Gezi Parkı Muhasebesi

Türkiye'de Gezi Parkı'yla başlayan protestolar temelinde farklı perspektiflerin Türkiye'yi tanımlama mücadelelerinin farklı bir alanda devam etmeleriyle alakalıdır.

Devamı
Gezi Parkı Muhasebesi
Bir Eylemin Anatomisi

Bir Eylemin Anatomisi

Gezi Parkı eylemleri devam ettiği ölçüde, hem ilk günkü kurucu etkilerini yitirecek hem de başlangıçta ve bitirilmesi durumunda bugün de, demokrasiyi güçlendirme potansiyeli yüksek olan bir gelişme, siyasal gerilimi keskinleştirerek demokrasiyi daraltan bir iklimin doğmasına yol açacaktır.

Devamı

27 Mayıs'ta başlayan Gezi Parkı protestoları, polisin göstericilere yönelik orantısız güç kullanımının da etkisiyle Kemalistlerden liberallere geniş bir yelpazeden farklı talepleri olan, amorf bir kitle oluşturdu. Bu süreçte kamuoyunu en çok meşgul eden husus, Başbakan Erdoğan başta olmak üzere iktidar partisinin gösteriler karşısında aldıkları pozisyon ve Gezi Parkı'nın Türkiye siyaseti üzerinde yapacağı makro etkiler üzerinde yoğunlaştı. Öte yandan gösteriler, ülkede parlamenter Sol'un yeni talepleri doğru yorumlayamadığını ortaya koymakla birlikte kökeni 1950'li yıllara dayanan devlet odaklı sol siyasetin artık rafa kaldırılması için bir irade beyanı olarak ortaya çıkıyor.

Eşkinat: CHP, PKK'nın silahsızlandırılmasına yönelik görüşmelerden farklı olan genel demokratikleşme adımlarını ortaya koyarak seçmeni etkilemeye çabalıyor.

Pakistan'ın Türkiye Büyükelçisi Muhammed Harun Şevket'in de katıldığı “Seçim Sonrası Pakistan” başlıklı etkinlikte, Pakistan seçimleri ele alındı ve SETA tarafından hazırlanan Pakistan Siyasetini Anlama Kılavuzu adlı rapor tanıtıldı.

PKK'nın Türkiye'den fiili olarak çekilme süreci, Murat Karayılan tarafından da ilan edilerek sürecin ismi konulmuş oldu. Karayılan'ın çekilme kararını açıkladığı mesajı dikkatle incelenirse, çözüm sürecin selameti adına ilk aşamaya dair ön hazırlığın muhkem olduğu hissedilmektedir. PKK'nın çözüm sürecinin ilk aşaması olarak kabul edilen çekilmeyi hayata geçiriyor olması çok büyük bir adım. Daha düne kadar elini tetikten çek(e)meyen bir örgüt son aşamasında silahsızlanma olan bir süreç için ülkeyi terk ediyor. Bu ilk kez yaşanan bir olgu. İlk kez PKK, belli bir mutabakat çerçevesinde, geleceği olan bir süreçte aktör olma potansiyeli yakaladı.

Çözüm Sürecinin Uluslararası Boyutu

Kürt sorunu Türkiye'yi sadece bir iç sorun olarak meşgul etmemiş, yaratmış olduğu görece istikrarsızlaştırıcı etkisiyle küresel ve bölgesel ölçekte bir önem de kazanmıştır. Bugün içinde olduğumuz geçiş sürecinin en önemli nedenleri iç dinamiklerle ilgili olmakla birlikte, bütün resmi görebilmek için bu gelişmenin küresel ve bölgesel dinamiklerine de bakmak gerekmektedir. Suriye'deki durumun bölge ülkeleri arasındaki gerilim hatlarını ısındırdığı ve küresel bir bilek güreşine dönüştüğü bir dönemde, gerilim unsurlarından birinin soğutularak başka gerilim unsurları üzerinde olası bir olumlu etkinin yaratılması gerekmiştir. Bu nedenle de uluslararası arenada etkisi olacak şekilde güvenlik ve istikrar ortamını artırıcı şekilde bir adımın atılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bu açıdan bakılınca Türkiye'de iç barışı artıracak şekilde atılan bu adımın dış boyutlarını incelemek gerekmektedir.

