Türkiye'nin Kimliği

Rene Descartes “düşünüyorum o halde varım” dediğinde, klasik düşüncenin “kendini bil!” sorusunun yerine yeni bir soru ikame etmişti. Varoldukları konusunda tereddüt sahibi olmayan kadim bilgeler, insanın muhatap olduğu en temel sorunun “var mıyım?” değil, “ben kimim?” sorusu olduğunda ısrar ediyorlardı. Bu yüzden klasik düşünce varlığın ispatı konusuna şöyle bir değinir ve yoluna devam eder.

Devamı

Avrupa'da Antisemitizm ve Türkiye'de Yahudiler

Garton Ash’in, 27 Temmuz 2006 tarihli The Guardian’da yayımlanan yazısı “Avrupalılar olarak Orta Doğu’daki çatışmayı bizim yarattığımızı asla unutmamamız gerekir” başlığını taşıyordu. Ash’e göre, kökenleri tarihin derinliklerine uzanan Yahudi düşmanlığı Orta Doğu’yu kana bulayan, son Lübnan örneğinde görüldüğü gibi sivillerin hayatlarını kaybetmelerine ve yurtlarından ayrılmak zorunda kalmalarına yol açan başlıca nedenlerden biri. Avrupa tarihine bakıldığında sistematik bir Yahudi düşmanlığının olduğu ve bu kıtada istenmeyen Yahudilerin zamanla kendi devletlerini kurmayı amaçlayan siyasi siyonizm bilincini geliştirdikleri ve Avrupa’nın da yardımıyla nihayet 1948 yılında bağımsız bir devlet İsrail kurduklarını görüyoruz.

Devamı

The German Marshall Fund (GMF) tarafından yayınlanan “Atlantik Ötesi Eğilimler” adlı araştırma, Türkiye’nin ABD’ye soğuduğunu, buna karşın İran’a yakınlaştığını gösteriyor. Türkiye dahil 12 Avrupa ülkesi ve ABD’yi kapsayan araştırmada “Türkiye Batı’ya sırtını mı dönüyor?” altbaşlığıyla aktarılan verilere göre Türklerin büyük çoğunluğu ABD ve Avrupa’ya mesafeli duruyor.

Fransa Meclisinin onayladığı sözde Ermeni soykırım yasası, gündemimizi uzun bir süre meşgul edecek. Fakat yasa Türkiye’den çok Avrupa ve AB için bir imtihan. Çünkü Avrupa’nın düşünce ve ifade özgürlüğü ilkesine sadık kalıp kalmayacağını, bu yasaya ilişkin tavrı belirleyecek.Öncelikle şunu belirtelim: Fransa’nın bu kararı siyasi bir provokasyon niteliği taşıyor. Batının kışkırtıcı hatalarına İslam dünyasından gelen her ölçüsüz tepki, Avrupa’daki muhafazakar ve ideolojik siyasi çevrelerin elini güçlendiriyor.

Tren kazası, raydan çıkma, duraklama, dondurma, vs. derken Türkiye’nin AB üyeliği belirsiz bir istikamette ilerliyor. Kıbrıs meselesinden dolayı müzakere sürecinin yavaşlatılması, bundan sonraki dönemle ilgili önemli ipuçları veriyor. Bu belirsizlik ve gerginlik ortamında AK Parti hükümeti AB üyeliği konusunda eski heyecan ve kararlılığını muhafaza edebilecek mi? Bugün Kıbrıs diyen AB, yarın başka konularda ayak diretecek ve müzakere sürecini fiilen sona erdirecek mi?Limanların açılması ve dolayısıyla Kıbrıs meselesinden dolayı müzakerelerin askıya alınması iki ihtimali gündeme getiriyor: Ya AB, çok ilkeli ve tutarlı bir politika izliyor ve temel prensiplerden taviz verilmeyeceğini söylüyor ya da AB’nin, Türkiye’nin üyeliği konusunda hala büyük şüpheleri var.

Türkiye, Kayserili çiftçi Ahmet Hamdi Gül ile ev hanımı Adviye Gül’ün oğulları Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına hazır olduğunu 22 Temmuz’da gösterdi. Yaygarası, varlığından fazla bir azınlık ise hazmetme sorunu yaşamaya bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Oysa Türk devlet bürokrasisinin en zorlu kısmı olan ve geçmişte makamın ağırlığını taşıyamayan pek çok bakanı işlevsizleştiren dışişleri koridorları bile, Gül’ü özleyecek.

