Soğuk Savaş Yıllarını Arayanlar

Soğuk Savaş yılları kanat ülkeleri için oldukça trajik sonuçlar doğurmuştur. Bu ülkelerden Türkiye, Batı blokunun 'sıradan bir kanat ülkesi' olarak on yıllarını harcadı. 1970'de 1.5 milyar dolar olan ticaret hacmi, 1980'de 10,5 milyarı ancak bulacaktı. Soğuk Savaşın bittiği ilan edilirken toplam ticaret hacmimiz sadece 25 Milyar dolardı. Bu tabloya biraz dikkatlice bakan her vicdan sahibi, Türkiye'nin sıradan bir kanat ülkesi olmasının bedelini rahatlıkla görebilir.

Devamı

Nitelikli Reform

Osmanlı'dan kalan anayasa tartışmaları  ve yapıcılığı adeta gündemimizden çıkmayan temel siyasi maddelerin başında geliyor. Cumhuriyet'ten bu yana da 'uzun ömürlü bir anayasa' arayışımız devam ediyor. Bugüne kadar yaptığımız anayasaların iki temel özelliği kısa ömürlü ve hürriyetleri temin etmekten uzak olmasıydı.Bugün yeniden tartıştığımız mini anayasa reformu da, vadesi çoktan dolmuş olan son darbe ürünü anayasamızın, yama ile ömrünü bir süre daha hürriyetleri genişletmek adına uzatmaya katlanmaktan ibaret. Milletin siyasi sabrı ve basireti bu katlanma süresinin ne kadar olacağına karar verecek.

Devamı

Ortadoğu'da daha önce görülmedik ölçekte bir diplomatik hareketlilik gerçekleşiyor. Bu hareketlenme Ortadoğu'dan Afrika'nın içlerine alışılmış siyasi kalıpları kırıyor. Türkiye bu hareketliliğin merkezinde yer alıyor ve itici gücü rolünü oynuyor. Türkiye artık sadece komşu ülkeleri ilgilendiren sorunlarla sınırlı kalmayarak, Afro- Avrasya coğrafyasındaki tüm sorunların çözümünde meşru bir aktör haline geldi. Türkiye'nin mücavir alanlardaki meşruiyeti, bölge ülkelerini Türkiye'yi yanlarına çekme yarışına itti. Türkiye ile beraber hareket etmek hem iç politikada hem de dış politikada rahatlama sağlıyor. Türkiye'nin dahil olduğu platformlar yeni bir çerçeveden, sonuç üretecek inisiyatiflere dönüşüyor. Bu girişimler aynı zamanda bir araya gelmeleri zor aktörleri sorun çözme hedefi etrafında birleştirerek, Kafkasya, Balkanlar ve Ortadoğu gibi coğrafyalarda uluslararası ilişkiler kültürünü dönüştürüyor. Kahire'de gerçekleşen Darfur donörler toplantısı Ortadoğu'nun değişen dengelerinin anlaşılması açısından önemli bir girişim. Piramitler ve Nil Nehri'ni karşısına alan yeni Kahire'de gerçekleştirilen toplantının salonuna girince fark edilen resim aslında yaşanan süreci oldukça güzel özetliyor. Yönetim masasında Türkiye ve Mısır dışişleri bakanları yönetici sıfatıyla, İslam Konferansı Teşkilatı Genel Sekreteri ise toplantıyı himayesi altına almak üzere oturuyor.

İktidar partisi, geride bıraktığımız 22 Mart’ta 23 maddeden oluşan bir anayasa değişikliği taslağını kamusal müzakereye sundu. Kamusal müzakerenin işlemesi için de tek tek siyasi partilerle; sivil toplum örgütleri, meslek ve medya kuruluşlarıyla ise toplu görüşmeler gerçekleştirdi. Yarına kadar da (29 Mart) yeni öneri ve değişiklikleri kapsayacak müzakereler için kapıların açık tutulduğunu deklare etti. İktidar partisi teklifini müzakereye açık olduğu vurgusuyla “taslak” olarak sunmasına rağmen, bu faaliyetin bürokratik vesayetin politik karını paylaşan kesimler tarafından “pazarlık etmek,” “müzakere yapmak,” “sus payı vermek” gibi çoğu zaman alçaltıcı anlamda kullanılan ifadelerle karşılanması tam anlamıyla bir teşhir anıydı.

