Uzlaşma Arayan ‘Pazarlığa' Oturur

İktidar partisi, geride bıraktığımız 22 Mart’ta 23 maddeden oluşan bir anayasa değişikliği taslağını kamusal müzakereye sundu. Kamusal müzakerenin işlemesi için de tek tek siyasi partilerle; sivil toplum örgütleri, meslek ve medya kuruluşlarıyla ise toplu görüşmeler gerçekleştirdi. Yarına kadar da (29 Mart) yeni öneri ve değişiklikleri kapsayacak müzakereler için kapıların açık tutulduğunu deklare etti. İktidar partisi teklifini müzakereye açık olduğu vurgusuyla “taslak” olarak sunmasına rağmen, bu faaliyetin bürokratik vesayetin politik karını paylaşan kesimler tarafından “pazarlık etmek,” “müzakere yapmak,” “sus payı vermek” gibi çoğu zaman alçaltıcı anlamda kullanılan ifadelerle karşılanması tam anlamıyla bir teşhir anıydı.

Devamı

İşgal'in 7. Yılında Irak Seçimleri

(TRT 1’de yayınlanan 15.03.2010 tarihli Enine Boyuna programının çözümlemesidir) 20 Mart 2003’ten beri Amerikan işgali altında bulunan Irak, sancılı bir seçim süreci yaşıyor. “Yaşıyor”; çünkü 1 haftadan beri resmî seçim sonuçları alınabilmiş değil.7 Mart günü başlayan oy verme işlemi tamamlandı. Irak anayasasına göre 31 Ocak’tan önce yapılması gereken seçimler, seçim yasası üzerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle bu tarihten iki ay sonra ancak yapılabildi.İşgal altındaki Irak’la ilgili olarak, “Toparlanmak için işgal güçlerinin ülkeyi terk etmesini bekliyor” denebilir. ABD’nin ne zaman çekileceği tartışmaları uzar giderken, SOFA antlaşmasının imzalamasından bu yana, Irak’lılar için işgalin 2011’de bitme ihtimali belirdi. Ancak bu ihtimal, Obama yönetiminin ani bir kararıyla uzaklaşabilir.

Devamı

Son yıllarda Batı ülkelerinin demografik yapısını ve kültürel dokusunu değiştiren Müslüman nüfusun artışı, Avrupa ülkelerinin vatandaşı olan Müslümanların kamusal alandaki görünürlüğünün daha belirgin oluşu, taleplerini katılımcı bir dille ifade etmeleri yeni tartışmalara yol açmaya başladı. Siyasi rekabetin yoğun olduğu dönemlerde Batı-İslam ilişkilerinde çoğunlukla gerilimli ve çatışmacı bir yaklaşımın hakim olduğu, kültürel ilişkilerin ön plana çıktığı dönemlerde ise daha dostça bir dilin iki dünya arasındaki ilişkileri etkilediği görülür. Ancak 11 Eylül Batı-İslam ilişkilerinde bir kırılma noktası olmuş, Batılıların ve özellikle de Avrupa’nın çoğulculuk, çok kültürlülük ve hoşgörü anlayışı Müslüman topluluklar ile testten geçmeye başlamıştır. Batılı ülkelerin hepsini aynı kefeye koymak doğru olmamakla beraber Pew Research Center, European Union Agency for Fundamental Rights ve Human Rights First gibi güvenilir kuruluşların araştırmaları, Batı’daki Müslümanlara yönelik ayrımcılık ve hoşgörüsüzlüğün arttığını göstermektedir.

Dış politika yapım süreçleri büyük oranda uzun vadeli ve makro hedefleri gözetir. Belli dönemlerde ve durumlarda ise kısa veya orta vadeli menfaatlere yoğunlaşır. Genellikle kullanılan metotlar dinamik; prensipler ise statiktir. Prensiplerin hızlı şekilde değiştiği dönemlerde politika yapımı zorlaşır. Geçen hafta ‘futbol diplomasisi’ ile başlayan sürecin Erivan, Bursa ayaklarından sonra ‘üçüncü maçımıza’ dönüştürülen Washington ayağını kaybettik. Bu durum karşısında merkez medyada bakanın istifasını isteyen kalemlerden, komşularla sıfır problem yaklaşımının ‘mavi boncuk’ dağıtarak iflas ettiğini dile getirenlere; ABD Ankara elçisinin ‘Türkiye’de yeni bir iktidar arayışı içerisine girdiğini’ söyleyecek kadar ileri gidenler de oldu. Öncelikle ‘istifa etmeli’ şeklindeki müthiş yaklaşıma göre 1980’lerden bu yana neredeyse her sene bir dış işleri bakanını ‘ermeni soykırımına’ kurban vermemiz gerekirdi. Çünkü hali hazırda 20’ye yakın ülke, ABD’de 41 eyalet bir şekilde bu iddiaları kabul etti.

