ABD iddia ettiği gibi Müslümanlara da açık çok kültürlü bir toplum mu olacak, yoksa Müslümanları dışarıda tutarak yola devam mı edecek?
Devamı
İki ülke arasında hükümet ve devlet başkanları düzeyinde geçekleştirilen ziyaretler öncesinde, konuk ve ev sahibi liderler ile özel röportajlar yapılması ve bunların yayınlanması nerdeyse gelenek olmuştur. Bir tür kamu diplomasisi eksersizi sayılabilecek bu tür röportajların amacı ziyaretin siyasi içeriği hakkında kamuoyunu önceden bilgilendirmek, bazen sürprizlere hazırlamak, bazen de bazı müzakere konularında gerektiğinde toplumun göstereceği tepkileri destek olarak gündeme getirmektir.
Devamı
Son yıllarda Batı ülkelerinin demografik yapısını ve kültürel dokusunu değiştiren Müslüman nüfusun artışı, Avrupa ülkelerinin vatandaşı olan Müslümanların kamusal alandaki görünürlüğünün daha belirgin oluşu, taleplerini katılımcı bir dille ifade etmeleri yeni tartışmalara yol açmaya başladı. Siyasi rekabetin yoğun olduğu dönemlerde Batı-İslam ilişkilerinde çoğunlukla gerilimli ve çatışmacı bir yaklaşımın hakim olduğu, kültürel ilişkilerin ön plana çıktığı dönemlerde ise daha dostça bir dilin iki dünya arasındaki ilişkileri etkilediği görülür. Ancak 11 Eylül Batı-İslam ilişkilerinde bir kırılma noktası olmuş, Batılıların ve özellikle de Avrupa’nın çoğulculuk, çok kültürlülük ve hoşgörü anlayışı Müslüman topluluklar ile testten geçmeye başlamıştır. Batılı ülkelerin hepsini aynı kefeye koymak doğru olmamakla beraber Pew Research Center, European Union Agency for Fundamental Rights ve Human Rights First gibi güvenilir kuruluşların araştırmaları, Batı’daki Müslümanlara yönelik ayrımcılık ve hoşgörüsüzlüğün arttığını göstermektedir.
Balkanlar coğrafi, ekonomik ve kültürel anlamda tam bir geçiş bölgesi. Asya'dan Avrupa'ya, Baltıklar'dan Akdeniz'e, geniş bir Afro-Avrasya coğrafyasının merkezinde yer alıyor. Bu coğrafyada tarihi olarak Doğu-Batı ve Kuzey-Güney hatlarında ekonomik etkileşim yoğun yaşandı. Balkanlar aynı zamanda farklı kültürlerin iç içe geçtiği, kaynaştığı bir yer oldu. Balkanlar'ın bu çok boyutlu geçiş özelliği bugünkü çok dinli, çokuluslu girift yapıyı ortaya çıkardı.Balkanlar tarihi olarak Osmanlı dönemi hariç uluslararası sistemin hep çevresinde kaldı. Bu coğrafyadan Asya içlerine kadar yayılan Büyük İskender'in imparatorluğu, Balkanlar'ı merkezine almadı. Büyük şehirleri Anadolu ve Asya'da yer aldı. Aynı durum Roma İmparatorluğu ve Avusturya-Macaristan imparatorlukları dönemlerinde yaşandı. Balkanlar bu imparatorlukların çevresinde yer aldı. Benzer durum halihazırda AB ile yaşanıyor. Balkanlar, imparatorlukların ve güçlü devlet yapılarının hemen yanıbaşında kaos ve istikrarsızlıkla anılageldi.
Gürcistan’ın G. Osatya’ya girmesiyle başlayan Rusya ve Gürcistan arasındaki sıcak bir çatışmayla gözler Kafkaslar’a çevrildi. Ama kazan uzun zamandır kaynıyor. Öyle anlaşılıyor ki İslam dünyasında dondurulmaya çalışılan çatışmaların yerini Avrasya’da etnik ve dini temelli sıcak çatışmalar alacak. Ufak etnik çatışmalar dahi giderek jeopolitik mücadelelerin fay hatlarına dönüşecektir ve taraflar büyük güçler veya koalisyonlar olacak.
SETA PANEL Konuşmacılar: Doç. Dr. Kudret Bülbül Doç. Dr. Bekir Berat Özipek Dr. İbrahım Kalın Tarih: 8 Mayıs 2008 Perşembe Saat: 17.30 Yer: SETA, Ankara
Türkiye’de siyaset, medya, sivil toplum kesimleri ve eğitim dünyasının gündeminde, uzun yıllardır uygulanan bir yasağın kaldırılmasına ilişkin tartışmalar yer alıyor. Umarız bu tartışmalar hem hakları kısıtlananların taleplerini karşılayacak hem de yasakların kaldırılmasından dolayı endişe duyanların kaygılarını ortadan kaldıracak bir çözümle son bulur.
