Çözüm Sürecine Muhalefet Bariyeri

Geçen hafta bir televizyon programında ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu'na, partisinin Kürt meselesinin çözümüne yönelik ilk üç önerisinin ne olduğu soruldu. Kılıçdaroğlu bu soruya şu cevabı verdi: "Şu anda aklımda değil, bilseydim hepsini getirir burada konuşurduk." Kürt siyasetinin aktörlerine gelince... Onlar da çözüm sürecine yönelik konuşmalarında somut öneriler sunmak yerine, daha çok hükümetin açıklamalarını sorunsallaştırarak, ilgili açıklamaların "barış diline hizmet etmediğine yönelik" genel bir söylemle siyaset üretmekteler.

Devamı
Çözüm Sürecine Muhalefet Bariyeri
5 SORU Çözüm Süreci Yasa Tasarısı

5 SORU: Çözüm Süreci Yasa Tasarısı

Bu Tasarı, tarihi bir öneme sahip; çünkü son yıllarda devlet aklında gördüğümüz paradigma değişikliğini yasaya dönüştüren bir metin. Dolayısıyla önemsenmeyi gerçekten hakediyor.

Devamı

Türkiye, küresel bir güç olmak adına derin ve sancılı bir süreçten geçiyor. Son yıllarda yaşanan sosyo-ekonomik dönüşüm sistem, kurum ve kişileri de değişmeye zorluyor. Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri de bu süreçte belirleyici bir etken olacak. Bu doğrultuda, 'Değişime Mukavemet' ve 'Yeni Türkiye'nin oylanacağı seçimde üçüncü bir yol-dinamik olarak ortaya çıkan HDP'nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş bu değişimin neresinde yer almaktadır? Soruyu biraz daha daraltırsak, yüzde on bandına ulaştığı takdirde seçim zaferi ilan edecek olan Demirtaş'ın değişen Türkiye'de kendisine biçtiği rol nedir? Demirtaş'ın adaylığına yüklenen anlamı kısa ve uzun vade olarak ayırmak mümkün. Kısa vadeli hedefler, Kürt hareketinin Türkiyelileşme olarak da bilinen yeni siyaset arayışını ete kemiğe büründürme ve Erdoğan'ın ilk turda seçimi kazanmasını engelleme üzerinden bir güç devşirme olarak tasvir edilebilir. Uzun vadeli hedef ise Türkiye'deki kronik muhalefet açığını kapatmak için CHP dışında ya da CHP ile beraber alternatif yapıcı bir muhalefet oluşturmak.

Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçları MHP dışındaki bütün partileri yeni bir yolun ve kararın eşiğine getirdi. AK Parti mevcut şartların bir gereği olarak gelenek ve yenileşme çerçevesinde bir arayış içine girdi. CHP'deki tartışmalar her ne kadar 'yeni siyaset arayışı' ekseninde seyretmese de, hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağı anlaşılıyor. Öte taraftan, HDP çizgisi de 10 Ağustos seçim sonuçlarını analiz edip tarihi bir karar almak durumundadır: Çözüm Süreci ile birlikte yaşanan normalleşmenin bir sonucu olarak siyasal sözlüğümüze giren Türkiyelileşme çabasına devam mı edilecek yoksa Kürtlerin yoğun yaşadığı illere odaklanan dar bir siyaset mi izlenilecek?

