'Dehşet dengesi'

“Dehşet dengesi” kavramı, geçmişte ABD ile SSCB arasındaki silahlanma yarışını ifade etmek için kullanılan bir sözcük. Dehşet dengesi, terimi iki bloklu dünyada taraflardan birinin nükleer silaha başvurması halinde, diğerinin de karşılık vereceği ve dünyanın yok olacağı tezine dayanıyordu. Nükleer rekabet, soğuk savaşı sürdürülemez ve yönetilemez hale getirmişti. Bu tablo paradoksal biçimde bir yandan savaş seçeneğinin güçlenmesine diğer taraftan ise barış çabalarının artmasına yol açıyordu. Türkiye’nin Kürt meselesi karşısındaki tavrı da “dehşet dengesi” kavramındaki duruma benziyor. Meselenin geldiği hassas nokta, bir yandan barış ve çözüm umutlarını güçlendirirken, diğer yandan düşük yoğunluklu savaşın sürmesine yol açıyor. Son günlerde BDP, DTK, Abdullah Öcalan, Murat Karayılan ve Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’yle süren yoğun görüşme trafiği çözüm umutlarını yeniden güçlendirdi. Devletin çatışma yerine müzakereyi seçmesi, Ankara’da yaşanan önemli bir değişime işaret ediyor. Bu görüşmelerden neyin çıkıp neyin çıkmayacağını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Ancak 1993 inisiyatifinden sonra ilk defa sorun karşısında mutabakat sağlanmış görünüyor. Anlaşıldığı kadarıyla referandum sonuçlarının sağladığı özgüvenle hükümet, devleti de yanına alıp amaçsız taktik manevralardan vazgeçerek doğrudan meselenin üzerine gidiyor. Hükümetin beklentileri doğru biçimde yönetmesi durumunda başarı sağlamaması için herhangi bir neden yok.

Devamı
Dehşet dengesi'
Kılıçdaroğlu Başarabilir mi

Kılıçdaroğlu Başarabilir mi?

Referandum sonucuyla ilgili değerlendirmelerde daha çok MHP'nin başarısız olduğu tezi öne çıkarılsa da, Baykal sonrası dönemde oluşturulan iyimser hava düşünüldüğünde, CHP de başarısızlar listesinde yer almaktadır. HAYIR cephesinin liderliğini üstlenen CHP, arkasına aldığı AK Parti karşıtı koalisyonla beraber, referandumda AK Parti'nin yenilgiye uğratılacağına o kadar inanmıştı ki, çıkan sonuç MHP'den öte CHP'yi hayal kırıklığına uğrattı. Referandum, CHP açısından Kılıçdaroğlu'nun liderlik potansiyelini ölçme denemesiydi ve görülen o ki, Kılıçdaroğlu bu testten başarılı bir sonuç alamadı. Kılıçdaroğlu, CHP'ye oy verenlerin daha coşkulu oy vermelerini sağlamanın yanında, yeni arayışlara girmiş Alevileri CHP'ye geri çekti ve son dönemde aldığı darbelerle gardı düşmüş imtiyazlı kesimlerde yeni bir umut yarattı. Buna karşın, muhtemel bir CHP iktidarından kaygı duyan kesimleri birleştirerek, uzun süredir ertelenen milliyetçi-ülkücü- ulusalcı ayrışmasını tetikleyip, güçlü müttefiki MHP'yi zayıflattı. Kılıçdaroğlu bu referandum sonucuyla AK Parti'nin 2011 seçimlerindeki muhtemel galibiyetini tahkim etti. Kısacası Kılıçdaroğlu, getirdiği kadar götürdü, eklediği kadar çıkardı. Kılıçdaroğlu'nun kendisinden beklenen yüksek başarıyı gösterememesinin birçok toplumsal ve siyasal nedeni var. Ancak toplumsal algıdaki CHP imgesini değiştirememesi Kılıçdaroğlu hanesine yazılan en büyük eksi puan oldu. Bu çerçevede, Kılıçdaroğlu'nun referandumdan çıkaracağı birinci ders, CHP'nin "rejim muhafızı parti" algısını değiştirmeden kitlelere açılmasının mümkün olamayacağıdır.