Dış politika yapım süreçleri büyük oranda uzun vadeli ve makro hedefleri gözetir. Belli dönemlerde ve durumlarda ise kısa veya orta vadeli menfaatlere yoğunlaşır. Genellikle kullanılan metotlar dinamik; prensipler ise statiktir. Prensiplerin hızlı şekilde değiştiği dönemlerde politika yapımı zorlaşır. Geçen hafta ‘futbol diplomasisi’ ile başlayan sürecin Erivan, Bursa ayaklarından sonra ‘üçüncü maçımıza’ dönüştürülen Washington ayağını kaybettik. Bu durum karşısında merkez medyada bakanın istifasını isteyen kalemlerden, komşularla sıfır problem yaklaşımının ‘mavi boncuk’ dağıtarak iflas ettiğini dile getirenlere; ABD Ankara elçisinin ‘Türkiye’de yeni bir iktidar arayışı içerisine girdiğini’ söyleyecek kadar ileri gidenler de oldu. Öncelikle ‘istifa etmeli’ şeklindeki müthiş yaklaşıma göre 1980’lerden bu yana neredeyse her sene bir dış işleri bakanını ‘ermeni soykırımına’ kurban vermemiz gerekirdi. Çünkü hali hazırda 20’ye yakın ülke, ABD’de 41 eyalet bir şekilde bu iddiaları kabul etti.

Ermenistan'la normalleşme konusunun yeniden tutarlı bir çerçevede ele alınması için mevcut toz duman bulutunu dağıtmak ve popüler bazı yanılgıları düzeltmek gerekiyor. Öncelikle yapılması gereken, soykırım kararları konusunu doğru bir düzlemde konuşmak. Konuya soykırım kararlarına evet ya da hayır denmesi, kararların geçmesinin başarısızlık olarak değerlendirilmesi bakış açısı hâkim. Ancak sorun kararların geçmesi ya da reddinden bağımsız olarak, soykırımla ilgili parlamentoların karar mercii olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor. Bu anlamsız kurgu seçim arifesinde parlamentoların oy kaygısıyla kararı geçirmelerine yol açıyor. Sonuç ne olursa olsun soykırım konusunu gündemine alan parlamentoya bu etik çerçeveden tepki gösterilebilir.

Kıbrıs'ta Önemli Gelişmeler

Kıbrıs'ta yoğunlaştırılmış görüşmelerin yeni turu devam ediyor. Klişe bakış açısı ile bu görüşmeler yıllardır devam ediyor ve çıkmaz sokakta sona ermeye mahkûm. Annan Planı oylaması sonrası Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) AB nezdinde inisiyatifi ele geçirdi ve görüşmeleri oyalama mantığı ile gerçekleştiriyor. Kıbrıs sorununu iç siyasette muhalefet aracı olarak görenler, mevcut Kıbrıs politikasının başarısızlığından dem vuruyorlar. Zaten önümüzdeki aylarda Kuzey Kıbrıs'ta seçimler yapılacak ve görüşmeleri sürdürme yanlısı Cumhurbaşkanı Talat'ın başarısız olmasıyla diplomatik süreçler rafa kaldırılacak.Kıbrıs ile ilgili olumsuz perspektif yeni dış politikayı ve sorun çözme dinamiklerini anlamamaktan ya da kasıtlı göz ardı etmekten kaynaklanıyor. Annan Planı sonrası Türk dış politikası Kıbrıs sorununu Birleşmiş Milletler çerçevesi asıl olmak üzere çok boyutlu ve dinamik bir süreçle ele almaya başladı. BM planına "evet" demenin sağladığı etik ve psikolojik üstünlük hızla kullanıma sokuldu.

Devamı

Arabulucu Değil, Oyun Kurucu Dış Politika

Türk dış politikasında Mayıs 2010 ile yeni bir dönem başladı. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri bakanı olmasıyla birlikte dış politika ve iç politika arasında yeni bir denge kuruldu. Dış politika içerideki kısır çekişmelerin prangasından kurtularak, hareket alanını genişletti. Dış politika yapıcılar Türkiye’nin son on yıldaki müspet gelişmelerinden aldığı enerjiyi, pozitif bir gerilimle mücavir bölgelerle entegrasyon ve barış çabaları şeklinde dışarıya yansıtıyor. Türkiye’nin dış politika hamleleri komşularla sorunların çözümüne, bölgenin güvenliği ve istikrarına ve ülkenin uluslararası prestijinin artmasına katkıda bulunuyor.