10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sonuçları her seçim gibi üzerinde durulması gereken muazzam sosyolojik tahlillere imkân sunan bir veri seti sundu. Birçok açıdan ilklere sahne olan bu seçim, aynı zamanda ülkenin içinden geçtiği dönemin de siyasal sağlaması denilebilecek bir resim sundu. Genelde, seçmen her zaman olduğu gibi topluma yeni bir şey sunan esaslı siyasete, istikrarlı bir değişime ve daha da önemlisi Çözüm Süreci'ne verdiği desteği yeniledi. Bu üç referans noktası ülke siyasetinin geleceği açısından olmazsa olmaz kaideler olarak yerini aldı. Özelde ise seçim sonuçları her siyasi partinin tabanın isteklerine, beklentilerine ve reflekslerine dair ders niteliğinde mesajlar içermektedir. Bu yüzden, Türkiye siyaseti adına söyleyecek lafı olan siyasi partilerin bu sonuçları ayrıntılı bir şekilde analiz etmesi gerekmektedir. 10 Ağustos seçiminden sonra yapılan analizler, işini özenli bir şekilde yapan birkaç isim dışında, şaşırtıcı bir şekilde ‘kazananlar enflasyonu' yaratmanın ötesine geçemedi. Bu yaratılan ‘kazananlar enflasyonu'ndan kasıt tabii ki Demirtaş'ın aldığı oylar üzerinden yapılan güzellemeler. Demirtaş'ın aldığı oyların sosyolojik zemininin peşine düşmek HDP'nin geleceği hakkında çizilecek resmin daha da netleşmesini sağlayacağı gibi, seçim kampanyası boyunca nelerin doğru ve nelerin yanlış yapıldığının sağlıklı bir muhasebesi için de muazaam bir imkân sunacaktır.

Çözüm Süreci bölgesel denklemin kaygan zeminine rağmen önemli bir ivme yakaladı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa Kürt meselesinin barışçıl yollardan sonlandırılmasını hedefleyen Çözüm Süreci bir hükümet programında yer aldı. Başbakan Davutoğlu süreci bizzat uhdesine alarak bu meseleye verdiği önemi ortaya koydu. Bu gelişmelerin dışında, sürecin artık yasal dayanağa oturuyor oluşu, devletin en üst düzeyden 15 günde bir düzenli toplantılarla süreci takip edecek olması ve Öcalan'ın sürecin pratiğine yönelik verdiği pozitif mesajlar sürece dair pozitif bir iklimin doğmasına yol açıyor. Süreç bilindiği üzere üç sacayağı üzerine oturuyordu. 2005 yılında Diyarbakır'da yaptığı konuşma ile startını verdiği, 2009 yılındaki Demokratik Açılım ile tüm ülkeyi bir oryantasyon sürecinden geçirerek meselenin demokratik yollardan çözümüne alıştıran Erdoğan liderliğindeki AK Parti hükümeti, örgüt üzerindeki otoritesini sorgulamaya yönelik girişimlerden güçlenerek çıkan Öcalan ve provokasyonlara rağmen sürecin arkasında durarak devamlılığını sağlayan toplumsal destek. Kürt siyasal hareketinin temsilcisi konumundaki HDP ise bu üçlü denkleme 'arabulucu' rolüyle dahil edildi.

Süreci IŞİD ile Baltalamanın Hafifliği

IŞİD özelinde Irak ve Suriye'de yaşanan gelişmeler sonucunda iki gün içerisinde 140 bini aşkın insanın ülke sınırlarından giriş yapması iç siyasette mülteci konusundan çok Çözüm Süreci'ni etkiledi. Bölgede son dört yıl içerisinde vuku bulan olaylar genelde Kürt meselesi, özelde ise bu meselenin demokratik yollardan çözümünü baltalayan bir işlev gördü. Öncelikle, 2009'da Arap Baharı'nın estirdiği havayı arkasına almaya çalışarak Demokratik Açılım fırsatını geri tepen PKK, 2013'ün yaz aylarında PYD'nin Suriye'deki güç vakumundan faydalanıp diğer siyasi Kürt yapılanmalarını elimine ederek elde ettiği güç neticesinde müzakere sürecine geçemeyişi bahane ederek geri çekilmeyi durdurdu. Şimdi ise Irak'ta ABD'nin hava saldırısında önemli kayıplar veren IŞİD'in yönünü tekrar Suriye'ye çevirmesiyle birlikte Kobani ve çevresinde şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Rojava'da yaşanan bu gelişmenin Kürt siyasal hareketi tarafından algılanışı ve iç siyasete taşınma yöntemi yukarıdaki iki örneğe benzer şekilde Çözüm Süreci'nin toplumsal dayanağını ve manevi havasını baltalıyor.

