Bugün, kurumlar arası çatışma, askeri vesayet, juristokrasi, sivil dikta, vb. kavramları yardıma çağırarak tartıştığımız meselelerin tamamı, siyasi iktidarı kimin ne ölçüde kullanacağıyla ilgili bir mücadelenin ürünü. 1960’dan beri, atanmış bürokratik iktidarla seçilmiş siyasi iktidarlar arasında cereyan eden bu mücadele, geçen hafta yargı ve yürütmenin en yetkili ağızlarından açık bir şekilde kamuoyuna da ilan edildi. Yargıtay başkanının “yürütmenin yargıyı kuşatma altına almak istediğine” dair sözleri, başbakan tarafından “yasama ve yürütmenin zaten yargı kuşatması altında olduğu” sözleriyle karşılandı.Bu durum, 1990’lardan beri çıkmaza giren 27 Mayıs siyasal sisteminin bu haliyle sürdürülemediğinin ve bir an önce mevcut toplumsal ve siyasal dinamikleri hesaba katan yeni bir siyasal denklem kurmanın kaçınılmaz olduğunun en açık göstergesi olarak okunabilir.
Devamı
2000’li yılların başından itibaren TSK’nin siyasal rolü ve sistem içindeki ayrıcalıklı konumu eski yıllara oranla daha fazla sorgulanmaya başlandı.
Devamı
Ülkemizde gündemi iç politik çekişmelerin belirlediği bir dönemden geçiyoruz. Yoğun olarak yaşanan Anayasa Mahkemesi kararları, asker-sivil ilişkileri ve darbe girişimi tartışmaları nerdeyse siyasetin tüm alanını işgal etmiş durumda. Siyasi tarihimizde benzer tartışmaların bu yoğunlukta yaşandığı yıllar sorunlu dönemler olarak iz bıraktı. Bu sorunlu dönemlerin ortak özelliği siyasetin alanının daralması ve siyasetin üzerine bürokratik vesayet gölgesinin çökmesi. Aynı dönemlerde dış politika, iç politikanın etkisinde kaldı ve dış politikada ülkenin ufku daraldı.
Türkiye’nin tampon devlet kimliğinden hızlı bir biçimde proaktif ve çok boyutlu diplomatik aktivizme geçişi, son dönem Türk dış politikasının amaç, niyet ve realizmi hakkında bazı soru işaretlerine neden olmuştur. Belli alanlarda ve belli durumlardaki bu soru işaretleri, Türkiye’nin yönelimleri hakkında artan bir şüpheciliğe dönüşmüştür. Bu makale, üç tür şüpheci yaklaşım olduğu, bunlardan ikisinin Türk dış politikasının yeni dinamiklerini anlamaktan uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun yerine bu çalışma, yeni proaktivizmin yaşama imkanı ve potansiyel yönelimlerini mütalaa etmek için üç objektif kriter sunmaktadır, yani ortam, kapasite ve strateji. Bunun da ötesinde bu çalışma, çok boyutlu ve yapıcı dış politika aktivizminin sürdürülebilirliği için Türkiye’nin, Avrupa Birliği çıpasını kendi dış politikası ve sağlam demokrasisinin ana ekseni olarak görmesi gerektiğini ifade etmektedir.
SETA PANEL Oturum Başkanı: Taha Özhan SETA Konuşmacılar: Baskın Oran Uluslararası İlişkiler Profesörü ve Agos ve Radikal İki Yazarı Fahrettin Altun İstanbul Şehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Koordinatörü ve Anlayış Dergisi Yayın Yönetmeni Yasin Aktay Selçuk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi Tarih: 12 Mart 2009 Perşembe Saat: 16.00 – 18.00 Yer: SETA, Ankara
SETA PANEL Oturum Başkanı: Talip Küçükcan SETA Konuşmacılar: Tanju Tosun Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Tarhan Erdem KONDA Yönetim Kurulu Başkanı ve Radikal Gazetesi Yazarı Nur Betül Çelik Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Tarih: 25 Aralık 2008 Perşembe Saat: 16.00 – 18.00 Yer: SETA, Ankara
DÜNYA yeni bir düzenin kurulma sancılarını çekiyor. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından tasfiye edilen klasik imparatorlukların yol açtığı iktidar boşluğu kendini İkinci Dünya Savaşı’nda gösterdi. Bu savaşın ardından ortaya çıkan güç boşlukları ise Soğuk Savaş şeklinde tarif edilen nispi denge ile dolduruldu.
Devamı
AK PARTİ’YE kapatma davası açılmasının üzerinden tam bir buçuk ay geçti. Başbakan’ın bazı çıkışlarını saymazsak, parti için elle tutulur bir yol haritası hâlâ ufukta görünmüyor.
