1990'ları Geri Çağırmak

KCK ve HDP'nin "Her yer Kobani" sloganıyla sokaklara çağırdığı "fırtına gençliğin" öfkesinin ve şiddetinin cesameti hepimize 1990'ları hatırlattı. Çözüm süreci ile "Türkiyelileştiği" düşünülen Kürt milliyetçiliğinin şiddet üzerinden siyasi alan kazanma isteğinin depreştiği tezi gündeme geldi. Yakın tarihimize baktığımızda Türkiye siyasetinin en karanlık onyılları olarak 1970'leri ve 1990'ları biliriz. İlkinde sol- sağ ayrışması etrafındaki ideolojik çatışma ikincisinde ise Türk- Kürt ayrışması etrafındaki etnik çatışma ülkemizde hem istikrar hem de güvenlik sorunu yaşatmıştı.

Devamı
1990'ları Geri Çağırmak
quot Yeni Türkiye quot İmkà nının Tehlikeleri

"Yeni Türkiye" İmkânının Tehlikeleri

AK Parti Türkiye'nin dönüşümünde muktedir olma konumuna geldiğinden itibaren sokakların ateşiyle imtihan edilir oldu. 2007 Cumhurbaşkanlığı krizi döneminde de meydanlar harekete geçirilmişti. Ancak o dönemde meydanların destekçisi olan Kemalist vesayet hâlâ güçlü bir direnç ortaya koyabiliyordu. Gezi olayları, AK Parti iktidarını seçim yoluyla ya da vesayetçi unsurların müdahalesiyle götüremeyeceğini anlayan çevrelerin öfkesini sokaklara taşımıştı. 17 Aralık denemesi ise devletin kritik kurumlarında odaklanan paralel yapının toplumsal bir sermayeyi AK Parti aleyhine çevirmesiydi. Kobani gösterilerinde ortaya çıkan şiddet ise yeni bir öfkenin tezahürü.

Devamı

Kobani'de bir süredir IŞİD ile Kürt grupları arasında yaşanan yoğun çatışma iki açıdan çok önemli hale gelmiş durumda. Birincisi, IŞİD'in giderek bölgesel ölçekte "jeopolitik bir realiteye" dönüşmüş olması, ikincisi ise, bütün heterojenliğine rağmen yeni bir "Kürt jeopolitik kuşağının" ve "tahayyülünün" ortaya çıkmış olması.

"6-7 Ekim Olayları" Kürt meselesini anlama biçimimizi gözden geçirmeyi gerekli kılıyor. Çünkü "6-7 Ekim Olayları" sonrasında, sadece devletin baskıcı politikalarını değiştirmesinin bölgeye özgür ve demokratik bir ortam oluşturmaya yetmediğini anladık. Devlet politikaları ile eşzamanlı olarak PKK- KCKHDP'nin de değişmesi gerekiyor. Bu ikili değişim eşzamanlı gerçekleşmediğinde oluşan şu: KCK'nın gündelik hayatı kontrol edip, alternatif devlet sistemi oluşturması. Üstelik "6-7 Ekim Olayları" doğru okunursa, KCK -PKK -HDP siyasal çizgisinin 1990'ların devletinden daha baskıcı ve şiddet içeren bir siyaset izleyebileceği sonucu çıkıyor. "Demokratik toplum", "çok kültürlülük" gibi kavramlar, hem siyasal hayatta hem de gündelik hayatta bireylerin ve grupların üzerine baskı ve zorlamanın olmamasını işaret eder. Beklenen şey, hem devletin hem de toplumsal gruplardan birinin diğerleri üzerine zorbalık yapmamasını temin etmek, bireylerin ve toplulukların özgür iradesiyle siyaset yapmasını, gündelik hayata katılmasını sağlamaktır.

Bugünlerde döne döne şu sorunun cevabını arıyoruz: Çözüm sürecinin neresindeyiz? Çözüm sürecini değerli yahut fonksiyonel gören bütün aktörler, sürecin akamete uğramaması için yoğun bir çaba halindeler. Zira hemen hepsi sürecin zarar gördüğü konusunda hemfikir. Gerek Kürt tarafı gerek hükümet 6-8 Ekim olaylarını ciddi bir kırılma olarak görüyor. Olayların biçimi ve içeriği, her iki taraf açısından da görmezden gelinebilir bir mahiyette değil. Tam da bu nedenle kimileri açısından bu olaylar, çözüm sürecinin sonuna gelindiğinin bir göstergesi.