Bugün, kurumlar arası çatışma, askeri vesayet, juristokrasi, sivil dikta, vb. kavramları yardıma çağırarak tartıştığımız meselelerin tamamı, siyasi iktidarı kimin ne ölçüde kullanacağıyla ilgili bir mücadelenin ürünü. 1960’dan beri, atanmış bürokratik iktidarla seçilmiş siyasi iktidarlar arasında cereyan eden bu mücadele, geçen hafta yargı ve yürütmenin en yetkili ağızlarından açık bir şekilde kamuoyuna da ilan edildi. Yargıtay başkanının “yürütmenin yargıyı kuşatma altına almak istediğine” dair sözleri, başbakan tarafından “yasama ve yürütmenin zaten yargı kuşatması altında olduğu” sözleriyle karşılandı.Bu durum, 1990’lardan beri çıkmaza giren 27 Mayıs siyasal sisteminin bu haliyle sürdürülemediğinin ve bir an önce mevcut toplumsal ve siyasal dinamikleri hesaba katan yeni bir siyasal denklem kurmanın kaçınılmaz olduğunun en açık göstergesi olarak okunabilir.

Sokak gösterileri, Reşadiye'deki saldırı, DTP'nin kapatılması, devam eden sokak gösterileri, Muş'ta yaşanan üzücü hadise ve toplumsal gerilim... Bunlar, ardı ardına gelen ve açılım sürecinin arkasındaki iradeyi ve açılımın geleceğini sorgulamamıza yol açan olaylar zinciri. Bu olaylara dayanarak, iki haftadır, Türkiye bir provokasyondan ve Kürt siyasetinin bu provokasyonun aktörü haline gelmesinden bahsediyor. Hatta DTP'nin kapatılması ve DTP'nin içindeki güvercin kanadı temsil ettiği bilinen Ahmet Türk'ün siyasi yasaklı olmasından yola çıkarak Anayasa Mahkemesi'nin de bu provokasyona alet olduğunu ima eden yorumlar yapılıyor. Gizli ya da açık bir elin olaylara start verdiğine ve nihayetinde açılımın ciddi bir krize girdiğine şüphe yok. Ancak, ortadaki tabloyu yorumlamadan önce, bu tabloyu doğuran koşulları, provokasyona gelen aktörleri konuşmadan önce, provokasyonu mümkün kılan aktörleri konuşmamız gerekir.

Türkiye ve Almanya ortak iyinin peşinde

İki ülke arasında hükümet ve devlet başkanları düzeyinde geçekleştirilen ziyaretler öncesinde, konuk ve ev sahibi liderler ile özel röportajlar yapılması ve bunların yayınlanması nerdeyse gelenek olmuştur. Bir tür kamu diplomasisi eksersizi sayılabilecek bu tür röportajların amacı ziyaretin siyasi içeriği hakkında kamuoyunu önceden bilgilendirmek, bazen sürprizlere hazırlamak, bazen de bazı müzakere konularında gerektiğinde toplumun göstereceği tepkileri destek olarak gündeme getirmektir.

Devamı
CHP'deki Değişim

CHP'deki Değişim

CHP’deki liderlik değişimi, CHP’nin süregelen siyasetinden farklı kesimlerin duyduğu rahatsızlığı ve yeni siyaset imkânlarına dair beklentiyi ortaya çıkardı.  

Devamı

Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP içindeki adı konulmamış bazı görünmez engeller kadar sınıfsal engelleri de aşması gerekiyor. CHP içindeki 'kentli, beyaz Türk, Kemalist' ekibin, Kılıçdaroğlu'na kolay kolay teslim olmayacağı ve atılan her adıma bunun Amerikancı bir hamle olduğu yönündeki reaksiyonları partideki çatlamayı derinleştirebilir. Kılıçdaroğlu'nun CHP'ye getireceği yeni siyaset, hem kendisinin hem de partinin geleceğini belirleyecek.

Türk-İsrail ilişkilerinin seyrinin stratejik ortaktan dost ülkeye, dost ülkeden ihtiyatlı ilişkiye ve ihtiyatlı ilişkiden düşman ülkeye doğru sürüklenmesini gözlemliyoruz...

İsrail'in Gazze'ye yönelik insani yardım taşıyan gemilere yönelik sert askeri müdahalesinin yarattığı tartışmalar dinmeden, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) İran'a yönelik yaptırımların oylanması gündeme geldi. İsrail'in uyardım gemilerine sert müdahalesi karşısında sert bir cevap veren Türkiye, BMGK'de yapılan oylamada Brezilya ile birlikte yaptırımlara "hayır" oyu verdi. Başka türlüsünü beklemek de imkansızdı. Nitekim iki ülke 17 Mayıs'ta İran'ı ikna ederek "uranyum takas anlaşması" imzalamıştı. Bütün bu gelişmeler bir kez daha şu soruyu gündeme getirdi; "Türkiye eksen mi değiştiriyor, yüzünü Doğu'ya mı dönüyor?" Tüm bu soruları, Türkiye'nın dış politikasını yakından izleyen SETA Vakfı'nın Genel Koordinatörü Taha Özhan'a sorduk. Özhan yaşananları, "Türkiye 'Ankara merkez'li politikanın meyvelerini topluyor" diye özetledi.

PKK, iktidarı geçmiş dönemlerdeki güvenlikçi perspektife mahkûm ederek tuzağına düşürmek ve toplumsal desteğini azaltmak istiyor.  