Devamı
Süreci IŞİD ile Baltalamanın Hafifliği
Çözüm Süreci ve HDP'nin Siyaset Üretme Krizi

Çözüm Süreci ve HDP'nin Siyaset Üretme Krizi

Çözüm sürecinde en önemli sorun, HDP çizgisinin siyaset üretememe krizi ve HDP çizgisinde siyaset yapan bazı aktörlerin kendi siyasi bekalarını çözüm sürecinin önüne koymalarıdır. Çözüm sürecinin başlamasının ardından sürece yönelik hükümetin attığı adımlar ve HDP çizgisindeki siyasal aktörlerin talepleri, çözüme yönelik yol haritaları ve sıcak konularda ürettiği siyaset dili ve tarzı karşılaştırıldığında bu husus daha kolay anlaşılmaktadır. Kürt meselesinin barışçı ve demokratik yollardan halline dair siyasi kararlılığın ortaya çıkmasının ardından en önemli husus çözüm sürecinin toplumsallaşmasıydı. Bu bağlamda hükümetin bu alanda attığı önemli ve ilk adımlardan biri "akil insanlar" heyetlerinin oluşturularak toplumu sürece hazırlamaktı. Bu bağlamda sürecin en zor kısımlarından biri toplum kesimlerin güvensizlik halinin ve tereddütlerinin giderilmesiydi. Niçin en zor kısmın bu süreç olduğunu anlamak için bugünlerde ardı ardına yayınlanan akil insanların günlüklerini okumak yeterli.

Devamı

HDP'nin çağrısıyla başlayan Kobani'ye destek eylemleri sokak çatışmalarına, 30'u aşkın can kaybına, okul ve diğer resmi dairelere yönelik saldırılara dönüştü. Kobani geriliminin ardında ne var?

Sokakları yakıp yıkan kişiler, duygusal bir cinnet hali geçirdiklerinden dolayı yakıp yıkmıyorlar. Olup bitenler bir psikopatın kendini jiletlemesi haline de benzetilemez. Eylemler, kendi etnik kimliğinden insanların ölümüne veya yurt dedikleri bir alanın elden gitmesinin üzüntüsünün doğallığında yapılmış da değil. Yakıp yıkmalar sıradan bir vandalizm hiç değil. Kitle psikolojisinin kontrol edilemezliği ile de açıklanamaz. Olup bitenler tüm bu açıklama biçimlerinden izler taşımakla birlikte, tek başına bunların hiçbirinden ibaret değil. Bu bir siyaset. Yıkıcı bir siyaset ama siyaset. Olup bitenler bir "PKK siyaseti". Bu siyaseti şöyle özetlemek mümkün: "Yakarak, yıkarak, sokakları savaş alanına çevirerek, Türkiye'yi istikrarsızlaştırabileceğini göster. Elini güçlendir. Taraftarlarını diri tut. PKK'lı olmayan Kürtleri ve Güneydoğudaki Türk nüfusu yıldır ve göçe zorla. Güneydoğu'da şehirlerin tek hakimi ol. Batı'da da kurtarılmış alanlar yarat. Çözüm sürecinin de Öcalan üzerinden yürümesini engelle.Devleti masada Kandil'in birincil aktör olmasını kabule zorla".

Böylesi zamanlarda her cümleye besmele gibi 'inadına barış' diyerek başlamak gerekiyor... Bir ayını doldurmak üzere olan IŞİD'in Kobani kuşatmasının vahim boyutlara ulaşmasının ardından HDP'nin süresiz eylem çağrısıyla insanların sokaklara dökülmesi sonucunda 36 vatandaşın ölümü ve yüzlerce insanın yaralanması ile kontrolden çıkan olaylar önemli bir siyasi maliyet üretti. Başbakan Davutoğlu yaptığı açıklamada sokak olaylarını Çözüm Süreci parantezinden çıkardı ve süreci önceleyen bir tutum sergiledi. HDP eşbaşkanı Demirtaş ise eylemlerin ulaştığı boyut itibariyle sorumluluk ve inisiyatif almaktan kaçınarak Öcalan ile yazıştıklarını ve Öcalan'ın herkese "diyalog ve müzakereyi hızlandırmayı tavsiye ettiğini" aktardı.