Türkiye'nin siyasi geçmişinde istikrar ve huzurla gelen yükseliş dönemleri, ne yazık ki her daim kesintiye uğratılmaya çalışılmıştır. Ülke ne zaman pozitif bir ivme yakalayarak bölgesinde güçlü bir konuma gelse iç ve dış olaylarla bu süreç sabote edilmeye çalışılıyor. Bu yüzden, ülkede gerilim oluşturma adına uğraşanların neden bu zamanı seçtiklerinin cevabı da çok açıktır. Bu ülkede ne yazık ki gelişimi ve ilerlemeyi durdurmaya ayarlı bir zamanlama mekanizmasını yönetenler var. Tıpkı 1980'li yıllarda ülkede başlayan ekonomik değişimi engellemek isteyenlerin, bu ülkeye 1990'lı yılların karanlık zamanlarını yaşattığı gibi. Bu şekilde, siyasi ve sosyal çatışmalar kullanılarak, başta ekonomi olmak üzere ülkenin tüm alanlarında istikrarsızlığın ve kaosun gölgesini hâkim kılmışlardır. Öyle ki, 1990'lı yılları herkes karanlık ve kriz yılları olarak hatırlamaktadır.

PKK Çözüme Neden Eşlik Edemiyor?

Çözüm süreci bütün olumsuzluklara rağmen devam ediyor. Daha önce Türkiye dışına çıkmayı durduran PKK'nın bir kanadı şimdi de silahlı çatışmalara geri dönmekten bahsediyor. Devlet açısından çözüm sürecinin ana hedefi, silahların bırakılmasıydı. Siyasi alan açılarak, silahlı çatışma bitirilecekti. PKK'nın çözüm sürecine eşlik edememesinin birçok nedeni var. Bu nedenlerden birincisi, PKK'nın örgütsel yapısı. Geçtiğimiz 30 yılın sonucunda PKK savaşma alışkanlığına sahip. Silahlı çatışmalara ara verebilme yeteneği ve deneyimine sahip olmakla birlikte, silahlı çatışmayı sona erdirebilme yeteneğine sahip değil. Çünkü çözüm süreci başarıya ulaştığında, örgütteki pozisyonlar ve güç dengelerinin değişmesi gerekecek. Ateşkes döneminde pozisyon veya güç dengesi nadiren değişir. Ancak barış yapılırsa hem kurumsal yapı hem de kişilerin pozisyonu değişmek zorunda. PKK'nın özellikle dağ kadrosu bunu istemiyor. Dağdaki bir komutanın Kürt halkının hayrı için bile olsa, komutanlığı bırakmak işine gelmiyor.

Devamı
PKK Çözüme Neden Eşlik Edemiyor
Kürt Milliyetçi Söyleminin Savrulması

Kürt Milliyetçi Söyleminin Savrulması

Bir türlü taşların yerine oturmadığı Ortadoğu'da siyaset de söylemler de devinim halinde. Barış ve uzlaşma da şiddet ve çatışma da kendini meşrulaştıracak söylemle geliyor. Çözüm sürecinin neresinde olduğumuza dair muhasebemizi söylemlerin analizi üzerinden yapmakta fayda görüyorum. Artık herkesin malumu ki, ABD'nin IŞİD ile savaş stratejisinin getirdiği fırsatlardan istifade eden PKK, 2012'de Çözüm süreci başladığında bulunduğu yerde değil.

Devamı

Türkiye siyasi kültürü içinde otoriter modernleşme çizgisi, yıllar yılı CHP ve bürokratik oligarşi tarafından temsil edildi. Devlet merkezli, tepeden inmeci, halka rağmen yürütülen modernleşme programı laikçi, Türkçü ve Kemalist radikaller tarafından hayata geçirildi. Bu modernleşme programı, yürürlüğe sokulduğu ilk günlerden itibaren toplumsal alanda çeşitli meydan okumalarla karşı karşıya kaldı. Yeni devletin, yeni ve homojen bir ulus inşasına dayalı egemenlik siyaseti, yıllar yılı bu meydan okumalarla yüzleşti. Bu süreçte son derece sert yöntemler kullandı. Açık ve gizli şiddet kullanmaktan çekinmedi. Yeri geldiğinde şehir bombalayarak, yeri geldiğinde faili meçhul cinayetlere aracılık yaparak, yeri geldiğinde köy boşaltarak, yeri geldiğinde toplumun bir kesimini diğer bir kesimine karşı harekete geçirerek yaptı bunu.

Yenişafak'a konuşan SETA Ankara Hukuk ve İnsan Hakları Araştırmaları Direktörü Yılmaz Ensaroğlu, Çözüm Süreci'nde gelinen noktayı ve yaşanan hareketliliği değerlendirdi. Ensaroğlu, “Bütün yükü sadece hükümete veya HDP'ye yıkıp kenara çekilemeyiz. Herkese büyük görevler düşüyor.” dedi.