Devamı

Referandumun en çok etkilediği partilerin başında gelen MHP'de bazı yöneticilerin yaptığı açıklamalar, hareketin kadim problemlerini bir kez daha su yüzüne çıkardı. MHP bir kez daha 'sivil milliyetçilik-devletçi milliyetçilik' ikilemi ile karşı karşıya. Parti yönetimi 'Türkeş'in mezarı, MHP'nin tasfiyesi, milliyetçilerin operasyonu' etrafında yaptıkları açıklamalarıyla tartışmanın istikametini değiştirmek istese de, yaşanan temel sorun milliyetçiliğin hüviyeti ve karakteri ile ilgilidir. Milliyetçi hareketin tarihinde görülmemiş biçimde geleneksel tabandan yükselen 'değişim ve demokratikleşme' talebi parti yönetimini zora sokmuş durumda. Yönetim bu talepleri 'uzaktan kumandalı' yönlendirmeler olarak nitelendirse de 'kadim tabanın' sosyolojik okuması bunun aksini söylüyor. MHP yönetimi son gelişmeleri komplocu bir yaklaşımla 'okyanus ötesinin' azmettirmesi olarak değerlendirse de, hareket hiç olmadığı kadar tarihi bir yol ayrımında. 1999 seçimlerinden bu yana süren seçmen kayışı, partiyi siyaset değiştirmeye zorluyor. Milliyetçilerin 'yeni MHP ile kadim MHP' arasında bir tercihe zorlanması parti yönetiminin irrasyonel siyasetinin bir sonucudur. 'Değişerek, gelişen' bir siyasi gelenekten gelen milliyetçilerin içine girdikleri entelektüel çoraklık, milliyetçi siyaseti doğrudan etkiliyor. Esas ustalığın bu eğilimleri bir siyasi terkibe dönüştürecek derin akılda yattığı görülüyor. Parti yönetimi bu siyaset ustalığını göstermek yerine, hareket için bedel ödemiş eski 'kesin inançlılarını' dahi küstürüyor.

Türkiye'de son yıllarda yaşanan siyasi mücadele, ulusalcılara ve atası olan sol Kemalist düşünsel geleneğe, yaratıcılık açısından altınçağ yaşatıyor. Kazanmak için çalışmanın da gerektiği son dönemde bu gelenek yıllarca sakladığı yaratıcılığı daha rahat kullanmaya başladı. Bu yaratıcılığın en başarılı örneği ise hiç şüphesiz "mahalle baskısı" kavramıydı. Siyaseti yaşam tarzına indirgeyen bu icatla, çıkarları, siyasi çizgisi, siyaset , toplum ve kültür algısı farklı bir çok kişi, yaşam tarzı üzerinden korkutularak ulusalcı siyasi çizgiye getirildi. Bir çok kesim bu tür paranoyalar yoluyla, demokrat ulusalcı çizgi için dolgu malzemesi olarak kullanıldı. "Mahalle baskısı" kavramının faydaları bununla bitmedi. Bu kavram sadece içeride kullanılan bir siyasi araç olarak işe yaramadı, aynı zamanda dışarıda da kullanıldı.

Türkiye’de “evet” ve “hayır”ların birbiriyle yarıştığı ve “evet”lerin üstün geldiği anayasa referandumu süreci yaşanırken yanıbaşımız Ortadoğu’da Filistinli ve İsrailli evetçilerle hayırcılar genelde barışa, özelde ise bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulmasına yönelik bir “EVET” çıkarabilme umuduyla bir araya getirildiler. İsrail’in 2008’deki Gazze saldırısı nedeniyle kopan İsrail ve Filistinli liderler arasındaki direkt görüşmeler, yaklaşık iki senelik bir aranın ardından 2 Eylül’de Amerikan sponsorluğunda tekrar başladı. Beyaz Saray ve Amerikan Dışişleri Bakanlığı’nda yürütülen ilk tur görüşmelerde İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu (Bibi) ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas (Ebu Mazen), birbirlerinin barış konusundaki ciddiyetlerini test ettiler. Bu hafta Mısır’ın Şarm el-Şeyh kentinde devam edecek görüşmelerde ise iki tarafın öncelikli “evet” ve “hayır”ları masaya yatırılacak.

