2015 de "Uzun" Olacak

2015'in iç siyaset gündemi de belli şimdiden: Çözüm sürecindeki muhtemel gelişmeler ve gelgitler; başkanlık sistemi ve yeni anayasa tartışmaları gölgesindeki genel seçimler; Erdoğan-Davutoğlu arasındaki yetki dağılımı ve bunun pratik siyasete yansımaları.

Devamı
2015 de quot Uzun quot Olacak
Yeni Türkiye Endişesi

Yeni Türkiye Endişesi

Mesele Davutoğlu'nun ne söylediğini dinlemek ve anlamaya çalışmak değil. İnşa edilen kurgusal AK Parti ötekisini konumlandırma çabası.

Devamı

Erdoğan karşıtlığının cazibesinden gözü kamaşan muhalefet, AK Parti'nin Cumhuriyet modernleşmesi ile kurduğu ilişkiyi de doğru okuyamamaktadır.

17 Aralık'la başlayan sürecin kazananları Ergenekon davası sanıkları ve ulusalcı çevreler oldu. Kendi karşıtları olarak gördükleri iki gücün çatışmasını keyifle izlediler ve yeni bir pozisyon arayışına girdiler.

17 Aralık, ülkenin ekonomik ve politik dinamiklerinin belirli grupların etkisiyle değişmeyeceğini göstermesi bakımından bir milattır.

O sabah piyasalar, Mayıs ayındaki FED dalgasıyla neredeyse eşzamanlı yaşanan Gezi örtüşmesine benzer bir sarsıntıya uyandığından habersizdi.

İslami Hareket ve "Çölleşme"

Baskı ortamının dindarlığı kolaydı. Şimdi iktidar ve imtihan, fakirlik ve zenginlik iç içe... İslami hareket kendi İslami iddialarıyla ve pratiğiyle hesaplaşacak.

Devamı
İslami Hareket ve quot Çölleşme quot
AK Parti'nin Kendi İktidarıyla Yüzleşmesi

AK Parti'nin Kendi İktidarıyla Yüzleşmesi

AK Parti'ye yönelik "otoriterleşme ve yolsuzluk" suçlamalarının uzun süre iktidarda olan her siyasal partinin karşılaştığı bir durum olduğunu düşünebiliriz. Ancak kendi başarısı ile yüzleşmek bambaşka bir şey.

Devamı

Türkiye bir hedef saptırma aracı olarak seçilmiş. Kimisi Suriye çıkmazındaki, kimisi Sisi darbesindeki, kimisi Gazze katliamlarındaki ayıplarını örtüp Türkiye'yi hedef tahtasına oturtmak istiyor.

Her alanda hem devletin düzenleyici ve denetleyici rolünde nitelik artışı, hem de toplumun mantalitesinde değişime ihtiyaç var.

Çözüm Süreci'nin neden başladığı ile ilgili yapılan analizlerin birçoğu hâlâ geçerliliğini koruyor: Çatışmalı dönemin her iki taraf için de sürdürülemez oluşu, Irak ve Suriye özelinde Ortadoğu'nun müphem geleceği ve Türkiye'nin bölgesel ve küresel ölçekli bir aktör olma yolunda ilerlerken dış politikadan ekonomiye her alanda Kürt meselesinin çözümsüzlüğüne hapsolması süreci başlatan nesnel koşullar olarak yerinde duruyor. Sürecin politik ekonomisi olarak da okunabilecek bu hesapların her birisini sürecin neden devam etmesi gerektiğinin de altına rahatlıkla yazabiliriz.

