Rusya Terör Saldırısına Nasıl Tepki Verecek?

SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü Nebi Miş, TRT 1 ekranlarında yayınlanan Enine Boyuna programında, Rusya’da gerçekleştirilen terör saldırısı ve bu saldırının yansımaları üzerine değerlendirmelerde bulundu.

Devamı
Rusya Terör Saldırısına Nasıl Tepki Verecek
DEAŞ Neden Rusya yı Hedef Aldı

DEAŞ Neden Rusya’yı Hedef Aldı?

Moskova, şehir merkezinin hemen dışındaki bir konser salonuna düzenlenen terör saldırısıyla yirmi yılı aşkın bir süredir en ölümcül ve sansasyonel terör saldırısına şahitlik etti. 139 kişinin hayatını kaybettiği saldırının failleri 48 saat içinde Rus güvenlik güçlerince yakalandı ve sorgulandı. Saldırıyı bizzat icra eden dört Tacik saldırgan sorguları sırasında saldırıyı para karşılığında yaptıklarını iddia ederken DEAŞ saldırıyı üstlendi. Resmî açıklamalar ile medya aracılığıyla paylaşılan bu ve benzeri bilgilere rağmen herkesin aklında saldırıya dair bunların ötesine geçen sorular bulunuyor. İcrasının başarılı olduğu anlaşılan, ciddi bir planlama ve hazırlık aşaması gerektiren böyle bir saldırının istihbaratı Rus güvenlik güçleri tarafından nasıl alınamadı? Veya Batılı çevreler ve mecralarda çokça iddia edildiği gibi Moskova saldırının istihbaratını aldı, ancak bir "yanıltma harekâtı" kapsamında saldırının gerçekleşmesine göz mü yumdu? Rus yetkililerin iddia ettiği üzere, saldırı Rusya'ya hasım aktörlerin -ABD, İngiltere ve Ukrayna- gizli servisleri tarafından planlanıp DEAŞ'a "taşere" mi edildi? Soruları çoğaltmak mümkün.

Devamı

Türkiye'nin gündemi Aralık ayından bu yana üç kulvarı takip etti: seçim, ekonomi ve terör. Seçim ve ekonomi vatandaşlar arasında farklı görüşlerin seslendirilmesini teşvik etmiş olsa da üzerinde uzlaşı olan konu terörün başının ezilmesi. Bu konuda vatanı ve devleti benliğinde hissedenler arasında bir tereddüt yok. Nitekim "güvenlikte maliyetin önemsiz olduğu" gerçeği dikkate alınırsa terör ve diğer güvenlik tehditlerinin ihmal edilmesi söz konusu olamaz.

28 Ocak’ta İstanbul Sarıyer’deki Santa Maria Kilisesi’ne gerçekleştirilen silahlı saldırıda bir kişi hayatını kaybetti. DEAŞ terör örgütü mensubu olduğu değerlendirilen iki yabancı uyruklu fail yakalandı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele ve İstihbarat Şubesi ekiplerinin yürüttüğü operasyonlarda gözaltına alınan 34 şüpheli ise tutuklanmaları talebiyle nöbetçi sulh ceza hakimliğine sevk edildi. İçişleri Bakanlığı DEAŞ’a yönelik 1 Haziran 2023’ten günümüze toplam 1.046 operasyon icra ettiklerini bildirdi. 2017’den itibaren sessizliğini koruyan DEAŞ neden yeniden Türkiye’yi hedef aldı? Santa Maria Kilisesi’ni hedef alan saldırı tekil bir eylem mi yoksa terör örgütünün daha geniş bölgesel planlarının bir tezahürü mü? Bu saldırı zamanlama, yöntem, hedef ve saldırgan profili bakımından nasıl deşifre edilebilir? DEAŞ’a yönelik yürütülen terörle mücadele operasyonlarında son durum nedir? Konunun uzmanları okuyucularımız için bu hususları değerlendirdi.