“Kobani bahanesi”yle Türkiye sokakları ateşe verildi. Onlarca insan öldü. Çözüm süreci başladığından bu yana ilk defa böylesi bir kan aktı. Bu şiddet ortamını kimin ürettiği, sokakları kimin ateşe verdiği belli. Katilin kim olduğunu görmek için filmin sonunu beklemeye gerek yok. Merak edilen, Kürt siyasetinde şiddetin ne zaman açık ve net bir biçimde gayrı meşru ilan edileceği. Ne yazık ki Kürt siyaseti, şiddetin bir araç olarak kullanılmasını taktik bir mesele olarak görüyor.

KCK ve HDP'nin "Her yer Kobani" sloganıyla sokaklara çağırdığı "fırtına gençliğin" öfkesinin ve şiddetinin cesameti hepimize 1990'ları hatırlattı. Çözüm süreci ile "Türkiyelileştiği" düşünülen Kürt milliyetçiliğinin şiddet üzerinden siyasi alan kazanma isteğinin depreştiği tezi gündeme geldi. Yakın tarihimize baktığımızda Türkiye siyasetinin en karanlık onyılları olarak 1970'leri ve 1990'ları biliriz. İlkinde sol- sağ ayrışması etrafındaki ideolojik çatışma ikincisinde ise Türk- Kürt ayrışması etrafındaki etnik çatışma ülkemizde hem istikrar hem de güvenlik sorunu yaşatmıştı.

"6-7 Ekim Olayları" siyasal tarihimizin dönüm noktalarından biriydi. Siyasal bir partinin çağrısıyla başlaması, 40 insanın ölmesi, öldürmelerin vahşice olması, eylemlerin "yak- yık- yıldır" şeklinde tanımlayabileceğimiz bir siyasete dayanması, bu olayları dönüm noktası haline getirdi. Bu olaylar kendisinden sonra bir dizi gelişmeye sebep oldu. Çözüm süreci ve PKK'lı Kürtler ile ilgili güçlü negatif algılar oluştu. Olaylar polis yetkilerinin artırılması örneğinde olduğu gibi, bir dizi devlet politikası değişikliği süreci başlattı.

Kobani'de yaşanan katliamlar üzerinden özellikle Kürt siyasal hareketinin sokağı siyaset üretme ve politik söylemini meşrulaştırmak için bir sonuç alma yöntemi olarak kullanması, birçok kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlandı.

"6-7 Ekim Olayları" Kürt meselesini anlama biçimimizi gözden geçirmeyi gerekli kılıyor. Çünkü "6-7 Ekim Olayları" sonrasında, sadece devletin baskıcı politikalarını değiştirmesinin bölgeye özgür ve demokratik bir ortam oluşturmaya yetmediğini anladık. Devlet politikaları ile eşzamanlı olarak PKK- KCKHDP'nin de değişmesi gerekiyor. Bu ikili değişim eşzamanlı gerçekleşmediğinde oluşan şu: KCK'nın gündelik hayatı kontrol edip, alternatif devlet sistemi oluşturması. Üstelik "6-7 Ekim Olayları" doğru okunursa, KCK -PKK -HDP siyasal çizgisinin 1990'ların devletinden daha baskıcı ve şiddet içeren bir siyaset izleyebileceği sonucu çıkıyor. "Demokratik toplum", "çok kültürlülük" gibi kavramlar, hem siyasal hayatta hem de gündelik hayatta bireylerin ve grupların üzerine baskı ve zorlamanın olmamasını işaret eder. Beklenen şey, hem devletin hem de toplumsal gruplardan birinin diğerleri üzerine zorbalık yapmamasını temin etmek, bireylerin ve toplulukların özgür iradesiyle siyaset yapmasını, gündelik hayata katılmasını sağlamaktır.

Bugünlerde döne döne şu sorunun cevabını arıyoruz: Çözüm sürecinin neresindeyiz? Çözüm sürecini değerli yahut fonksiyonel gören bütün aktörler, sürecin akamete uğramaması için yoğun bir çaba halindeler. Zira hemen hepsi sürecin zarar gördüğü konusunda hemfikir. Gerek Kürt tarafı gerek hükümet 6-8 Ekim olaylarını ciddi bir kırılma olarak görüyor. Olayların biçimi ve içeriği, her iki taraf açısından da görmezden gelinebilir bir mahiyette değil. Tam da bu nedenle kimileri açısından bu olaylar, çözüm sürecinin sonuna gelindiğinin bir göstergesi.