PKK, açılım sürecinin başlangıcından itibaren, devletin doğrudan topluma yönelerek barışma çabasından rahatsız olmuştur.

Kürt meselesinin çözümünün siyasi rantının paylaşılması hesapları, tarafları başlangıçta öngörülmeyen pozisyonlara itti.

Siyasi partilerin AK Parti’yi kuşatmak üzere bir araya gelmiş olmaları ve bürokrasinin perdenin önünden çekilmesi, rekabetin demokratikleştiği anlamına gelmiyor.

Milliyetçi Hareket, taşra gençliğini derinden etkileyen ideolojisi ve örgütlenmesiyle Soğuk Savaş dönemine damgasını vurmuş bir toplumsal harekettir. Milliyetçi Hareket Partisi, inişli çıkışlı bir oy grafiği izlemesine rağmen 1970'lerden günümüze istikrarlı biçimde oylarını artırmıştır. "Lider-teşkilat-doktrin" prensibini gaye edinen MHP, bu üçlemenin en çok 'doktrin' kısmında sorun yaşamış ve yaşamaya devam etmektedir. MHP, 'doktrin' meselesini taktiksel ve pragmatik bir yaklaşım içinde ele almıştır. Seksen öncesi dönemde anti-komünist bir ideolojiyi benimseyen parti, Soğuk Savaş döneminin bitmesiyle ciddi bir kimlik krizi yaşamaya başlamıştır. Küreselleşme karşısında hazırlıksız yakalanan hareket, kendini yenileyememiş ve taşralı kimliğini yeni Türkiye'yi kavrayacak modern bir kimliğe evriltememiştir.

Dış borçların yapısı, borç krizleri ve stand-by anlaşmaları, borçlanmayı azaltmak ve sürdürülebilir bir borç yönetimi için öneriler... Dış borç Türkiye gibi yükselen piyasalar ve azgelişmiş ülkeler için en önemli problemlerden birisi olmuştur. Artan borçlar hem borç yükünü artırmış hem de dış borç anapara ve faiz ödemelerini ağırlaştırmıştır. Bu da borç ile finanse edilen yeni yatırımların üretim hacminde sağladığı artışların giderek azalmasına ve bir noktada üretimdeki artışların, dış borçların ödenmesi için gereken anapara ve faizlerin altına düşmesine neden olmuştur. Dolayısıyla, makroekonomik istikrarın sağlanması için gereken en temel unsurların başında, borcun sürdürülebilirliğinin sağlanması ve borç yükünün makul seviyelere indirilerek bu seviyelerde tutulması gelmektedir. Dış borç sorununun başladığı 1950- 1960’lı yıllar, yüksek borçlanma nedeniyle hem IMF ile stand-by anlaşmaların yapıldığı hem de borç ötelemelerinin yoğun olduğu bir dönem olmuştur.

Türkiye, son birkaç aydır, yoğun bir şekilde yeni Anayasa değişiklik paketini tartışmaktadır. Siyasi partiler, siyasal kimlikler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve toplumun örgütsüz kesimleri, 12 Eylül 2010 tarihinde oylanacak pakete ilişkin tutum almış ve bu tutumlarını ilan etmiş durumdadırlar. Mevcut tartışmalar, çoğu zaman, paketin içeriğinden öte, paketin siyasal sisteme muhtemel etkileri üzerinden yürütülmektedir. Böyle olunca da, paketin içeriği, insan hakları ve demokrasi açısından anlamı, uluslararası belgeler karşısındaki konumu gibi önemli ve hayati noktalar ihmal edilmektedir. Elinizdeki analiz, böyle bir boşluğu doldurmak amacıyla, yeni Anayasa paketini, insan hakları ve demokratikleşme bağlamında ve uluslararası belgeler ışığında bir incelemeye tabi tutmaktadır.

ABD iddia ettiği gibi Müslümanlara da açık çok kültürlü bir toplum mu olacak, yoksa Müslümanları dışarıda tutarak yola devam mı edecek?

Türk-Amerikan ilişkileri son 6 ayında alışılmadık iniş çıkışlar yaşadı. Bu düzensizlikle ilişkili olarak Washington, Ankara ile ilişkileri masaya yatırmıştı. Yaz sonu itibariyle yaşanan olumlu gelişmeler ve gelişen işbirliği alanları ilişkilerdeki geleceğe dönük kriz riskini ortadan kaldırmasa da en azından tarafların krizden kaçınmak için daha kontrollü hareket ettiğini gösteriyor. Nitekim Ağustos sonunda yapılan üst düzey karşılıklı ziyaretler Eylül ve Ekim ayları boyunca da devam edecek. Ne Washington seçim telaşına kapılıp ilişkileri riske atmak istiyor, ne de Ankara seçimler nedeniyle kırılgan hale gelen Kongre'den kaynaklanabilecek riskleri göğüslemek istiyor. Bu nedenle önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı düzeyindeki BM ziyaretleri dışında, yoğun bir bakan, bürokrat ve siyasetçi trafiği bekleniyor.