Türkiye, yaklaşık yüzyıldır bu problemle karşı karşıya olmasına rağmen bu meselede de “ikna edici, rasyonel ve kapsayıcı” bir siyaseti kuramadı.

Washington'ı kim kandırdı?

Türk-Amerikan ilişkileri son 6 ayında alışılmadık iniş çıkışlar yaşadı. Bu düzensizlikle ilişkili olarak Washington, Ankara ile ilişkileri masaya yatırmıştı. Yaz sonu itibariyle yaşanan olumlu gelişmeler ve gelişen işbirliği alanları ilişkilerdeki geleceğe dönük kriz riskini ortadan kaldırmasa da en azından tarafların krizden kaçınmak için daha kontrollü hareket ettiğini gösteriyor. Nitekim Ağustos sonunda yapılan üst düzey karşılıklı ziyaretler Eylül ve Ekim ayları boyunca da devam edecek. Ne Washington seçim telaşına kapılıp ilişkileri riske atmak istiyor, ne de Ankara seçimler nedeniyle kırılgan hale gelen Kongre'den kaynaklanabilecek riskleri göğüslemek istiyor. Bu nedenle önümüzdeki dönemde Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanı düzeyindeki BM ziyaretleri dışında, yoğun bir bakan, bürokrat ve siyasetçi trafiği bekleniyor.

Devamı
BDP'nin Boykot Kararı Ne Anlama Geliyor

BDP'nin Boykot Kararı Ne Anlama Geliyor?

BDP, BOYKOT kararını pakette münhasıran Kürtlere ilişkin bir düzenlemenin yer almamasıyla gerekçelendirmekte ve seçmeninden paketin muhatap alınmamasını istemektedir.

Devamı

Türkiye, son birkaç aydır, yoğun bir şekilde yeni Anayasa değişiklik paketini tartışmaktadır. Siyasi partiler, siyasal kimlikler, sendikalar, sivil toplum kuruluşları ve toplumun örgütsüz kesimleri, 12 Eylül 2010 tarihinde oylanacak pakete ilişkin tutum almış ve bu tutumlarını ilan etmiş durumdadırlar. Mevcut tartışmalar, çoğu zaman, paketin içeriğinden öte, paketin siyasal sisteme muhtemel etkileri üzerinden yürütülmektedir. Böyle olunca da, paketin içeriği, insan hakları ve demokrasi açısından anlamı, uluslararası belgeler karşısındaki konumu gibi önemli ve hayati noktalar ihmal edilmektedir. Elinizdeki analiz, böyle bir boşluğu doldurmak amacıyla, yeni Anayasa paketini, insan hakları ve demokratikleşme bağlamında ve uluslararası belgeler ışığında bir incelemeye tabi tutmaktadır.

BDP birçok konuda haklı olarak devletin, Kürt meselesi ve BDP konusundaki çifte standartlı tutumunu eleştirmekte ve resmî ideolojinin tutarsızlıklarına dikkat çekmektedir.

MHP, referandumda hayır bloğunda yer alarak CHP’ye yakın reflekslere sahip olan batı seçmeninin tutumunu merkeze almıştır.