Devamı
Çözüm Sürecinin Uluslararası Boyutu
Geleceği İnşa Eden 'Tehditler'

Geleceği İnşa Eden 'Tehditler'

Vesayet sistemi yıllarca kendi icat ettiği iki iç tehditle hem kavga etti hem de varlığını onlar üzerinden sürdürdü. Pejoratif isimleriyle 'irtica ve bölücülük', siyasal adlandırılmalarıyla 'İslam ve Kürt sorunu.' 1980 darbesiyle resmi ideolojiye mugayir her türlü siyasal alternatifin bastırıldığını düşünen müesses nizam, on yıl içerisinde cumhuriyet tarihin en güçlü iki akımının zuhur etmesine en ilkel yollarla müdahale etmekten geri durmadı. Her iki 'iç tehditle' özellikle 1990'larda amansız bir kavgaya giren vesayet rejimi, işi 28 Şubat'ta 'irtica tehdidini' bertaraf etmek üzere darbe yapmaya kadar götürdü. 'Bölücülük tehdidiyle' mücadelesinin bedeli ise PKK terörü ve büyük bir yıkımın ortaya çıkması oldu. Son tahlilde, bugün devam etmekte olan demokratikleşme sürecinin 20-25 yıl önce niye başlamadığının izaha ihtiyacı bulunmaktadır. Zamanın ruhu elbette önemli bir belirleyici olmakla beraber, sorumuzun cevabı, büyük ölçüde merkez sağ veya sol partilerin niçin vesayet rejiminin 'iç tehdit' mühendislikleriyle mücadele edemediklerinde gizlidir.

Devamı

Kılıçdaroğlu-Swoboda gerginliğine değinmeden önce CHP'nin uluslararası örgütsel ittifaklara yaklaşımını kısaca hatırlamakta fayda var. 12 Eylül sonrası CHP geleneğini temsil eden partilerden SHP, 1989 yılında Sosyalist Enternasyonal'e tam üye olmuştu. Bu dönemde özellikle Kürt meselesine evrensel bir pencereden bakabilen hareket -ki bugün dahi 15 Mayıs 1990'da kabul edilen bu rapora sıklıkla atıfta bulunulmaktadır- Türkiye solu ile uluslararası trendler arasındaki geleneksel ayrılıkları gidermeyi başarmıştı. CHP ile Sosyalist Enternasyonal arasında ilişkilerin en kötü noktaya gelmesi ise 2007-2008 döneminde ana muhalefetin 27 Nisan sürecine verdiği destekle ortaya çıktı. Bu dönemde partinin Sosyalist Enternasyonal üyeliğinin askıya alınacağına dair haberler kamuoyunda yer buldu ve CHP, Sosyalist Enternasyonal yönetiminde yer almayacağını duyurdu.

SETA'nın faaliyetlerinin tamamının birarada toplandığı SETA yıllığı, toplumun her kesiminin ilgilisine ufuk açıcı bir kaynak olmaya ve 2012 yılını kuşbakışı değerlendirmeye imkan veriyor.

Demokratikleşme süreci çerçevesinde toplumsal mutabakata doğru temkinli adımlarla ilerlediğimiz bugünlerde üniversitelerde, yaşanan ılımlı sürecin aksine, birtakım olumsuz gelişmeler meydana geliyor. Dicle Üniversitesi İlahiyat ve Eğitim Fakülteleri'nde başlayan çatışmaların hızlı bir şekilde kampüse yayılması, polisin müdahale ettiği olaylarda bazı göstericiler ve polislerin yaralanması bunun bir örneğiydi. Dicle Üniversitesi'nde başlayan olayların benzeri birkaç gün sonra İstanbul Üniversitesi, ODTÜ ve Samsun 19 Mayıs Üniversitesi'ne de sıçradı. Üniversitelerde bu ve benzeri olayların yaşanması elbette şaşırtıcı değil. Üniversite eğitimi almakta olan öğrencilerin zinde beyinlerinin hızlı refleksler geliştirmesi olağan. Bu reflekslere karşı tepki geliştirip, gençlerin sesini kesmeye çalışmak akil bir tavır olmayacaktır. Ancak adeta bir düğmeye basılmışçasına çatışmaların tam da çözüm sürecine denk gelmesi tesadüfün ötesinde bir kurgu olarak değerlendirilebilir. Ayrıca bu reflekslerin manipülasyona bu denli açık olması ve Türkiye'de üniversitelerin ve üniversitelilerin bilimsel faaliyetlerinden ziyade daha çok siyasi çatışmalarla gündeme gelmesi üniversitelerin misyonunu yeniden gözden geçirmeyi gerektiriyor.

Bir bakıma tarihin akışına yetişememe gibi bir problemle karşı karşıya kalan Türkiye toplumu, görece durgun geçen zaman dilimlerinde yaşanan gelişmelerin sağlamasını ve değerlendirmesini şimdilerde yapıyor.