Devamı

Washington, Başbakan Erdoğan'ın ziyaretinden hemen önce Türkiye ile ilgili sıcak tartışmalara şahit oldu. Tartışmaların gerçekleştiği yerler Temsilciler Meclisi, German Marshall Fonu ve Woodrow Wilson Center. Bu üç ev sahibi kurum tartışmaların ciddiye alındığının göstergesi. Doğan medyasına vergi cezası, Türkiye'de muhafazakârlaşma, hayat tarzı baskıları, dış politikanın yönü, insan hakları ve demokratikleşme tartışmalarda ele alınan konular. Washington'da yaşayan ve Türkiye'yi yakından izleyen Türk ve Amerikalı akademisyenlerle gazeteciler tartışmaların içeriğinden ziyade, karşılıklı siyasi pozisyonların öne çıktığını söylüyorlar. Bu tartışmaların en fazla öne çıkanı Temsilciler Meclisi'nde gerçekleşen Türkiye'de insan hakları, demokrasi ve basın özgürlüğü konulu toplantı olmuş. Bu toplantıda Sedat Ergin ve İhsan Dağı'nın özellikle Doğan medyasına kesilen vergi cezası üzerinden yaptıkları tartışma herkesin dilinde.

ERMENİSTAN’LA futbol diplomasisi ile gündeme gelen açılım süreci, diplomatik ilişkilerin kurulmasını ve ikili ilişkilerin güçlendirilmesini öngören normalleşme protokolü üzerinde uzlaşmaya varılması ile devam ediyor. Her iki ülke kamuoyunda tartışmalara ve eleştirilere neden olan protokoller, Ekim ayı ortası itibarıyla iki ülkenin parlamentolarında onaylanmak için gündeme alınacak. İki ülke ilişkileri bugüne kadar korku, nefret, mağduriyet ve ihanet söylemlerinin ağır bastığı negatif bir duygusallıkla şekillendi. Birbirine taban tabana zıt ve karşılıklı suçlamalara dayanan bu duygusal söylemler, ortak bir iletişim dilinin oluşmasını engelliyordu. Ortak tarih komisyonu kurulması, sınırların tanınması ve açılması ve diplomatik ilişkilerin tesisi gibi daha somut konuların müzakere edilmeye başlanması, taraflar arasında ortak bir dilin oluşabilmesine kapı araladı.

İki ülke arasında hükümet ve devlet başkanları düzeyinde geçekleştirilen ziyaretler öncesinde, konuk ve ev sahibi liderler ile özel röportajlar yapılması ve bunların yayınlanması nerdeyse gelenek olmuştur. Bir tür kamu diplomasisi eksersizi sayılabilecek bu tür röportajların amacı ziyaretin siyasi içeriği hakkında kamuoyunu önceden bilgilendirmek, bazen sürprizlere hazırlamak, bazen de bazı müzakere konularında gerektiğinde toplumun göstereceği tepkileri destek olarak gündeme getirmektir.

Saldırının hedefi Türkiye’yi küçük düşürmek ve Türkiye’nin ne kadar risk alabileceğini ölçmektir.

İsrail'in Gazze'ye yönelik insani yardım taşıyan gemilere yönelik sert askeri müdahalesinin yarattığı tartışmalar dinmeden, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde (BMGK) İran'a yönelik yaptırımların oylanması gündeme geldi. İsrail'in uyardım gemilerine sert müdahalesi karşısında sert bir cevap veren Türkiye, BMGK'de yapılan oylamada Brezilya ile birlikte yaptırımlara "hayır" oyu verdi. Başka türlüsünü beklemek de imkansızdı. Nitekim iki ülke 17 Mayıs'ta İran'ı ikna ederek "uranyum takas anlaşması" imzalamıştı. Bütün bu gelişmeler bir kez daha şu soruyu gündeme getirdi; "Türkiye eksen mi değiştiriyor, yüzünü Doğu'ya mı dönüyor?" Tüm bu soruları, Türkiye'nın dış politikasını yakından izleyen SETA Vakfı'nın Genel Koordinatörü Taha Özhan'a sorduk. Özhan yaşananları, "Türkiye 'Ankara merkez'li politikanın meyvelerini topluyor" diye özetledi.

SETA PANEL Oturum Başkanı:     Hüseyin Yayman, Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Konuşmacılar:     Ahmet Özcan, Araştırmacı, Yazar     Murat Yılmaz, Siyaset Bilimci     Hatem Ete, SETA Siyaset Araştırmaları Koordinatörü     Tarih: 27 Mayıs 2010 Perşembe Saat: 16.30 – 18.30 Yer: SETA, Ankara

PKK, açılım sürecinin başlangıcından itibaren, devletin doğrudan topluma yönelerek barışma çabasından rahatsız olmuştur.

Ortaöğretim ve ortaöğretime geçiş ile ilgili kararların, eğitim sistemine muhtemel yansımaları neler olacaktır?