Çözüm Süreci'nin neden başladığı ile ilgili yapılan analizlerin birçoğu hâlâ geçerliliğini koruyor: Çatışmalı dönemin her iki taraf için de sürdürülemez oluşu, Irak ve Suriye özelinde Ortadoğu'nun müphem geleceği ve Türkiye'nin bölgesel ve küresel ölçekli bir aktör olma yolunda ilerlerken dış politikadan ekonomiye her alanda Kürt meselesinin çözümsüzlüğüne hapsolması süreci başlatan nesnel koşullar olarak yerinde duruyor. Sürecin politik ekonomisi olarak da okunabilecek bu hesapların her birisini sürecin neden devam etmesi gerektiğinin de altına rahatlıkla yazabiliriz.

6-8 Ekim olaylarının ardından çözüm süreciyle ilgili tüm taraflar hafıza tazeledi. Aktörler, fonksiyonel aktörler, söylemler, muhatap kitlelerin iknasındaki kriz alanları ve çözüm sürecinin hangi durumlarda başarıya ulaşabileceği yeniden gözden geçirildi. Bu anlamda taraflarda, krizin çok büyük maliyeti de göz önüne alındığında, bundan sonraki süreç için tekrar benzerlerinin yaşanmaması için daha dikkatli olunması gerektiği yönünde en azından bir ihtiyat hali oluştu. Bu anlamda, bu yazı yazıldığı sırada Diyarbakır merkezli sivil toplum kuruluşları ile yapılan görüşmelerde de öncelikle vurgulanan hususlar bu minval üzerineydi. Ancak çözüm sürecinin bundan sonra büyük krizler ve meydan okumalarla karşılaşmadan ilerleyebilmesi için aktörlerin ve fonksiyonel aktörlerin yeniden çözüm sürecinin başladığı ilk dönemdeki tartışmaları tekrar hatırlamaları ve gelinen süreçte her iki taraf için kazanımların ne olduğunun daha çok dile getirilmesi hayati derecede önemlidir. Böyle bir muhasebe yapıldığında tarafların çözüm sürecinin başarısı için ortaya koydukları çaba daha net ortaya çıkmış olur. Çünkü sorunun karmaşıklığının, tartışmalı yönünün ve bölgeselliğinin yanında uluslararası boyutunun da bu dönemde gittikçe artması, krizi derinleştiren ve tarafların hareket kabiliyetlerini kısıtlayan bir potansiyel üretebilmektedir.

PKK (Partiya Karkerên Kurdistan – Kürdistan İşçi Partisi) bir “terör örgütü” mü? Türkiye kamuoyunun çok büyük bir bölümü PKK'nın bir “terör örgütü” olduğu konusunda hiçbir şüphe taşımıyor. Nihayetinde yasadışı, silahlı bir örgütten bahsediyoruz. Türkiye Cumhuriyeti devletiyle yıllar yılı savaş yürütmüş bir yapı var karşımızda. Fakat kamuoyunun PKK'yı bir terör örgütü olarak tanımlamasının temelinde onun “yasa dışılığı” yahut “devlete savaş açması” yatmıyor. Bugün Türkiye kamuoyunun PKK'yı bir “terör örgütü” olarak görmesine neden olan iki husus var.

SETA Hukuk ve İnsan Hakları Araştırmaları Direktörü Yılmaz Ensaroğlu, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay başkanlığında Diyarbakır'da gerçekleşen Çözüm Süreci Çalıştayı'nı, Çözüm Süreci'nde güven bir artırıcı bir adım olarak yorumladı.

SETA İstanbul Toplum ve Kültür Araştırmaları Direktörü Medaim Yanık, Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay başkanlığında Diyarbakır'da yapılan “Çözüm Süreci Çalıştayı”nın, sürecin üçüncü aşamasına geçildiğinin bir göstergesi olduğunu belirtti.

SETA İnsan Hakları Araştırmaları Direktörü Yılmaz Ensaroğlu, Diyarbakır'da gerçekleştirilen “Yeni Türkiye'nin Açılan Kilidi: Çözüm Süreci Çalıştayı”na ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Çözüm sürecinin son derece sembolik bir mesele olduğunu ifade eden SETA Medya ve İletişim Direktörü Fahrettin Altun, çözüm sürecinin, Yeni Türkiye'nin toplumsal sözleşmesinin bir başka boyutu olduğu değerlendirmesinde bulundu.

Burhanettin Duran, Türkiye'nin Çözüm Süreci'ni kendi milli süreci olarak yürütmek istediğinin altını çizdi.

SETA İstanbul Genel Koordinatörü Burhanettin Duran, ‘yeni çözüm paketi'nin hükûmetin çözüm noktasında kararlılığını gösteren bir tasarı olduğunu belirtti.

SETA Hukuk ve İnsan Hakları Araştırmaları Direktörü Yılmaz Ensaroğlu, toplumu birbirine bağlayan değerler ne kadar ortaklaştırılabilirse, Türkiye'de toplumsal barışın o denli sağlanacağına dikkat çekti.