Devamı
SETA PANEL Oturum Başkanı: Taha Özhan SETA Konuşmacılar: Levent Korkut Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi ve Uluslararası Af Örgütü Uluslararası Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Baskın Oran Uluslararası İlişkiler Profesörü ve Agos ve Radikal İki Gazeteleri Yazarı Prof. Dr. Zühtü Arslan Anayasa Profesörü Tarih: 29 Nisan 2008 Salı Saat: 17.30 Yer: SETA, Ankara
SETA PANEL Oturum Başkanı: İbrahim Kalın SETA Konuşmacılar: Levent Köker Gazi Üniversitesi Uluslararası İlşkiler Bölümü Murat Yetkin Radikal Gazetesi İhsan Dağı ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Tarih: 9 Nisan 2008 Çarşamba Saat: 17.00 Yer: SETA, Ankara
Başörtüsü etrafında yapılan tartışma, Türkiye’deki özgürlük sorununun boyutlarını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Taraflar arasındaki keskin görüş ayrılığı, elitler arasındaki uzlaşma kültürünün bazen imkánsız derecesinde zor olduğunu gösteriyor.
Finansal sistemde yaşanan sıkıntıların eş zamanlı bir şekilde dünya genelinde hissedilmesi artık alışmamız gereken bir olgu haline geldi. Sisteme müdahil olanların, nimetlerinden nasiplenmesi kadar “yaratıcı tahripkarlıktan” paylarına düşenleri de almaları gerekiyor. Beklenti-finans teknikleri-balon kıskacında ortaya çıkan krizler arızi değil yapısal marazların ürünü. Geçen ay boyunca yaşanan Amerikan ipotekli ev kredileri kaynaklı kriz finans kapitalizminin doğal sonuçlarından bir tanesiydi.
İngiltere'de on yıllık başbakanlık görevini bırakan Tony Blair'in öncülüğünü yaptığı "Üçüncü Yol" hareketi, geleneksel sağ-sol ayrımlarını aşmayı hedefliyordu. Avrupa sağının muhafazakâr ve geleneksel değerleri benimseyen; fakat ekonomik alanda bireyci ve sermaye yanlısı tavrına karşı Avrupa solunun gelenek karşıtı; fakat sosyal adaletçi ve müdahaleci politikaları arasında sıkışıp kalan Avrupa siyasetini bu darboğazdan kurtaracak bir açılımdı Üçüncü Yol.
Bir ülkede demokrasinin kurumsallaşması, kök salması ve sağlıklı biçimde gelişmesi için gereken en önemli unsurlardan biri muhalefettir. Muhalefet, iktidarın icraatlarının sorgulanması, ülke sorunlarına sadece iktidarın tek başına yönlendirdiği süreçle değil, müzakere ile çözümünün sağlanması ve farklı görüşlerin mecliste temsil edilmesine yaptığı katkılarıyla demokratik yönetim ve toplum anlayışının temel unsurları arasında yer alır. Bir ülkede muhalefet ne kadar güçlü, tutarlı ve rasyonel ise iktidarın denetlenmesi, icraatlarının şeffaflık ve hesap verilebilirliğinin kitlelerce paylaşılması o kadar sağlıklı olur. Modern demokrasilerde muhalefetin temel fonksiyonu toplum adına iktidarı denetlemek, milletin çıkarlarını savunmak ve bir bütün olarak toplumun; ama aynı zamanda temsil ettiği tabanın hak ve çıkarlarını demokratik müzakereler aracılığıyla gündeme getirmek ve savunmaktır. Bu manada muhalefetin rolü demokrasiler açısından son derece önemli ve aynı zamanda yapıcıdır. Muhalefet demek iktidarın her yaptığına karşı çıkmak, yenilik ve reformlarını engellemek, ne pahasına olursa olsun iktidarı yıpratmaya yönelik söylemler geliştirmek değildir. Muhalefetin, toplumun ortak çıkarları söz konusu olduğunda, gerektiğinde iktidar ile rasyonel bir konsensüs oluşturmaya katkısı beklenir.
Amerika’nın dış politika yapım sürecine etkide bulunan önemli düşünce kuruluşlarından Council on Foreign Relations’ın başkanı Richard N Haas, Foreign Affairs Dergisi’nin Kasım/Aralık 2006 tarihli sayısında “The New Middle East1” (Yeni Ortadoğu) başlıklı bir makale yayımladı. Haas, makalesinde Ortadoğu’da Soğuk Savaş sonrası şekillenen Amerikan hegemonyasının sona erdiğini ve bölgede yeni bir döneme girildiğini vurgulamakta. Savaşın mimarlarından Savunma Bakanı Donald Rumsfeld ara seçim hezimetinin ardından istifa etmek zorunda kaldı. Richard Perle, Eliot Cohen ve Kenneth Adelman gibi neo-conların önde gelen isimleri Irak konusunda mevcut politikanın bazı noktalarının yeniden gözden geçirilmesinin gerekebileceğini dile getirdiler2.