Bebeği İlk Kim Bırakacak?

Berthold Brecht, "Augsburg Tebeşir Dairesi" adlı hikâyesinde, gerçek sevginin nasıl test edildiğini anlatır. Avrupa'daki 30 yıl savaşları sırasında Katolikler Augsburg şehrini ele geçirerek talan ederler.  

Devamı
Türkiye-Azerbaycan İlişkileri Çalıştayı

Türkiye-Azerbaycan İlişkileri Çalıştayı

25-27 HAZİRAN 2009, Ceylan Intercontinental Otel, İSTANBUL

Devamı

SETA PANEL Nuh Yılmaz George Mason University, Washington DC Tarih: 14 Ağustos 2008 Perşembe Saat: 16.00 – 18.00 Yer: SETA, Ankara

SETA KONFERANS Konuşmacı:     Dr. Hasan Yavuz     Başbakan Danışmanı / Marc Bloch Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih: 14 Mayıs 2007 Pazartesi Saat: 15.00 Yer: SETA, Ankara

SETA PANEL Oturum Başkanı:      Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya       İTÜ Konuşmacılar:     Prof. Dr. Haluk Günuğur     Başkent Üniversitesi     Prof. Dr. İhsan Dağı     ODTÜ Tarih: 31 Ekim 2006 Salı Saat: 16.30 – 18.30 Yer: SETA, Ankara

SETA PANEL Oturum Başkanı:     Dr. İbrahim Kalın      SETA Konuşmacılar:     Prof. Dr. Mümtaz'er Türköne     Gazi Üniversitesi; Başlık: "Türkiye'de Üç Milliyetçilik: Ankara, Diyarbakır ve İstanbul"     Doç. Dr. Mesut Yeğen     ODTÜ, Başlık: “Türk Milliyetçiliğinin Kürt Meselesini Algılama Biçimleri”     Dr. Abdülhamit Kırmızı     SETA, Başlık: “Türkiye’de Milliyetçiliğin Yeni Halleri” Tarih: 19 Nisan 2006 Çarşamba Saat: 18.00 - 20.00 Yer: SETA, Ankara

TÜRK dış politikasının en karmaşık sorunlarından biri, İsrail ile ilişkilerin düzenlenmesi olageldi. Kurulduğunda İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olan Türkiye, bir süre sonra ilişkileri maslahatgüzar düzeyine indirmekte beis görmedi. İnişli-çıkışlı bir seyir izleyen ilişkiler, 1990’larda “stratejik” olarak tanımlanırken, 2000’ler kriz dönemi oldu. Zamanın başbakanı Bülent Ecevit’in İsrail’in Nisan 2002’deki Batı Şeria’ya yönelik Koruyucu Kalkan Operasyonu ve Cenin Kampı’ndaki katliamı için “soykırım” ifadesini kullanması, kriz döneminin başlangıcıydı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Mart 2004’te Hamas’ın manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin’in katledilmesine verdiği tepki, sonrasında Hamas lideri Halid Meşal’in Şubat 2006’daki Türkiye ziyareti, krizi daha da tırmandırdı.

ABD Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonunda görüşülen Ermeni soykırım tasarısı 22'ye karşı 23 evet oyuyla kabul edildi.

Kafkasya'daki yeni düzende yer almak isteyen ülkeler arasında Rusya ve ABD'nin yanı sıra İsrail'den Fransa'ya, İran'dan Hindistan'a birçok ülkenin hesabı var. Bu hesabın da basitçe 'bölgede istikrar' olmadığını söylemeye gerek dahi yok. Böyle bakıldığında Ermenistan'ın Türkiye üzerinden Batı ile entegrasyonu ABD için olumlu bir gelişme.

Ermeni lobisinin tezleri tüm açıklığıyla ve tüm siyasi aktörlerce tartışılmadıkça Türkiye bu tasarı kamburundan kurtulamayacak.

