Suriye meselesinin başında sahip olunan çözüm çeşitliliği zaman geçtikçe, dinamiklerin sayısı can kayıplarına paralel bir şekilde artınca kaybedildi.
Devamı
Tüm dikkatlerin IŞİD'le havadan mücadeleye çevrildiği bir zamanda Esed rejimi kendisini radardan çıkardığı gibi iki ana strateji izledi.
Devamı
Chuck Hagel'ın istifasını yorumlayan SETA Dış Politika Araştırmacısı Kılıç Buğra Kanat, yeni bakanın kendisine delege edilen görevleri yerine getirecek ve son iki senesinde Obama yönetimi içerisinde çatlak ses çıkarmayacak bir isim olacağı yorumunda bulundu.
Burhanettin Duran, Türkiye'nin Çözüm Süreci'ni kendi milli süreci olarak yürütmek istediğinin altını çizdi.
Çözüm Süreci'nin neden başladığı ile ilgili yapılan analizlerin birçoğu hâlâ geçerliliğini koruyor: Çatışmalı dönemin her iki taraf için de sürdürülemez oluşu, Irak ve Suriye özelinde Ortadoğu'nun müphem geleceği ve Türkiye'nin bölgesel ve küresel ölçekli bir aktör olma yolunda ilerlerken dış politikadan ekonomiye her alanda Kürt meselesinin çözümsüzlüğüne hapsolması süreci başlatan nesnel koşullar olarak yerinde duruyor. Sürecin politik ekonomisi olarak da okunabilecek bu hesapların her birisini sürecin neden devam etmesi gerektiğinin de altına rahatlıkla yazabiliriz.
“Ne zaman AKP'ye yönelik eleştiriler çoğaltılsa hemen 'öyleyse süreç bitecek mi?' diye soruluyor. Hayır, kesinlikle barış sürecini bitirmekten söz etmiyorum. Ama açıkça belirtmek gerekiyor ki, AKP kesin bir şekilde partner olmaktan çıkmıştır.” Bu sözlerin sahibi HDP milletvekili Aysel Tuğluk. Tuğluk bir İnternet sitesine yazdığı yazıda bir yandan “barış süreci”nin bitmediğini ima ediyor. Diğer yandan müzakere sürecinin ana aktörünün devre dışı kaldığını iddia ediyor. Tuğluk'a göre bunun başlıca gerekçesi, AK Parti'nin “IŞİD kartı ile sürece karşı en büyük komployu kurmuş olması”.
Çözüm süreci bütün olumsuzluklara rağmen devam ediyor. Daha önce Türkiye dışına çıkmayı durduran PKK'nın bir kanadı şimdi de silahlı çatışmalara geri dönmekten bahsediyor. Devlet açısından çözüm sürecinin ana hedefi, silahların bırakılmasıydı. Siyasi alan açılarak, silahlı çatışma bitirilecekti. PKK'nın çözüm sürecine eşlik edememesinin birçok nedeni var. Bu nedenlerden birincisi, PKK'nın örgütsel yapısı. Geçtiğimiz 30 yılın sonucunda PKK savaşma alışkanlığına sahip. Silahlı çatışmalara ara verebilme yeteneği ve deneyimine sahip olmakla birlikte, silahlı çatışmayı sona erdirebilme yeteneğine sahip değil. Çünkü çözüm süreci başarıya ulaştığında, örgütteki pozisyonlar ve güç dengelerinin değişmesi gerekecek. Ateşkes döneminde pozisyon veya güç dengesi nadiren değişir. Ancak barış yapılırsa hem kurumsal yapı hem de kişilerin pozisyonu değişmek zorunda. PKK'nın özellikle dağ kadrosu bunu istemiyor. Dağdaki bir komutanın Kürt halkının hayrı için bile olsa, komutanlığı bırakmak işine gelmiyor.
