Türkiye'nin G20 Mesajı Ne Olmalı?

2015 yılında G20'de dönem başkanı olan Türkiye, 15-16 Kasım'da Antalya'da düzenlenecek G20 Liderler Zirvesi'ne ev sahipliği yapacak.

Devamı
Türkiye'nin G20 Mesajı Ne Olmalı
G20 İzlenimleri

G20 İzlenimleri

Türkiye'nin ilk kez dönem başkanı olması ve Türkiye ekonomisinin başarısı, gelişmekte olan ve azgelişmiş ülkeler için önemli bir rol model.

Devamı

Rusya konusunda izlenen politika AB ile görüşmelerin seyrini de etkileyecek.

İktidar olduğu 2002’den, bu hafta açıklanan 64. Hükümet programına kadar, AK Parti 6 program açıkladı.

64. Hükümet Programını SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü Nebi Miş değerlendirdi.

AB'de Türkiye'nin üyeliğine şüpheyle yaklaşan ve imtiyazlı ortaklık öneren bazı aktörlerin bu konuda bir paradigma değişikliğine gittiklerini iddia etmek için henüz çok erken olduğu açıktır.

Yeni Dönemde Merkez Bankası

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın nasıl bir para ve kur politikası benimseyeceği, Türkiye'nin ekonomi gündeminin önemli başlıklarından biri.

Devamı
Yeni Dönemde Merkez Bankası
Başbakan'ın Gazze Tepkisi

Başbakan'ın Gazze Tepkisi

Başbakan Erdoğan'ın Amerika ziyareti sırasında John Hopkins, German Marshall Fund ve SETA-DC konuşmalarında ortak can alıcı nokta Gazze tepkisi ve İsrail'e yönelik eleştirileri oldu. Erdoğan güçlü bir mantık örgüsü içinde açık ve yalın bir ifadeyle Gazze'de yaşanan insanlık dramının uluslararası sistemin en temel sınavı olduğunu vurguladı. Erdoğan'ın ifadesiyle, Gazze'de şartların iyileştirilmesi için verilen sözler tutulmadı ve bütün bir uluslararası sistem bu sınavda başarısız olmanın eşiğinde.

Devamı

Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. Yerel ya da genel, olağan ya da sıra dışı bütün seçimler gibi bu seçimler de bir "genel seçim havasında" geçti. Bunda şaşılacak ya da hayıflanacak bir şey yok. Zira Türkiye'de siyaset hiçbir zaman normal şartların bir ürünü olmadığı için, en yerel ve sınırlı meselelerin dahi genel bir niteliğe bürünmesi ve kimlik, aidiyet ve grup bilinci gibi büyük konulara dönüşmesi normaldir.      

DÜN, 28 Şubat müdahalesinin 12. yıldönümüydü. Üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen, devlet-toplum dinamiklerini, bürokratik vesayetle millet iradesini, hukukun üstünlüğü ile hukuksuzluğu aynı cümle içinde kullanarak tartıştığımız her meseleyi, 28 Şubat süreciyle ilişkilendirmek zorunda kaldığımıza bakılırsa, Türkiye devleti ve toplumuyla bu sürecin yol açtığı tahribatla boğuşmaktan hala kurtulamadı.

OBAMA ile yeni bir döneme giren ABD’nin önündeki en önemli sorunlardan biri, Güney Asya’daki gelişmeler, özellikle de Afganistan-Pakistan ve Hindistan arasındaki ilişkilerin yeni dönemde alacağı şekil. Ancak şurası açık ki bu gelişmeler bölgedeki diğer aktörlerden bağımsız bir şekilde ele alınamaz.

Amerikan imparatorluğu son sekiz yıldır kullandığı siyaset teknolojisini değiştirme kararı aldı. İmparatorluğun ancak bir süre kullanabileceği neocon teknoloji vazifesini hitama erdirmiş oldu. George W. Bush’la beraber iktidara gelin neocon ekibin, fiili hazırlıklarını 1997-1998’de tamamladıkları  “Yeni Amerikan Yüzyılı” projesi, ABD’nin Soğuk Savaş sonrası ortaya çıkan küresel belirsizliği belli bir süreliğine aşmasına yardımcı oldu. Bir an için son sekiz yıl içerisinde neocon projenin hayata geçmediğini farz edelim; Amerika küresel anlamda daha etkin (aktif) mi yoksa daha zayıf (pasif) bir pozisyonda olurdu? Neocon projenin ABD’ye maliyetlerinin olduğu elbette doğrudur. Lakin kâr-zarar analizini derinlikli yaptığımızda karşımıza şu tablo çıkmaktadır. Amerika, gerek siyasi gerekse ekonomik kriz bölge ve alanlarında, varlığıyla yokluğunu eşitleyen bir güç haline dönüşmüştür.

Yurtdışında yaşayan Türkler’in bugüne kadar ihmal edildiği, hatta bir kambur olarak görüldüğü söylenebilir. Oysa Dış Türkler, Türk Dış Politikası’na çoğu ülkenin sahip olmak istediği ama olamadığı birçok imkân sunuyor.

Türkiye'nin AB üyeliği açısından yeni fırsatlar doğurabilecek gelişmeler olmasına karşın, bu konu hâlâ gündemin en alt sıralarında yer alıyor. Örneğin 1 Temmuz tarihi itibarıyla Türkiye'nin üyelik müzakerelerinde ilerleme sağlanmasına katkı vereceğini ilan eden İsveç, Avrupa Birliği dönem başkanlığını devraldı.