Türkiye-İran ilişkilerinde geleneksel rekabet ve iş birliği dengesinin belirleyiciliğini sürdürdüğü ancak bölgesel çatışma dinamiklerinin alevlendiği bir dönemde İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin yaklaşık bir yıldır defalarca ertelenen ziyareti nihayet 24 Ocak'ta gerçekleşti. Ziyarete son derece olumlu bir atmosfer damgasını vurdu. Tarafların karşılıklı açıklamaları, ekonomi başta olmak üzere muhtelif alanlarda ilişkileri ilerletmek istediklerini gösteriyor. İletişim, güvenlik, enerji, sanayi, ticaret, ulaştırma, kültür gibi alanlarda imzalanan 10 adet anlaşmayla iş birliğinin yol haritası çizildi. Ortadoğu'nun kadim devlet geleneğine sahip bu iki ülkesinin bölgede istikrar, güvenlik ve ekonomik refahı artırma doğrultusunda iş birliklerini geliştirme adımları atmaları, şüphesiz ki bölgeyi dışarıdan dizayn etmeye çalışan aktörlere verilen etkili bir cevaptır.

Reisi’nin ziyareti Türkiye-İran ilişkileri açısından nasıl bir siyasi bağlamda gerçekleşti? Ziyaret kapsamında hangi konular ele alındı? Bu ziyaretin taraflar açısından önemi nedir? Karşılıklı açıklamalar nasıl bir sonucu işaret ediyor? İki ülke ilişkileri önümüzdeki dönemde nasıl şekillenecektir?

5 Soru: İran’ın Erbil ve Pakistan Saldırılarının Sebepleri ve Sonuçları

İran neden Erbil’deki bazı hedeflere saldırı düzenledi ve saldırının etkisi ne oldu? İran’ın Erbil saldırısı ilgili aktörlerce nasıl karşılık buldu? İran neden Pakistan topraklarındaki bazı hedeflere yönelik saldırı düzenledi? İran’ın Pakistan saldırısı nasıl karşılık buldu? İran’ın saldırılarını geniş bir bölgesel siyasi çerçevede düşündüğümüzde nasıl anlamlandırabiliriz?

Devamı
5 Soru İran ın Erbil ve Pakistan Saldırılarının Sebepleri ve
2024 Afrika Jeopolitiğinde Kritik Bir Yıl Kızıldeniz'den Sahel'e Değişen Dinamikler

2024 Afrika Jeopolitiğinde Kritik Bir Yıl: Kızıldeniz'den Sahel'e Değişen Dinamikler

2024'ün henüz ilk haftasında Afrika'da yaşanan gelişmeler kıtanın bu yıl hareketli geçeceğinin sinyallerini veriyor. Kızıldeniz jeopolitiğinin 2024 yılında önem kazanması beklenmekte. Bu kapsamda Etiyopya ve Mısır'ın BRICS'e dahil olması Afrika'da Kızıldeniz ve Nil Havzasının adından sıkça söz ettirmesi muhtemel. Ancak 54 ülkenin yer aldığı Afrika'da tek önemli bölge buralar olmayacaktır.

Devamı

7 Ekim’deki Kassam Tugayları’nın gerçekleştirdiği Aksa Tufanı Operasyonu sonrasında bölgedeki tüm dengeler alt üst oldu. İsrail ile Arap normalleşmesi durduğu gibi Gazze eksenli olarak bölgesel çatışma riskleri de giderek arttı. İran’ın başta Hizbullah ve Husiler olmak üzere bölgedeki vekil unsurlarının, İsrail’in Gazze’ye yönelik işgal girişimine karşı eylemler içerisinde olması, İsrail’i de karşı adımlar atmaya sevk etti. Bu kapsamda Suriye ve Irak’ta hava saldırıları gerçekleştiren İsrail, son olarak Lübnan’da Hamas liderlerinden Salih Aruri’yi öldürdü. Bu suikast öncesinde de İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun Suriye’deki komutanlarından Razi Musevi, İsrail’in Şam yakınlarına düzenlediği saldırıda öldürülmüştü. 3 Ocak 2024’te ise Kasım Süleymani’nin mezarı yakınında iki ayrı bombalı saldırıda 103 kişinin hayatını kaybettiği, 146 kişinin de yaralandığı bir terör saldırısı gerçekleştirildi. Hayatını kaybedenlerin sayısının artması muhtemel bu terör saldırısının zamanlamasını ve bölgesel etkilerini uzmanlarına sorduk.

Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) tarafından Ankara'da "Türkiye- AB İlişkilerini Yeniden İşler Kılmak" başlıklı panel düzenlendi.

Türkiye’de gerçekleştirilen herhangi bir terör saldırısının faili, adı ne olursa olsun Irak veya Suriye’deki bölücü terör örgütü olduğu sürece ABD ve Avrupalı devletler de aynı oranda bu saldırının bir tarafıdır.

İsrail ordusu Gazze işgalini kademeli olarak yürütürken Başbakan Netanyahu, Filistinlilerin katliamını Tevrat'tan alıntılarla meşrulaştırmaya çalışıyor.

Dini inançların kimliğin değerli bir parçası olması sebebiyle kimi zaman devletlerin politikalarına etki etmesine tanıklık ediyoruz. Ancak yayılmacı, işgalci ve savaş odaklı söylemlerin ve ideolojilerin devletlerin temel belirleyici tercihi olması durumunda işte o tehlikeli teo-politik durumuna geliniyor. 7 Ekim Hamas saldırısını savunma hakkı diyerek destekleyen Batı ülkeleri bilerek ya da bilmeyerek Netanyahu hükümetinin "aşırı dinci, Siyonist ve kıyametçi" söylemini cesaretlendiriyor. "Ortak gücümüz ile haklılığımıza ve Yahudi halkının ebediliğine olan derin inancımızla Hamas'a karşı Yeşaya kehanetini göreceğiz" diyen Netanyahu, kendisini zaten Yahudi devleti olarak tanımlayan İsrail'i daha ileri bir yayılmacı ideolojik söyleme taşıyor. Gazze'yi imha politikasını Tevrat'taki "büyük İsrail devleti" ve "vaat edilmiş topraklar" teolojisi ile irtibatlandırıyor. Bush'un Irak işgalini "haçlı savaşı" olarak nitelediği, Trump'ın Evanjelik söylemlerde bulunduğu, Biden'ın "Siyonistim" dediği ve Blinken'ın "Yahudi olarak" İsrail'i desteklediğini söylediği bir arada düşünülürse bu teolojik radikal söylemlerin insalık için ne kadar tehlikeli bir zemin oluşturduğu daha iyi anlaşılır. İşte bu tehlikeyi gören Erdoğan, Papa Fransuva ile İsrail-Filistin çatışmasını durdurmak için görüşüyor ve Batı dünyasını hilal-haç (kavgası) anlayışını terk edin diyerek uyarıyor.

Türkiye’nin terörizmle mücadelesinin önümüzdeki dönemde alacağı hal, geçmişten alınan dersler bağlamında önemli. Türkiye için bir beka sorunu olan terörizme, Türkiye’nin, aynı “agresif-önleyici” yöntemle cevap vermesi gerekiyor. Pasif kalındığında palazlanan ve dış destek bulan terör örgütlerinin uzun vadeli bir “gerçek” olduğu malum. Bu gerçekle mücadele etmek ve terörü “marjinal” hale getirip “anlamsızlaştırmak”, önümüzdeki sürecin mecburiyeti.

Ortaya çıkan manzara İsrail'i yeni bir güvenlik doktrinine ve Filistin meselesinde geçmişe kıyasla daha radikal bir duruşa itecek gibi görünüyor. Kaçınılmaz olarak, Lübnan ve Suriye'deki Hizbullah'ın bu çatışmaya dahil olması yakın görünmekte ve ABD için endişe yaratmaktadır. ABD'nin İsrail'e verdiği sınırsız destek durumu daha da kötüleştirmekte ve süregelen bölgesel dinamiklerin yeniden değerlendirilmesini gerektirmektedir. Sonuç olarak, bölgesel normalleşme bağlamında çerçevesi çizilen "yeni Ortadoğu"nun şekillenmesi giderek zorlaşıyor.