Terör ve şiddet ülkemizin geleceği ve kalkınması için harcanması gereken kaynakların bir kısmını tüketiyor, sosyal barışı tehdit ediyor ve ince gücüne zarar veriyor. Demokrasi, insan hakları, eşitlik, özgürlük ve adalet gibi değerlerin toplumsal barış, ulusal, bölgesel ve küresel ilişkiler açısından önem taşıdığının sık sık vurgulandığı günümüzde, bu değerlerle çelişen şiddet ve terör eylemlerinde göze çarpan bir artış var. Terörün ekonomik maliyetinin yüksekliğini biliyoruz. İstikrar ve barış ortamında bu zararlar zaman içinde telafi edilebilir. Ancak insani ve toplumsal maliyetinin telafi edilmesi mümkün olmayacaktır, terör ve şiddet sarmalı yeni hedef ve düşmanlar yaratmakta, bireysel ve toplumsal travmalara yol açmaktadır.

ABD seçim sistemi, Kongre’nin yapısı, bağış kampanyaları gibi prosedürel uygulamaları başarıyla kullanan İsrail lobisi, Demokratlar’ı ürküterek Obama’yı İsrail konusunda geri adım atmaya zorlamıştır. Türk-Amerikan ilişkilerinin görünmeyen üçüncü ortağı hep İsrail’di. İkinci Dünya Savaşı’nın sonundan beri stratejik bir çerçeveye oturan bu ilişki, İsrail’i de zaman zaman seviyesi değişmekle birlikte hep yanında tutmuştur. Nasıl ki Türkiye-ABD ilişkilerinde zaman zaman krizler yaşanmışsa, Türk-İsrail ilişkilerinde de krizler yaşanmış, ancak Türk-Amerikan ilişkilerinde olduğu gibi burada da ilişkilerin şimdiki gibi sona erme noktasına varması daha önce görülmemiştir. Yeni olan Türk-İsrail ilişkilerinin sona ermeye doğru yol alması, bu gidişatın ise Türkiye-ABD ilişkilerini nasıl etkileyeceğinin henüz kestirilemiyor olmasıdır. Üç ülke de gidişatın ne sonuç doğuracağını bilemiyor, sonucu kontrol etmeye çalışıyor. Bu üçlü ilişkinin asıl kahramanı olan Washington’daki İsrail Lobisi, olanları büyük heyecanla izlerken, Türkiye ile İsrail arasında yaşanan gerginliği, Türk-Amerikan ilişkilerini gererek kontrol altına almaya çalışıyor, İsrail’le gerilen ilişkiler konusunda adeta Türkiye’yi tehdit eder bir politika izlemekte beis görmüyor.

Ortaöğretime geçiş için sınavın sadece son sınıfta uygulanacak olması ve sadece son sınıf müfredatının sorulacak olması, daha erken yaşlarda okul dışı kaynaklara yönelmeyi doğal olarak azaltacaktır. Bu yönüyle karar, hedefine ulaşabilir. Çocuklar da en azından altıncı ve yedinci sınıflarda kendilerine daha fazla zaman ayırma fırsatı bulabilirler. Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu 28 Haziran Pazartesi günü, ortaöğretime geçiş sistemiyle ilgili bir açıklama yaptı. Açıklamada, altıncı, yedinci ve sekizinci sınıflarda uygulanan Seviye Belirleme Sınavlarının kademeli olarak kaldıracağı ve bundan sonra sadece sekizinci sınıf sonunda bir tane Seviye Belirleme Sınavı (SBS) uygulanacağı belirtildi. Yeni uygulanacak sistemde, SBS’nin ortaöğretime yerleştirmede yüzde 70 oranında, altıncı, yedinci ve sekizinci sınıf not ortalamalarının ise yüzde 30 oranında etkili olması kararlaştırılmıştır.

Politik yer tutuşların dış politikayı anlama biçimini şekillendirdiği bir ortamda nasıl sağlıklı bir Türk dış politikası okuması yapılabilir? Bu sorunun uzantılarını ‘eksen kayması’ tartışmasından Türkiye-İran ilişkileri ve İsrail’in Gazze filosuna yaptığı saldırı sonrasındaki tartışmalara kadar birçok temel dış politika meselesinde görmek mümkündür.Türkiye’de her zaman iç (politik) gündem dış gündemin önünde gelmektedir ve bu manzarayı yazılı ve görsel basında da görmek mümkündür. Türkiye’nin de içinde olduğu ve tüm dünyanın gözünü diktiği çok önemli konular dahi bir iç gündem maddesi öne çıktığında birkaç günde unutulabilmektedir. Bu bakımdan, Türkiye’nin giderek küresel ölçekte önemli roller oynadığı bir süreçte Türk basınındaki dış haberciliğin ne durumda olduğu derinlemesine incelenmesi gereken bir konudur.