Devamı
Türkiye bu sorunun cevabını çoktan verdi. Medeniyetler çatışması tezinin borazanlığını yapanlara, medeniyetler ittifakının mümkün ve gerekli olduğunu gösterdi. Başbakanlar Recep Erdoğan ve Luis Rodriguez Zapatero liderliğine Türkiye ve İspanya ile ele ele verip “Medeniyetler İttifakı” projesini başlattı.
Devamı
GİRİŞ: Türkiye’nin hızla seçimlere doğru ilerlediği bir süreci yaşıyoruz. Bir yandan da seçimler ertelenir mi tartışmaları yaşanıyor. Türkiye tamamen içine kapanmış durumda. Bu süreçte dış politikada neler oluyor? AB, Kuzey Irak gibi önemli konularda hangi gelişmeler yaşanıyor. Türkiye, bu konuları ihmal mi ediyor? Merak ettik ve Radikal2 ve Zaman gazetesindeki yorumlarından tanıdığımız Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı Genel Koordinatör’ü Dr. İbrahim Kalın’la görüştük.
SETA KONFERANS Konuşmacı: Dr. Hasan Yavuz Başbakan Danışmanı / Marc Bloch Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih: 14 Mayıs 2007 Pazartesi Saat: 15.00 Yer: SETA, Ankara
Moderniteye hususi bir tarihi tecrübe olarak baktığımızda pek çok temel özelliğinden bahsedebiliriz. Bu tecrübeyi oluşturan ekonomik ve siyasi şartlar, Batı medeniyetinin Greko-Romen ve Yahudi-Hıristiyan kökleri, Reformasyon sonrasında yaşanan gelişmeler, Avrupa sömürgeciliği ve yeni kıtaların keşfi, kapitalizmin ortaya çıkısı, ulus-devlet gibi unsurlar, herhangi bir modernite tartışmasının değinmek zorunda olduğu konulardır.Biz burada modernitenin iki kurucu unsuru olan özgürlük ve rasyonalite kavramları üzerinde duracağız. Bu iki unsur, moderniteyle ortaya çıkan yeni yaşam biçimlerinin de temelinde yer alır.
1- 2 Şubat 2007 İstanbul Grand Cevahir Otel ve Kongre Merkezi
Katolik dünyasının ruhani lideri Papa 16.ncı Benedikt’in Türkiye ziyareti, Müslüman bir ülkeden çok sanki Ortodoks bir ülkeye yapılıyormuş gibi bir havaya büründü. Vatikan kökenli “Papa Müslümanlarla değil Ortodokslarla diyalog yapmaya geliyor” açıklaması, Türk medyasının dikkatinden kaçmadı ve pek çok ulusal gazetenin manşetine taşındı. Daha sonra “Müslümanlarla da diyalog kurulacak” açıklaması yapıldı ama bu zihinlerdeki şüpheleri pek gidermişe benzemiyor Papa’nın Türkiye ziyareti Katolik ve Ortodoks dünyalarını birleştirme yönünde atılmış tarihi bir adım olabilir mi? İki kilise ve dini otorite arasındaki bin yıllık bölünme, bundan sonra ortadan kalkabilir mi?
Fransa Meclisinin onayladığı sözde Ermeni soykırım yasası, gündemimizi uzun bir süre meşgul edecek. Fakat yasa Türkiye’den çok Avrupa ve AB için bir imtihan. Çünkü Avrupa’nın düşünce ve ifade özgürlüğü ilkesine sadık kalıp kalmayacağını, bu yasaya ilişkin tavrı belirleyecek.Öncelikle şunu belirtelim: Fransa’nın bu kararı siyasi bir provokasyon niteliği taşıyor. Batının kışkırtıcı hatalarına İslam dünyasından gelen her ölçüsüz tepki, Avrupa’daki muhafazakar ve ideolojik siyasi çevrelerin elini güçlendiriyor.