Milliyetçi Hareket, taşra gençliğini derinden etkileyen ideolojisi ve örgütlenmesiyle Soğuk Savaş dönemine damgasını vurmuş bir toplumsal harekettir. Milliyetçi Hareket Partisi, inişli çıkışlı bir oy grafiği izlemesine rağmen 1970'lerden günümüze istikrarlı biçimde oylarını artırmıştır. "Lider-teşkilat-doktrin" prensibini gaye edinen MHP, bu üçlemenin en çok 'doktrin' kısmında sorun yaşamış ve yaşamaya devam etmektedir. MHP, 'doktrin' meselesini taktiksel ve pragmatik bir yaklaşım içinde ele almıştır. Seksen öncesi dönemde anti-komünist bir ideolojiyi benimseyen parti, Soğuk Savaş döneminin bitmesiyle ciddi bir kimlik krizi yaşamaya başlamıştır. Küreselleşme karşısında hazırlıksız yakalanan hareket, kendini yenileyememiş ve taşralı kimliğini yeni Türkiye'yi kavrayacak modern bir kimliğe evriltememiştir.

Siyasi partilerin AK Parti’yi kuşatmak üzere bir araya gelmiş olmaları ve bürokrasinin perdenin önünden çekilmesi, rekabetin demokratikleştiği anlamına gelmiyor.

AK Parti karşıtı blokta yer alan siyasal partiler, ‘Hayır’ın AK Parti’ye karşı çıkmak anlamına geldiğini düşünerek referandumda ‘Hayır’ diyecekler.

Hukukun üstünlüğünü esas alan gelişmiş demokrasilerde yargının yeri nedir? Koruduğu değerler nelerdir? Türkiye’de yargı bu açıdan ne durumdadır? SETA PANEL Oturum Başkanı:     Yılmaz Ensaroğlu     SETA Hukuk ve İnsan Hakları Koordinatörü Konuşmacılar:     Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak Gazetesi Yazarı     Mithat Sancar, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi     Vahap Coşkun, Dicle Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Tarih: 9 Nisan 2010 Cuma Saat: 16.00 - 18.00 Yer: SETA, Ankara

Osmanlı'dan kalan anayasa tartışmaları  ve yapıcılığı adeta gündemimizden çıkmayan temel siyasi maddelerin başında geliyor. Cumhuriyet'ten bu yana da 'uzun ömürlü bir anayasa' arayışımız devam ediyor. Bugüne kadar yaptığımız anayasaların iki temel özelliği kısa ömürlü ve hürriyetleri temin etmekten uzak olmasıydı.Bugün yeniden tartıştığımız mini anayasa reformu da, vadesi çoktan dolmuş olan son darbe ürünü anayasamızın, yama ile ömrünü bir süre daha hürriyetleri genişletmek adına uzatmaya katlanmaktan ibaret. Milletin siyasi sabrı ve basireti bu katlanma süresinin ne kadar olacağına karar verecek.

Kamuoyu ilk defa bir anayasa değişikliği ile karşılaşmıyor. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana dört tane anayasa ve sayısız değişiklikler yapıldı.Her bir anayasa ve değişiklik paketi, oluşturulduğu dönemin siyasal ve toplumsal koşulları göz önünde bulundurularak hazırlandı ve yürürlüğe konuldu. 1921 Anayasası 1924'te yepyeni bir anayasa ile yer değiştirdi. Tek Parti dönemi boyunca neredeyse her CHP kurultayından sonra 1924 Anayasası değişikliğe uğradı. 1961'de askeri darbe sonrasında sadece Anayasa değil, siyasal sistem de değiştirildi. 12 Mart muhtırasından sonra 1961 Anayasası ciddi değişikliklere tabi tutuldu; özerk kurumların özerklikleri daraltıldı ve bireysel, toplumsal ve siyasal özgürlükleri daraltan düzenlemeler yapıldı. 12 Eylül darbesinden sonra yapılan yeni anayasa ile 1961'in özerk kurumlarının sistem içindeki ağırlığı mahfuz tutulmak kaydıyla, 12 Mart'ın açtığı otoriter zihniyet son haddine vardırıldı.

Türk kamuoyunda Irak ile ilgili tartışmalar, kısa süre öncesine değin, suni bir şekilde Kerkük referandumu üzerinde düğümlenmişti.