasında farklı gerginlik alanlarının doğmasına neden oluyor. İslam coğrafyasının yer yer askerî, çoğu zamansa siyasi, ekonomik ve kültürel işgal altında olması, bu gerilim noktalarına yeni bir boyut katıyor. Avrupa’nın 19. yüzyıldaki modernleşme tarihinin sömürgecilikle atbaşı gittiğini İslam dünyası unutmuş değil. 19. yüzyılın ikinci yarısında Mağrib’den Endonezya’ya kadar İslam coğrafyasının yaklaşık yüzde 80’inin fiili işgal altında olduğu gerçeği, kolektif hafızada yaşamaya ediyor