Libya'nın başkenti Trablus'ta SETA tarafından düzenlenen panelde, Türkiye ve Libya'da “siyasal ve toplumsal dönüşüm” ile “dış politika ve anayasa yapımı” konuları iki ayrı oturumda masaya yatırıldı.

Sürecin ilerlemesiyle beraber sürece karşı geliş(tiril)mesi muhtemel dezenformasyon kampanyaları ve toplumun hassasiyetlerini okşama girişimlerine karşı bu parti teşkilâtlarının toplumu sürecin mahiyetiyle alakalı doğru bilgilendirmeleri, toplumun sürece yaklaşımını ciddi bir şekilde etkileyecektir. Bu bağlamda, sürecin niteliğiyle alakalı ilk ifade edilmesi gereken husus, Kürt meselesinin barışçıl çözümü için atılan adımlar ne bir taviz ne de bir ihsandır. Bundan ziyade, yapılanlar, otoriter Kemalist ulusçuluğun toplumun tarih ve sosyolojisine aykırı olarak topluma dayattığı tek tipleştirmeci politikalardan dolayı yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi, gasp edilen hakların iadesinden ibarettir.

Bugün çözüm süreciyle beraber "Kürtler ne alacak?" sualini iyi niyetli veya kötü niyetli soranların anlaması gereken şey ilk kez Kürtler açısından da benzer bir zeminin oluşma ihtimalidir. Dolayısıyla yukarıdaki sorunun cevabında "Kürt arayanlar" hayal kırıklığına uğrayacaklar. Zaten on yıllarca mezkûr sorunun devam etmesi, bir yönüyle de büyük ölçüde Kürtlere özgü demokratikleşme girişimlerinden kaynaklandı. Müesses nizam da benzer şekilde tam da bu cevabı arayanlar üzerinden kendisini sürekli klonlayarak varlığını koruya geldi. Geç kalmış Kürt milliyetçiliği belki Kürtlere bir şey veremedi ama vesayet rejimine en az yirmi yıl hediye etti.

Öcalan'ın "Ben, bu çağrıma kulak veren milyonların şahitliğinde diyorum ki; artık yeni bir dönem başlıyor, silah değil, siyaset öne çıkıyor. Artık silahlı unsurlarımızın sınır ötesine çekilmesi aşamasına gelinmiştir. Yüreğini bana açan, bu davaya inanan herkesin sürecin hassasiyetlerini sonuna kadar gözeteceğine inanıyorum" sözleri, hiç kuşkusuz yeni bir dönemin başladığını ifade ediyor. Öcalan'ın bu mesajı, Kürt hareketinin ana aktörleriyle (Kandil, Avrupa ve BDP) yaptığı görüş alışverişinin ertesinde, üstelik toplumu da şahit kılarak vermesi, mesajın etkisini ve sürece güveni arttıran bir işlev görecektir.

Insight Turkey dergisinin yıllık konferanslarının üçüncüsü, “Türkiye ve AB: Kopuş mu?” başlığıyla ve Adalet Bakanı Sadullah Ergin'in katılımıyla Brüksel'de gerçekleştirildi.

2013 başından itibaren ortaya çıkan diyalog ortamı, İmralı tutanaklarının sızdırılmasına yönelik tepkilerin ardından daha önce PKK tarafından kaçırılan sekiz kamu görevlisinin serbest bırakılmasıyla devam etti. Son gelişmeler, aslında ana muhalefet partisinin İmralı sürecine karşı açıkça tavır alarak ciddi bir zamanlama hatası yaptığını gözler önüne serdi.

Siyasetin tanımını kendi siyaset müdahalelerini bile müdahale olarak görmeyecek kadar geniş çizen, siyasete karışma eğilimli generallerin TSK'da edindikleri ‘askeri/teşkilat kültürü' emekli olduktan sonra da devam ediyor. ‘Sivilleşmeyi' reddeden emekli generallerin bile önemli bir aktör olabilmesi Türk sivil-asker ilişkilerinin kendine has yapısından ve tarihinden kaynaklanmaktadır. Kısacası Türkiye'de sivil-asker ilişkilerinin demokratikleşmesi sürecinde eski pratiklerin geride bırakılması gerekecek ama sıkça unutulan bir aktör daha var: Orduevi baskısının aktörleri olan emekli generaller.

Chavez birçoklarının öne sürdüğü gibi 21. yüzyıl solunun lideri miydi, yoksa bazılarının iddia ettiği gibi, popülist, şovenist bir lider miydi?