İsrail, her ne kadar geleneksel tehditlerin güç ve kapasitesinin azaldığını düşünse de 7 Ekim’de Hamas’ın hava, deniz ve karadan profesyonelce hazırlanan saldırısıyla İsrail açısından bu tehditlerin geçerliliğini koruduğu ortaya çıkmıştır. Söz konusu tehdit unsurlarına bakıldığında yerel düzeyde Hamas’ın ve bölgesel düzeyde İran’ın İsrail için varoluşsal bir tehdit oluşturduğu görülmektedir. Bununla birlikte İsrail açısından terör tehditlerinin varlığı her zaman güvenlik riski oluştursa da Afrika’da son dönemde yaşanan darbe süreçlerinin istikrarsızlıklar oluşturması, El-Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütlerinin güçlenmesi ile fraksiyonlarının varlığı dolaylı olarak İsrail açısından yeni güvenlik tehditlerini ortaya çıkarmıştır. Bu bağlamda İsrail’in Afrika’daki güvenlik politikası özellikle terör tehditleri ve radikalleşmenin etkisini genişletmesine karşı etkili önlemler üzerine odaklanmaktadır.

Geçtiğimiz pazar günü Ankara'da İçişleri Bakanlığına yapılan PKK saldırısı üzerine bu hafta içinde Türkiye, Suriye ve Irak'ta hava operasyonları gerçekleştirdi. Bu süreçte bir açıklama ve bir fotoğraf karesi çok dikkat çekti.

AB başkentlerinde PKK'ya gösterilen tolerans ve ABD'nin DEAŞ ile mücadele adına YPG'ye verdikleri destek ne müttefiklik ne de terörle mücadele hukuku ile bağdaşıyor. Elbette devletlerin dünyası ideallerin değil realitenin dünyasıdır. Batılı müttefiklerinin Türkiye'nin çevresindeki bölgelerde artan etkisini kabullenmesi vakit alacak. Ancak kanaatimce gidişat buna "uyum" yönünde olacak.

Suriye ve Irak sahalarının eş zamanlı olarak hareketlendiğini görüyoruz. ABD’nin Irak’taki askeri mobilizasyonu ile birlikte Kerkük’te yaşanan etnik ve mezhebi gerginlikler dikkat çekici. Şii pozisyonlar ve Kürtler hem kendi aralarında hem de öteki olarak gördükleri unsurlarla bir güç mücadelesi içerisinde. Irak’ta bunlar yaşanırken Suriye’de ise rejim bölgelerinde gösteriler, İdlib’e yönelik artan saldırılar ve nihayetinde Deyrizor bölgesinde başlayan Arap isyanı görece sakinleşmiş olan ülkedeki sükuneti derinden sarstı.

Son günlerde Deyrizor’da yaşanan çatışmalar, ABD’nin Suriye politikasının işlemediğini tekrar gösterdi. Kapsamlı bir Suriye politikasından yoksun olan Washington, uzun süredir çabalarını Deaş’la mücadele ve insani yardım akışına indirgemiş durumda. Deaş’la mücadeleyi de Suriye’nin kuzey ve doğusunda YPG’nin belkemiğini oluşturduğu SDG’ye destek vererek devam ettirdiğini iddia etmeye devam eden Amerikan askeri yetkililerinin

Suriye'nin petrol bölgesi Deyrizor'da geçtiğimiz hafta içinde PKK/PYD/YPG'ye karşı Arap aşiretlerin uzunca bir süre var olan muhalefeti çatışmaya dönüştü. Terör örgütünün bölgeyi sahiplenmesi ve bölge insanını, geçmişte Esad ailesinin yaptığı gibi, hor görmesi sonrasında Suriyeliler örgüte 'yeter' ve söz silahlara verildi. Böylece Amerikalıların geçmişte Suriye Demokratik Güçleri (SDG) şimdi de Suriye Savunma Kuvvetleri adı altında pazarladığı yapı çökmeye başladı.