Antropoloji doktorası yapan bir Perulu'ya ülkesini sorduğumda: ‘Son yüzyılda kazandığımız bir hentbol maçı bile yok!' diye cevap vermişti. Latin Amerika'ya dair müteakiben aktardıkları ise ‘kanayan yaralardan' başka şeyler değildi. ‘Latin Amerika'nın kanayan yaralarını' ister Eduardo Galeano ' dan okuyalım, ister en sevimsiz ekonomi-politik metinlerden inceleyelim, değişmeyen tek şey tüm hikayelerin merkezinde ABD'nin olması. Meksika atasözünde ‘Ahh Meksika! Tanrıya çok uzak, Amerika'ya çok yakın' denmesi boşuna değil. Aynı şekilde bu ‘acıyı' teyit edercesine Reagon'ın, vakt-i zamanında, “San Salvador Houston'a, Houston'ın Washington'a yakınlığından daha yakın. Orta Amerika, ‘Amerikadır'” diyerek güneyi arka-bahçe ilan etmesini unutmak mümkün değil.

Kürt sorununun -özellikle demokratikleşme, terör ve bölgesel kalkınma bağlamlarıyla- Türkiye’nin 2006 yılında başını ağrıtacak ve yüzleşmek zorunda kalacağı başlıca konulardan biri olduğu çokça dile getirildi. Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar krizlerden kaçınma arzusuyla halı altına süpürülen ve bir şiddet olayı yaşanıncaya kadar da bahsi açılmayan Kürt sorunu, ülkenin derin gündemi olarak neşter atılmadığı için ur gibi büyümeye devam ediyor. Kürt sorunu hakkında bu dönemde adamakıllı düşünmekten ve konuşmaktan sakınmanın vebali büyük olacaktır. Toplumsal barışı sürdürmeye ve tarafların tansiyonlarını düşürmeye yönelik somut faaliyetler gözle görülür hale getirilmezse, 2007 seçimleri Güneydoğu’da Kürtçü, kalan yurtta Türkçü partilerin oylarını arttıracağı muhakkaktır. Mart ayı sonlarında, özellikle Nevruz ile birlikte Türk ve Kürt ulusalcılıklarının kapışma noktasına geleceğine dair senaryo iddialarında bulunmuş olmaları dikkate alınacak olursa,1  medya camiasının çözüme katkı sağlayacak bir dil geliştirmek yerine, yangını seyretmeyi tercih ettiğini söylemek abartı olmayacaktır. Hatta, beklenen şiddet olaylarının çıkmamış olmasından duyulan gizli bir üzüntüyü Nevruz günlerinde çıkan gazete başlıklarından sezinlemek de mümkündür.

Geçen sene Suriye’ye yaptığı resmi ziyareti ABD ve İsrail’den gelen yoğun baskılara rağmen iptal etmeyen Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, 6- 9 Haziran tarihleri arasında bu kez İsrail ve Filistin’e resmi bir ziyaret yapacak. Filistin’de ekonomik krizin artık insani bir facia boyutuna geldiği, İsrail’de yapılan seçimler sonrasında Başbakan Ehud Olmert’in tek taraflı sınır belirleme planını uluslararası gündeme taşıdığı bugünlerde bölgedeki durum ayrı bir öneme sahip.

GEÇEN hafta Türkiye parti kapatmayla, dünya, ekonomik krizle uğraşırken; Rusya NATO’yla, Amerika ise ‘yeni güçler dengesiyle’ orta yolu bulmaya çalışıyordu.

Soğuk Savaş yılları kanat ülkeleri için oldukça trajik sonuçlar doğurmuştur. Bu ülkelerden Türkiye, Batı blokunun 'sıradan bir kanat ülkesi' olarak on yıllarını harcadı. 1970'de 1.5 milyar dolar olan ticaret hacmi, 1980'de 10,5 milyarı ancak bulacaktı. Soğuk Savaşın bittiği ilan edilirken toplam ticaret hacmimiz sadece 25 Milyar dolardı. Bu tabloya biraz dikkatlice bakan her vicdan sahibi, Türkiye'nin sıradan bir kanat ülkesi olmasının bedelini rahatlıkla görebilir.

İsrail'in Gazze'ye yönelik insani yardım taşıyan gemilere yönelik sert askeri müdahalesinin yarattığı tartışmalar dinmeden, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) İran'a yönelik yaptırımların oylanması gündeme geldi. İsrail'in uyardım gemilerine sert müdahalesi karşısında sert bir cevap veren Türkiye, BMGK'de yapılan oylamada Brezilya ile birlikte yaptırımlara "hayır" oyu verdi. Başka türlüsünü beklemek de imkansızdı. Nitekim iki ülke 17 Mayıs'ta İran'ı ikna ederek "uranyum takas anlaşması" imzalamıştı. Bütün bu gelişmeler bir kez daha şu soruyu gündeme getirdi; "Türkiye eksen mi değiştiriyor, yüzünü Doğu'ya mı dönüyor?" Tüm bu soruları, Türkiye'nın dış politikasını yakından izleyen SETA Vakfı'nın Genel Koordinatörü Taha Özhan'a sorduk. Özhan yaşananları, "Türkiye 'Ankara merkez'li politikanın meyvelerini topluyor" diye özetledi.