Çözüm süreci bütün olumsuzluklara rağmen devam ediyor. Daha önce Türkiye dışına çıkmayı durduran PKK'nın bir kanadı şimdi de silahlı çatışmalara geri dönmekten bahsediyor. Devlet açısından çözüm sürecinin ana hedefi, silahların bırakılmasıydı. Siyasi alan açılarak, silahlı çatışma bitirilecekti. PKK'nın çözüm sürecine eşlik edememesinin birçok nedeni var. Bu nedenlerden birincisi, PKK'nın örgütsel yapısı. Geçtiğimiz 30 yılın sonucunda PKK savaşma alışkanlığına sahip. Silahlı çatışmalara ara verebilme yeteneği ve deneyimine sahip olmakla birlikte, silahlı çatışmayı sona erdirebilme yeteneğine sahip değil. Çünkü çözüm süreci başarıya ulaştığında, örgütteki pozisyonlar ve güç dengelerinin değişmesi gerekecek. Ateşkes döneminde pozisyon veya güç dengesi nadiren değişir. Ancak barış yapılırsa hem kurumsal yapı hem de kişilerin pozisyonu değişmek zorunda. PKK'nın özellikle dağ kadrosu bunu istemiyor. Dağdaki bir komutanın Kürt halkının hayrı için bile olsa, komutanlığı bırakmak işine gelmiyor.

“Ne zaman AKP'ye yönelik eleştiriler çoğaltılsa hemen 'öyleyse süreç bitecek mi?' diye soruluyor. Hayır, kesinlikle barış sürecini bitirmekten söz etmiyorum. Ama açıkça belirtmek gerekiyor ki, AKP kesin bir şekilde partner olmaktan çıkmıştır.” Bu sözlerin sahibi HDP milletvekili Aysel Tuğluk. Tuğluk bir İnternet sitesine yazdığı yazıda bir yandan “barış süreci”nin bitmediğini ima ediyor. Diğer yandan müzakere sürecinin ana aktörünün devre dışı kaldığını iddia ediyor. Tuğluk'a göre bunun başlıca gerekçesi, AK Parti'nin “IŞİD kartı ile sürece karşı en büyük komployu kurmuş olması”.

Bir türlü taşların yerine oturmadığı Ortadoğu'da siyaset de söylemler de devinim halinde. Barış ve uzlaşma da şiddet ve çatışma da kendini meşrulaştıracak söylemle geliyor. Çözüm sürecinin neresinde olduğumuza dair muhasebemizi söylemlerin analizi üzerinden yapmakta fayda görüyorum. Artık herkesin malumu ki, ABD'nin IŞİD ile savaş stratejisinin getirdiği fırsatlardan istifade eden PKK, 2012'de Çözüm süreci başladığında bulunduğu yerde değil.

Türkiye siyasi kültürü içinde otoriter modernleşme çizgisi, yıllar yılı CHP ve bürokratik oligarşi tarafından temsil edildi. Devlet merkezli, tepeden inmeci, halka rağmen yürütülen modernleşme programı laikçi, Türkçü ve Kemalist radikaller tarafından hayata geçirildi. Bu modernleşme programı, yürürlüğe sokulduğu ilk günlerden itibaren toplumsal alanda çeşitli meydan okumalarla karşı karşıya kaldı. Yeni devletin, yeni ve homojen bir ulus inşasına dayalı egemenlik siyaseti, yıllar yılı bu meydan okumalarla yüzleşti. Bu süreçte son derece sert yöntemler kullandı. Açık ve gizli şiddet kullanmaktan çekinmedi. Yeri geldiğinde şehir bombalayarak, yeri geldiğinde faili meçhul cinayetlere aracılık yaparak, yeri geldiğinde köy boşaltarak, yeri geldiğinde toplumun bir kesimini diğer bir kesimine karşı harekete geçirerek yaptı bunu.