Devamı
Kobani eylemlerinde ortaya çıkan linç hadiseleri, sivil kıyafetli 3 askerin ve bir astsubayın maskeli saldırganlarca öldürülmesi ve yine bir korucunun ağaca asılarak öldürülmesi PKK şiddetinin yeni bir formla geri gelmesidir. Çözüm sürecinde masayı devirmek pahasına PKK'yı buna iten şey nedir? Hatırlanacağı üzere, Obama yönetiminin IŞİD ile mücadele stratejisinin ana ayağı yerel güçlerin bu örgütle savaşması üzerine oturuyor. ABD'nin bu savaşta kara birlikleri kullanmama ısrarı IŞİD ile mücadelenin uzun bir müddet devam edeceğini gösteriyor.
Devamı
Kobani'de bir süredir IŞİD ile Kürt grupları arasında yaşanan yoğun çatışma iki açıdan çok önemli hale gelmiş durumda. Birincisi, IŞİD'in giderek bölgesel ölçekte "jeopolitik bir realiteye" dönüşmüş olması, ikincisi ise, bütün heterojenliğine rağmen yeni bir "Kürt jeopolitik kuşağının" ve "tahayyülünün" ortaya çıkmış olması.
Obama yönetiminin IŞİD'le mücadele stratejisinin hava saldırıları dışındaki en önemli parçası bu örgüte karşı savaşan yerel gruplara silah yardımı yapmaktı. Kendi kara birliklerini sahaya sürmeyeceğini ilan eden ABD böylece Yemen ve Somali'de başarılı olmayan bir yöntemi IŞİD'e karşı da uygulamaya koyuldu. IŞİD karşıtı koalisyonun savaş stratejisinin zayıf olduğuna işaret eden bütün analizlerin dikkat çektiği şey yerel gruplara verilen silah desteği ile hedefin gerçekleştirilemeyeceği idi. Koalisyon içinde yer almakla birlikte, Obama yönetiminin IŞİD stratejisinden hoşnut olmayan ülkelerinde başında Türkiye geliyor. Bu hoşnutsuzluğun birkaç sebebi var. Öncelikle, ABD'nin stratejisinde Esed rejiminin yıkılmasını hedeflememesi. Bu yüzden en azından şimdilik güvenli bölge ve uçuşa yasak bölge oluşturulmasına sıcak bakılmaması. İkinci olarak ise, IŞİD'in tasfiye edilmesini müteakip Suriye'de ne olacağı konusunda netliğin olmaması. Bunlardan daha önemlisi ise kara harekâtı yapmayan ABD'nin IŞİD ile savaşan gruplara silah yardımının PYD'yi de içermesi.
KCK ve HDP'nin "Her yer Kobani" sloganıyla sokaklara çağırdığı "fırtına gençliğin" öfkesinin ve şiddetinin cesameti hepimize 1990'ları hatırlattı. Çözüm süreci ile "Türkiyelileştiği" düşünülen Kürt milliyetçiliğinin şiddet üzerinden siyasi alan kazanma isteğinin depreştiği tezi gündeme geldi. Yakın tarihimize baktığımızda Türkiye siyasetinin en karanlık onyılları olarak 1970'leri ve 1990'ları biliriz. İlkinde sol- sağ ayrışması etrafındaki ideolojik çatışma ikincisinde ise Türk- Kürt ayrışması etrafındaki etnik çatışma ülkemizde hem istikrar hem de güvenlik sorunu yaşatmıştı.
Çözüm süreci bağlamında Kobani eylemlerini İHA için değerlendiren SETA İstanbul Genel Koordinatörü Fahrettin Altun'a göre 'Kobani düşerse çözüm süreci biter' sözü, çözüm sürecinin mantığını kavrayamamak anlamına geliyor.
Geçen hafta birçok televizyon programında şu soruya cevap arandı: Çözüm Süreci Bitti mi? Bu sorunun sorulma gerekçesi, Kobane'de yaşanan katliamlardı. IŞİD'in katliamlarına maruz kalan Kürtlerin durumu ve Kobane'nin düşme tehlikesi bu soruyu gündeme getirdi. Doğan Grubu'nun, “Paralel Yapı”ya destek veren medyanın çözüm sürecine ilişkin yaklaşımı hepimizin malumu. CHP ve MHP'nin bu konudaki yaklaşımları da öyle. Sürece başından beri karşılar. Bu sürece niçin karşı olduklarını açıklarlarken “sürecin içeriğini net olarak bilmemek” argümanını hep birinci sıraya yerleştirdiler. Hükümetin “samimiyetsizliği” iddiası dile getirilen bir diğer argümandı. Sürecin içeriği netleştikten, hatta ve hatta süreç yasal zemine kavuşturulduktan sonra bu kez “siyasal mecburiyetler” (belki de acziyetler) nedeniyle statükocu pozisyonlarını korudular.
IŞİD'in Kobani'ye saldırmasıyla birlikte Türkiye'de üç küsur senedir Esed rejiminin katliamlarına karşı pasifizmi vazeden çevrelerin militarist duyguları depreşti. Türkiye'nin yanıbaşındaki Kobani'de yaşananlara seyirci kalmaması gerektiği söylenirken örneğin Azez, Jisr'eş-Şuğur, Atme veya Çobanbeyli başka iklimlerdeymiş havası estirildi. IŞİD'in ve/veya Esed rejiminin muhaliflerle çatıştığı bu şehirler Türkiye'ye tabiri caizse taş atımı mesafesindeyken, bu şehirlerde yaşanan kıyıma karşı üç maymunu oynayan çevrelerin, Kobani ile birlikte coğrafi bilgileri de hafızalarına rücu etmiş oldu. Türkiye'nin Kobani'den kaçan onbinlerce Kürt'e kucak açmasını yetersiz bulan aynı çevreler Kobani'de PKK'nın Suriye kolu YPG'nin silahlandırılmasına kadar varan absürt taleplerini dile getirdi. Türkiye IŞİD'i Ekim 2013'te dünyanın pek çok ülkesinden önce ve ana muhalefetin IŞİD'in sanını bile duymadığı bir zamanda terör listesine aldı. Hatırlatalım o listenin başında senelerdir PKK yer alıyor. Buna rağmen Kandil ve PKK'nın gündemini entelektüellik kılıfında satmaya alışmış çevreler çözüm süreci konusunda tehditkar açıklamalar yapmaya devam ediyor.
IŞİD özelinde Irak ve Suriye'de yaşanan gelişmeler sonucunda iki gün içerisinde 140 bini aşkın insanın ülke sınırlarından giriş yapması iç siyasette mülteci konusundan çok Çözüm Süreci'ni etkiledi. Bölgede son dört yıl içerisinde vuku bulan olaylar genelde Kürt meselesi, özelde ise bu meselenin demokratik yollardan çözümünü baltalayan bir işlev gördü. Öncelikle, 2009'da Arap Baharı'nın estirdiği havayı arkasına almaya çalışarak Demokratik Açılım fırsatını geri tepen PKK, 2013'ün yaz aylarında PYD'nin Suriye'deki güç vakumundan faydalanıp diğer siyasi Kürt yapılanmalarını elimine ederek elde ettiği güç neticesinde müzakere sürecine geçemeyişi bahane ederek geri çekilmeyi durdurdu. Şimdi ise Irak'ta ABD'nin hava saldırısında önemli kayıplar veren IŞİD'in yönünü tekrar Suriye'ye çevirmesiyle birlikte Kobani ve çevresinde şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Rojava'da yaşanan bu gelişmenin Kürt siyasal hareketi tarafından algılanışı ve iç siyasete taşınma yöntemi yukarıdaki iki örneğe benzer şekilde Çözüm Süreci'nin toplumsal dayanağını ve manevi havasını baltalıyor.
IŞİD'in Irak'ın kuzeyine yönelik stratejisi neleri içeriyor? Peşmerge-IŞİD çatışmaları hangi bölgelerde yoğunlaşıyor? Çatışmaların doğurduğu kısa vadeli sonuçlar neler?
IŞİD'in faaliyetleri Ortadoğu siyasetinde radikal ve yapısal değişimlere yol açıyor. Amerika'nın Avrasya'dan sorumlu eski dışişleri bakan yardımcısı Christopher Hill, en son ve en sert temsilciliğini IŞİD'in yaptığı devlet dışı aktör ve örgütlerin Arap dünyasındaki siyasal ve kamusal hayatı bu denli domine etmelerini Arap ulus devlet sisteminin çöküsü olarak tanımlıyor. Böyle bir ortamda, devlet mefhumu, kamu otoritesi, meşru şiddet, kamu düzeni, devlet-vatandaş ilişkisi ve benzeri kavramların içleri ya boşalıyor ya da boşalmış durumda. Bugün Ortadoğu ve Arap dünyasındaki devletlerin kahir ekseriyeti, devlet kavramının geleneksel manada ifade ettiği anlama malik değiller. Suriye, Irak, Libya, Lübnan, Yemen ve diğer birçok devleti bu trendin başlıca örnekleri olarak sayabiliriz.
Çözüm Süreci bölgesel denklemin kaygan zeminine rağmen önemli bir ivme yakaladı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa Kürt meselesinin barışçıl yollardan sonlandırılmasını hedefleyen Çözüm Süreci bir hükümet programında yer aldı. Başbakan Davutoğlu süreci bizzat uhdesine alarak bu meseleye verdiği önemi ortaya koydu. Bu gelişmelerin dışında, sürecin artık yasal dayanağa oturuyor oluşu, devletin en üst düzeyden 15 günde bir düzenli toplantılarla süreci takip edecek olması ve Öcalan'ın sürecin pratiğine yönelik verdiği pozitif mesajlar sürece dair pozitif bir iklimin doğmasına yol açıyor. Süreç bilindiği üzere üç sacayağı üzerine oturuyordu. 2005 yılında Diyarbakır'da yaptığı konuşma ile startını verdiği, 2009 yılındaki Demokratik Açılım ile tüm ülkeyi bir oryantasyon sürecinden geçirerek meselenin demokratik yollardan çözümüne alıştıran Erdoğan liderliğindeki AK Parti hükümeti, örgüt üzerindeki otoritesini sorgulamaya yönelik girişimlerden güçlenerek çıkan Öcalan ve provokasyonlara rağmen sürecin arkasında durarak devamlılığını sağlayan toplumsal destek. Kürt siyasal hareketinin temsilcisi konumundaki HDP ise bu üçlü denkleme 'arabulucu' rolüyle dahil edildi.
10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sonuçları her seçim gibi üzerinde durulması gereken muazzam sosyolojik tahlillere imkân sunan bir veri seti sundu. Birçok açıdan ilklere sahne olan bu seçim, aynı zamanda ülkenin içinden geçtiği dönemin de siyasal sağlaması denilebilecek bir resim sundu. Genelde, seçmen her zaman olduğu gibi topluma yeni bir şey sunan esaslı siyasete, istikrarlı bir değişime ve daha da önemlisi Çözüm Süreci'ne verdiği desteği yeniledi. Bu üç referans noktası ülke siyasetinin geleceği açısından olmazsa olmaz kaideler olarak yerini aldı. Özelde ise seçim sonuçları her siyasi partinin tabanın isteklerine, beklentilerine ve reflekslerine dair ders niteliğinde mesajlar içermektedir. Bu yüzden, Türkiye siyaseti adına söyleyecek lafı olan siyasi partilerin bu sonuçları ayrıntılı bir şekilde analiz etmesi gerekmektedir. 10 Ağustos seçiminden sonra yapılan analizler, işini özenli bir şekilde yapan birkaç isim dışında, şaşırtıcı bir şekilde ‘kazananlar enflasyonu' yaratmanın ötesine geçemedi. Bu yaratılan ‘kazananlar enflasyonu'ndan kasıt tabii ki Demirtaş'ın aldığı oylar üzerinden yapılan güzellemeler. Demirtaş'ın aldığı oyların sosyolojik zemininin peşine düşmek HDP'nin geleceği hakkında çizilecek resmin daha da netleşmesini sağlayacağı gibi, seçim kampanyası boyunca nelerin doğru ve nelerin yanlış yapıldığının sağlıklı bir muhasebesi için de muazaam bir imkân sunacaktır.