Türkiye’deki kimlik tartışmaları her gün yeni bir boyut kazanıyor. Avrupa Birliği süreci, Kuzey Irak’taki gelişmeler, Kürt sorununun tanındığının açıklanması, Ermeni soykırım iddiaları ve son olarak Pamuk ve Dink davaları, toplumun değişik kesimlerinde farklı tepkilere yol açtı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı”nı Türkiye’nin üst kimliği olarak tanımlaması, tartışmaya yeni bir boyut kazandırdı. Soruna hangi açıdan bakarsak bakalım, tartışmanın merkezinde farklı kimlik siyasetleri yatıyor. Kimlik siyaseti, belli bir grubun genel toplum içindeki yerini toplumun bir parçası olarak değil, o grubun ayırt edici özelliklerini esas alarak tanımlamasını ifade ediyor. Kadın, göçmen, Kürt, Türk, Ermeni, Alevi, vs. olarak yapılan bu tanımlamalar, grup dayanışmasını öne çıkartırken, sosyal adalet taleplerini de dile getirir. Geniş bir anlamda kullanılan ‘kimlik’ kelimesi, grupların siyasi, hukuki ve kültürel boyutlarını da içerir. Fakat bu üç alan arasındaki ilişkiyi net bir şekilde tanımlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Dini ve kültürel farklılıkları olan gruplar aynı siyasal ideal etrafında birleşebildiği gibi, benzer kültür normlarına sahip gruplar farklı siyasi kamplarda yer alabilir. Her halükarda kimlik siyasetinin belirleyici özelliği, bir sosyal grubun siyasi, hukuki, ekonomik yahut kültürel taleplerini siyasi bir program haline getirmektir. Türkiye’deki Kürt, Alevi, Ermeni kimlikleri hakkında yapılan tartışmalar kimlik siyasetinin somut örneklerini oluşturuyor  

Dış politika yapım süreçleri büyük oranda uzun vadeli ve makro hedefleri gözetir. Belli dönemlerde ve durumlarda ise kısa veya orta vadeli menfaatlere yoğunlaşır. Genellikle kullanılan metotlar dinamik; prensipler ise statiktir. Prensiplerin hızlı şekilde değiştiği dönemlerde politika yapımı zorlaşır. Geçen hafta ‘futbol diplomasisi’ ile başlayan sürecin Erivan, Bursa ayaklarından sonra ‘üçüncü maçımıza’ dönüştürülen Washington ayağını kaybettik. Bu durum karşısında merkez medyada bakanın istifasını isteyen kalemlerden, komşularla sıfır problem yaklaşımının ‘mavi boncuk’ dağıtarak iflas ettiğini dile getirenlere; ABD Ankara elçisinin ‘Türkiye’de yeni bir iktidar arayışı içerisine girdiğini’ söyleyecek kadar ileri gidenler de oldu. Öncelikle ‘istifa etmeli’ şeklindeki müthiş yaklaşıma göre 1980’lerden bu yana neredeyse her sene bir dış işleri bakanını ‘ermeni soykırımına’ kurban vermemiz gerekirdi. Çünkü hali hazırda 20’ye yakın ülke, ABD’de 41 eyalet bir şekilde bu iddiaları kabul etti.

Ermenistan'la normalleşme konusunun yeniden tutarlı bir çerçevede ele alınması için mevcut toz duman bulutunu dağıtmak ve popüler bazı yanılgıları düzeltmek gerekiyor. Öncelikle yapılması gereken, soykırım kararları konusunu doğru bir düzlemde konuşmak. Konuya soykırım kararlarına evet ya da hayır denmesi, kararların geçmesinin başarısızlık olarak değerlendirilmesi bakış açısı hâkim. Ancak sorun kararların geçmesi ya da reddinden bağımsız olarak, soykırımla ilgili parlamentoların karar mercii olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor. Bu anlamsız kurgu seçim arifesinde parlamentoların oy kaygısıyla kararı geçirmelerine yol açıyor. Sonuç ne olursa olsun soykırım konusunu gündemine alan parlamentoya bu etik çerçeveden tepki gösterilebilir.

Türk dış politikasında Mayıs 2010 ile yeni bir dönem başladı. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri bakanı olmasıyla birlikte dış politika ve iç politika arasında yeni bir denge kuruldu. Dış politika içerideki kısır çekişmelerin prangasından kurtularak, hareket alanını genişletti. Dış politika yapıcılar Türkiye’nin son on yıldaki müspet gelişmelerinden aldığı enerjiyi, pozitif bir gerilimle mücavir bölgelerle entegrasyon ve barış çabaları şeklinde dışarıya yansıtıyor. Türkiye’nin dış politika hamleleri komşularla sorunların çözümüne, bölgenin güvenliği ve istikrarına ve ülkenin uluslararası prestijinin artmasına katkıda bulunuyor.