Mustafa Özel, 1993'te yayınladığı kitabına Amerikan Yüzyılının Sonu adını vermiş ve eklemişti: "Amerika'nın değil, Amerikan yüzyılının sonu". Soğuk Savaş sonrası dönemin doğum sancılarını tasvir eden bu ifade, geçerliliğini hâlâ koruyor. Birinci Körfez Savaşı, ayakta kalan tek süper güç Amerika'nın tek kutuplu dünyada verdiği ilk büyük imtihandı. Bu savaştan yara almadan çıkan Amerikan siyasi gücü, iki binli yılların başlarından itibaren inişe geçti. Irak Çalışma Grubu'nun yayınladığı Baker-Hamilton Raporu, bu inişin Ortadoğu'daki yansımalarını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.
Geçtiğimiz Temmuz ayında Washington’da yapılan bir toplantıda ABD’nin eski Türkiye büyük elçilerinden biri AKP hükümetinin önünde duran büyük sorunları değerlendirirken, en büyük meydan okumanın AB üyeliği, ekonomik başarı yahut PKK meselesi değil, Türkiye’deki kültür savaşını kazanıp kazanmayacakları olduğunu söylüyor. Büyük elçiye göre AKP’nin meşruiyet savaşı, hükümet etme performansı değil, kültür savaşında izleyeceği politikalar tarafından belirlenecek.Büyük elçinin ifadesiyle bu ‘50 yıllık kültür savaşı’, AKP’nin ne kadar gündeminde bilemiyoruz. Fakat şu kadarı açık: Amerikalılar Türkiye’de yükselişe geçen Amerikan karşıtlığını büyük bir kültür savaşının parçası olarak görüyor
Amerika Başkanı Nixon’ın ünlü Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Çin’e yaptıkları bir ziyaret sırasında Çin devlet başkanına Fransız devrimi hakkındaki düşüncelerini sorar.Kissinger, Avrupa ve dünya tarihinin seyrini değiştiren bu büyük olayı Çin başkanının nasıl değerlendirdiğini merak etmekte ve üstü kapalı olarak Çin’in Batı’nın siyasi ideallerini ne zaman benimseyeceğini sormaktadır
SETA PANEL Oturum Başkanı: Dr. İbrahim Kalın SETA Konuşmacılar: Prof. Dr. Mümtaz'er Türköne Gazi Üniversitesi; Başlık: "Türkiye'de Üç Milliyetçilik: Ankara, Diyarbakır ve İstanbul" Doç. Dr. Mesut Yeğen ODTÜ, Başlık: “Türk Milliyetçiliğinin Kürt Meselesini Algılama Biçimleri” Dr. Abdülhamit Kırmızı SETA, Başlık: “Türkiye’de Milliyetçiliğin Yeni Halleri” Tarih: 19 Nisan 2006 Çarşamba Saat: 18.00 - 20.00 Yer: SETA, Ankara
Kürt sorununun -özellikle demokratikleşme, terör ve bölgesel kalkınma bağlamlarıyla- Türkiye’nin 2006 yılında başını ağrıtacak ve yüzleşmek zorunda kalacağı başlıca konulardan biri olduğu çokça dile getirildi. Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar krizlerden kaçınma arzusuyla halı altına süpürülen ve bir şiddet olayı yaşanıncaya kadar da bahsi açılmayan Kürt sorunu, ülkenin derin gündemi olarak neşter atılmadığı için ur gibi büyümeye devam ediyor. Kürt sorunu hakkında bu dönemde adamakıllı düşünmekten ve konuşmaktan sakınmanın vebali büyük olacaktır. Toplumsal barışı sürdürmeye ve tarafların tansiyonlarını düşürmeye yönelik somut faaliyetler gözle görülür hale getirilmezse, 2007 seçimleri Güneydoğu’da Kürtçü, kalan yurtta Türkçü partilerin oylarını arttıracağı muhakkaktır. Mart ayı sonlarında, özellikle Nevruz ile birlikte Türk ve Kürt ulusalcılıklarının kapışma noktasına geleceğine dair senaryo iddialarında bulunmuş olmaları dikkate alınacak olursa,1 medya camiasının çözüme katkı sağlayacak bir dil geliştirmek yerine, yangını seyretmeyi tercih ettiğini söylemek abartı olmayacaktır. Hatta, beklenen şiddet olaylarının çıkmamış olmasından duyulan gizli bir üzüntüyü Nevruz günlerinde çıkan gazete başlıklarından sezinlemek de mümkündür.