Türkiye'nin siyasi geçmişinde istikrar ve huzurla gelen yükseliş dönemleri, ne yazık ki her daim kesintiye uğratılmaya çalışılmıştır. Ülke ne zaman pozitif bir ivme yakalayarak bölgesinde güçlü bir konuma gelse iç ve dış olaylarla bu süreç sabote edilmeye çalışılıyor. Bu yüzden, ülkede gerilim oluşturma adına uğraşanların neden bu zamanı seçtiklerinin cevabı da çok açıktır. Bu ülkede ne yazık ki gelişimi ve ilerlemeyi durdurmaya ayarlı bir zamanlama mekanizmasını yönetenler var. Tıpkı 1980'li yıllarda ülkede başlayan ekonomik değişimi engellemek isteyenlerin, bu ülkeye 1990'lı yılların karanlık zamanlarını yaşattığı gibi. Bu şekilde, siyasi ve sosyal çatışmalar kullanılarak, başta ekonomi olmak üzere ülkenin tüm alanlarında istikrarsızlığın ve kaosun gölgesini hâkim kılmışlardır. Öyle ki, 1990'lı yılları herkes karanlık ve kriz yılları olarak hatırlamaktadır.

Kobani'de yaşanan katliamlar üzerinden özellikle Kürt siyasal hareketinin sokağı siyaset üretme ve politik söylemini meşrulaştırmak için bir sonuç alma yöntemi olarak kullanması, birçok kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlandı.

AK Parti Türkiye'nin dönüşümünde muktedir olma konumuna geldiğinden itibaren sokakların ateşiyle imtihan edilir oldu. 2007 Cumhurbaşkanlığı krizi döneminde de meydanlar harekete geçirilmişti. Ancak o dönemde meydanların destekçisi olan Kemalist vesayet hâlâ güçlü bir direnç ortaya koyabiliyordu. Gezi olayları, AK Parti iktidarını seçim yoluyla ya da vesayetçi unsurların müdahalesiyle götüremeyeceğini anlayan çevrelerin öfkesini sokaklara taşımıştı. 17 Aralık denemesi ise devletin kritik kurumlarında odaklanan paralel yapının toplumsal bir sermayeyi AK Parti aleyhine çevirmesiydi. Kobani gösterilerinde ortaya çıkan şiddet ise yeni bir öfkenin tezahürü.

Türkiye bir kez daha kanlı sokak siyasetinden medet uman aktörlerin terör eylemleriyle karşı karşıya. Kanlı sokak siyaseti, meşruiyetini ve varlık zeminini yitirmiş kirli unsurların tevessül ettikleri bir yol. Bu unsurları sadece yerli unsurlar olarak düşünmek de doğru değil. Düpedüz uluslararası bağlantıları olan ve hatta uluslararası aktörlerin manipülasyonu ile hareket eden unsurlar bunlar. Sorunun uluslararası boyutu ortadayken, sadece Türkiye'nin içine bakarak analiz yapamayız. Hedef, çözüm sürecini bitirmek.

Eski Türkiye'de muhafazakâr siyaseti ve muhafazakâr yaşam tarzını aşağılamak medya için gayet kullanışlı, elverişli ve beraberinde bir maliyet getirmeyen bir tutumdu.

10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı Seçimleri sonuçları her seçim gibi üzerinde durulması gereken muazzam sosyolojik tahlillere imkân sunan bir veri seti sundu. Birçok açıdan ilklere sahne olan bu seçim, aynı zamanda ülkenin içinden geçtiği dönemin de siyasal sağlaması denilebilecek bir resim sundu. Genelde, seçmen her zaman olduğu gibi topluma yeni bir şey sunan esaslı siyasete, istikrarlı bir değişime ve daha da önemlisi Çözüm Süreci'ne verdiği desteği yeniledi. Bu üç referans noktası ülke siyasetinin geleceği açısından olmazsa olmaz kaideler olarak yerini aldı. Özelde ise seçim sonuçları her siyasi partinin tabanın isteklerine, beklentilerine ve reflekslerine dair ders niteliğinde mesajlar içermektedir. Bu yüzden, Türkiye siyaseti adına söyleyecek lafı olan siyasi partilerin bu sonuçları ayrıntılı bir şekilde analiz etmesi gerekmektedir. 10 Ağustos seçiminden sonra yapılan analizler, işini özenli bir şekilde yapan birkaç isim dışında, şaşırtıcı bir şekilde ‘kazananlar enflasyonu' yaratmanın ötesine geçemedi. Bu yaratılan ‘kazananlar enflasyonu'ndan kasıt tabii ki Demirtaş'ın aldığı oylar üzerinden yapılan güzellemeler. Demirtaş'ın aldığı oyların sosyolojik zemininin peşine düşmek HDP'nin geleceği hakkında çizilecek resmin daha da netleşmesini sağlayacağı gibi, seçim kampanyası boyunca nelerin doğru ve nelerin yanlış yapıldığının sağlıklı bir muhasebesi için de muazaam bir imkân sunacaktır.

Türkiye, küresel bir güç olmak adına derin ve sancılı bir süreçten geçiyor. Son yıllarda yaşanan sosyo-ekonomik dönüşüm sistem, kurum ve kişileri de değişmeye zorluyor. Yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimleri de bu süreçte belirleyici bir etken olacak. Bu doğrultuda, 'Değişime Mukavemet' ve 'Yeni Türkiye'nin oylanacağı seçimde üçüncü bir yol-dinamik olarak ortaya çıkan HDP'nin Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş bu değişimin neresinde yer almaktadır? Soruyu biraz daha daraltırsak, yüzde on bandına ulaştığı takdirde seçim zaferi ilan edecek olan Demirtaş'ın değişen Türkiye'de kendisine biçtiği rol nedir? Demirtaş'ın adaylığına yüklenen anlamı kısa ve uzun vade olarak ayırmak mümkün. Kısa vadeli hedefler, Kürt hareketinin Türkiyelileşme olarak da bilinen yeni siyaset arayışını ete kemiğe büründürme ve Erdoğan'ın ilk turda seçimi kazanmasını engelleme üzerinden bir güç devşirme olarak tasvir edilebilir. Uzun vadeli hedef ise Türkiye'deki kronik muhalefet açığını kapatmak için CHP dışında ya da CHP ile beraber alternatif yapıcı bir muhalefet oluşturmak.

Kamuoyunda ‘17 Aralık operasyonu' olarak adlandırılan olay 17 Aralık günü gerçekleştirilen adli-polisiye hikâyeden çok daha öte bir anlam taşıyor. 25 Aralık girişimi, TIR operasyonları, İHH soruşturması, Öcalan'ın 1999 yılındaki sorgulanmasından sızdırılan gizli montajlanmış görüntüler, Başbakan'ın yakınlarının ve çalışma arkadaşlarının sızdırılan telefon görüşmeleri bir paket olarak büyük bir operasyonun yapı taşlarını oluşturuyor. AK Parti hükümetinin dış politika duruşu ve Çözüm Süreci de bu paketin içinde hedefe konan başlıklar olarak göze çarpıyor. Çözüm Süreci yaşanan onca şeye rağmen geçtiğimiz yıla damgasını vuran en önemli gelişme olarak tarihteki yerini çoktan aldı. Tarihsel bağlamında Kürt meselesinin altın yılı olarak adlandırabileceğimiz süreçte BDP'nin azımsanmayacak katkıları oldu. Bu bilgiler ışığında, BDP'nin 17 Aralık tutumunu ve bu tutumun Çözüm Sürecine yansımasını bütün bu gelişmelerle birlikte değerlendirmek gerekiyor. 17 Aralık'ın genel anlamıyla Kürt meselesine özelde ise Çözüm Sürecine bakan yönünü kestirmek zor değil: ‘Çözüm Sürecinin sona ermesi ve PKK'nın silahlı mücadeleye tekrar başlaması'. 17 Aralık operasyonlarının resmi bülteni olarak işlev gören Bugün gazetesinin önce Demirtaş'ın özerklik açıklamasını sonra da PKK'nın yaptırdığı ‘şehitlik' haberlerini manşetten görmesi ve sızdırılan video kayıtları ile Öcalan'ın itibarsızlaştırılmasına yönelik girişimler bu kanıyı güçlendiriyor. Peki bu plan ne ölçüde mümkün olur?