Geçtiğimiz Temmuz ayında Washington’da yapılan bir toplantıda ABD’nin eski Türkiye büyük elçilerinden biri AKP hükümetinin önünde duran büyük sorunları değerlendirirken, en büyük meydan okumanın AB üyeliği, ekonomik başarı yahut PKK meselesi değil, Türkiye’deki kültür savaşını kazanıp kazanmayacakları olduğunu söylüyor. Büyük elçiye göre AKP’nin meşruiyet savaşı, hükümet etme performansı değil, kültür savaşında izleyeceği politikalar tarafından belirlenecek.Büyük elçinin ifadesiyle bu ‘50 yıllık kültür savaşı’, AKP’nin ne kadar gündeminde bilemiyoruz. Fakat şu kadarı açık: Amerikalılar Türkiye’de yükselişe geçen Amerikan karşıtlığını büyük bir kültür savaşının parçası olarak görüyor
ABD 1904 yılında Küba, Porto Rico, Guam ve Filipinlerin tamamını ele geçirdiğinde dönemin Amerikan Başkanı William McKinley bu ‘Yeni Roma’ idealini kayda değer bir şekilde ifade etmiş ve bunu ‘beyaz adamın yükü’ olan ‘medenileştirme misyonuyla’ birleştirmişti: “…Bütün bu yerleri almaktan başka çaremiz kalmamıştı. Şimdi Filipinlileri eğitmemiz, medenileştirerek seviyelerini yükseltmemiz, Hıristiyanlaştırmamız ve İsa’nın da kendileri için olduğu insanlar olarak onlar için elimizden geleni yapmamız gerekiyor.” Amerika’nın askerî ve ekonomik bir imparatorluk olma ideali artık teolojik bir nitelik kazanmıştır. Başkan McKinley’den tam bir asır sonra Başkan Bush, Amerika’nın teröre karşı mücadelesini benzer referanslarla meşrulaştırmaya çalışıyor.
Her yılın bahar mevsiminde Mali’deki ünlü Cenne caminin duvarlarına yeni bir kat çamur atılır. Yağmurların erittiği çamur tabakalar, yenileriyle değiştirilir. Yaşlı genç, kadın erkek, zengin fakir herkesin katıldığı bu festivalde çamur cami, her yıl yeniden imar edilir. Atılan her yeni çamur tabakası, caminin asli kimliğini muhafaza ederken ona yeni bir hayatiyet kazandırır. Afrika Islamının bu mimari harikası çamur camisi, her yıl çamurla ve insan eliyle yeniden hayat bulur. Cenne, maddesi sürekli değişen, sureti aynı kalan bir cevher gibidir.
Geçen yazıda kimlik meselesinin aynı zamanda bir varlık ve değer meselesi olduğunu söylemiştik. “Ben kimim?” sorusunu etnik temelde cevaplamanın, varlık ve değer sorularını gözardı etmek anlamına geldiğini ifade etmiştik. Modern milliyetçiliklerin etnik ve ulusal kimlikleri bir dünya görüşü olarak vaz etme gayreti, ‘yeni uluslar yaratma’ projesinin önemli bir parçası olarak hala devam ediyor. En geniş manada din ile milletin modern dönemde karşı karşıya gelmesi ve insanların bunlar arasında bir seçim yapmaya zorlanması, etno-seküler milliyetçiliğin tipik sonuçlarından biri. Türklük, Almanlık, Rusluk yahut Kürtlüğün müstakil dünya görüşleri olarak yeniden kurgulanması, yeni tarih mitlerinin üretilmesini de zorunlu kılıyor. Kimlik siyaseti, bu sürecin en sancılı neticelerinden biri.
Batılı ülkeler ile Türkiye’nin ya da Avrupalılarla Türklerin en büyük farkı nedir diye bir soru sorulsa acaba cevabınız ne olurdu? Kuşkusuz herkes kendi bakış açısına, bilgi düzeyine ve deneyimlerine göre farklı cevaplar verecektir böyle bir soruya. Kimileri farklı diller konuşulduğunu, farklı ırklara mensup olunduğunu, farklı coğrafyalarda yaşanıldığını ve farklı dinlere inanıldığını söyleyecektir. Bunların hepsinde gerçeklik payı var. Ama bunların da ötesinde günümüzdeki gelişmeleri ve özellikle Avrupa’daki Türkleri ve diğer göçmen toplulukları doğrudan etkileyen bir fark var Türkler ile Avrupalılar arasında. Nedir peki bu fark?
Türkiye'nin zengin bir birikimi var, ama son zamanlarda daha iyi anlaşılıyor ki bu birikim dış dünyaya yeterince tanıtılamıyor. Tanıtılmış olsak ülkemiz, kültürümüz ve insanımız hakkında bu kadar yanlış fikirler ve önyargılar olmazdı. Demek ki bu konuda fazla kafa yormadığımız gibi üzerimize düşen görevleri yapmayı ihmal etmişiz. Türkiye'nin kapsamlı bir tanıtım stratejisi ve kampanyasına ihtiyacı var. Bu işte resmi kurumlar kadar Avrupa'daki Türk sivil kurum ve toplulukları da etkin rol almalı. Kısa, orta ve uzun vadede yapılabilecek rasyonel faaliyetlerin bir kısmını şöyle sıralayabiliriz: