Çözüm Sürecinin Geleceği

Çözüm süreci, kendisini taşımayı tercih edecek bütün aktörlere sahici bir siyasi gelecek vaat ettiği gibi, yeni Türkiye'de aktör olma imkânı da tanıyor.

Devamı
Çözüm Sürecinin Geleceği
62 Hükümet Programı ile 2023'e Yürümek

62. Hükümet Programı ile 2023'e Yürümek

2023 vizyonunu hayata geçirme yolunda başlatılan dev projeler için 'Dev projeler AK Parti'nin alamet-i farikasıdır' denilerek ulaşımdan eğitime, sağlıktan enerjiye, tarımdan savunma sanayiine kadar başlatılan büyük projeler Güçlü Türkiye için umut vericidir.

Devamı

Kürt meselesi için başlatılan Çözüm Süreci'nin de desteğiyle Türkiye, 2023 ekonomik hedeflerine ilerleyen, yapısal sorunlarını çözmek için çabalayan, küresel enerji merkezi haline gelmeye çalışan bir ülke olma yolunda hızla ilerliyor.

Her alanda hem devletin düzenleyici ve denetleyici rolünde nitelik artışı, hem de toplumun mantalitesinde değişime ihtiyaç var.

Bu hafta açıklanan önemli verilerden olan işsizlik oranı, akıllarda yine iz bıraktı. Nitekim oran, yukarı yönlü hareketini sürdürerek yeniden çift haneli oldu.

Üçüncü göze ihtiyaç olduğunu belirten Yılmaz Ensaroğlu, “En önemli üçüncü göz toplumdur.” dedi.

Çözüm Sürecine 17 Aralık Çelmesi

Kamuoyunda ‘17 Aralık operasyonu' olarak adlandırılan olay 17 Aralık günü gerçekleştirilen adli-polisiye hikâyeden çok daha öte bir anlam taşıyor. 25 Aralık girişimi, TIR operasyonları, İHH soruşturması, Öcalan'ın 1999 yılındaki sorgulanmasından sızdırılan gizli montajlanmış görüntüler, Başbakan'ın yakınlarının ve çalışma arkadaşlarının sızdırılan telefon görüşmeleri bir paket olarak büyük bir operasyonun yapı taşlarını oluşturuyor. AK Parti hükümetinin dış politika duruşu ve Çözüm Süreci de bu paketin içinde hedefe konan başlıklar olarak göze çarpıyor. Çözüm Süreci yaşanan onca şeye rağmen geçtiğimiz yıla damgasını vuran en önemli gelişme olarak tarihteki yerini çoktan aldı. Tarihsel bağlamında Kürt meselesinin altın yılı olarak adlandırabileceğimiz süreçte BDP'nin azımsanmayacak katkıları oldu. Bu bilgiler ışığında, BDP'nin 17 Aralık tutumunu ve bu tutumun Çözüm Sürecine yansımasını bütün bu gelişmelerle birlikte değerlendirmek gerekiyor. 17 Aralık'ın genel anlamıyla Kürt meselesine özelde ise Çözüm Sürecine bakan yönünü kestirmek zor değil: ‘Çözüm Sürecinin sona ermesi ve PKK'nın silahlı mücadeleye tekrar başlaması'. 17 Aralık operasyonlarının resmi bülteni olarak işlev gören Bugün gazetesinin önce Demirtaş'ın özerklik açıklamasını sonra da PKK'nın yaptırdığı ‘şehitlik' haberlerini manşetten görmesi ve sızdırılan video kayıtları ile Öcalan'ın itibarsızlaştırılmasına yönelik girişimler bu kanıyı güçlendiriyor. Peki bu plan ne ölçüde mümkün olur?

Devamı
Çözüm Sürecine 17 Aralık Çelmesi
Çözüm Sürecine Sahip Çıkmak

Çözüm Sürecine Sahip Çıkmak

Fark edemedikleri bir şey var: Çözüm süreci artık toplumun sahip çıktığı bir süreç.

Devamı

Geçen hafta bir televizyon programında ana muhalefet partisi lideri Kılıçdaroğlu'na, partisinin Kürt meselesinin çözümüne yönelik ilk üç önerisinin ne olduğu soruldu. Kılıçdaroğlu bu soruya şu cevabı verdi: "Şu anda aklımda değil, bilseydim hepsini getirir burada konuşurduk." Kürt siyasetinin aktörlerine gelince... Onlar da çözüm sürecine yönelik konuşmalarında somut öneriler sunmak yerine, daha çok hükümetin açıklamalarını sorunsallaştırarak, ilgili açıklamaların "barış diline hizmet etmediğine yönelik" genel bir söylemle siyaset üretmekteler.

Bu Tasarı, tarihi bir öneme sahip; çünkü son yıllarda devlet aklında gördüğümüz paradigma değişikliğini yasaya dönüştüren bir metin. Dolayısıyla önemsenmeyi gerçekten hakediyor.

Çözüm Süreci bölgesel denklemin kaygan zeminine rağmen önemli bir ivme yakaladı. Cumhuriyet tarihinde ilk defa Kürt meselesinin barışçıl yollardan sonlandırılmasını hedefleyen Çözüm Süreci bir hükümet programında yer aldı. Başbakan Davutoğlu süreci bizzat uhdesine alarak bu meseleye verdiği önemi ortaya koydu. Bu gelişmelerin dışında, sürecin artık yasal dayanağa oturuyor oluşu, devletin en üst düzeyden 15 günde bir düzenli toplantılarla süreci takip edecek olması ve Öcalan'ın sürecin pratiğine yönelik verdiği pozitif mesajlar sürece dair pozitif bir iklimin doğmasına yol açıyor. Süreç bilindiği üzere üç sacayağı üzerine oturuyordu. 2005 yılında Diyarbakır'da yaptığı konuşma ile startını verdiği, 2009 yılındaki Demokratik Açılım ile tüm ülkeyi bir oryantasyon sürecinden geçirerek meselenin demokratik yollardan çözümüne alıştıran Erdoğan liderliğindeki AK Parti hükümeti, örgüt üzerindeki otoritesini sorgulamaya yönelik girişimlerden güçlenerek çıkan Öcalan ve provokasyonlara rağmen sürecin arkasında durarak devamlılığını sağlayan toplumsal destek. Kürt siyasal hareketinin temsilcisi konumundaki HDP ise bu üçlü denkleme 'arabulucu' rolüyle dahil edildi.

IŞİD'in faaliyetleri Ortadoğu siyasetinde radikal ve yapısal değişimlere yol açıyor. Amerika'nın Avrasya'dan sorumlu eski dışişleri bakan yardımcısı Christopher Hill, en son ve en sert temsilciliğini IŞİD'in yaptığı devlet dışı aktör ve örgütlerin Arap dünyasındaki siyasal ve kamusal hayatı bu denli domine etmelerini Arap ulus devlet sisteminin çöküsü olarak tanımlıyor. Böyle bir ortamda, devlet mefhumu, kamu otoritesi, meşru şiddet, kamu düzeni, devlet-vatandaş ilişkisi ve benzeri kavramların içleri ya boşalıyor ya da boşalmış durumda. Bugün Ortadoğu ve Arap dünyasındaki devletlerin kahir ekseriyeti, devlet kavramının geleneksel manada ifade ettiği anlama malik değiller. Suriye, Irak, Libya, Lübnan, Yemen ve diğer birçok devleti bu trendin başlıca örnekleri olarak sayabiliriz.

2003'de ABD'nin Irak'ı işgal etmesiyle, Irak topraklarında yaşanan kaos, şimdi de kimsenin beklemediği ve anlayamadığı yeni bir aktörle, yani IŞİD'le başka bir boyuta taşındı. IŞİD'in Irak ve Suriye'de etkinleşmesiyle Ortadoğu'daki şiddet arttı. Sınır komşuluğunun yanısıra, geçmişten gelen tarihsel, ekonomik ve siyasal ilişkilerinden dolayı Türkiye bu bölgede yaşananlara hiçbir zaman kayıtsız kalmamıştır. IŞİD, diğer ülkelerin farklı planlar kurduğu Irak ve Suriye'de tüm dengeleri altüst etmiştir. Çünkü IŞİD örgütünün yapısı, finansman kaynağı, kısa sürede nasıl bu kadar güçlendiği belirsizliğini korurken, tek bilinen gerçek IŞİD örgütünün Irak'ın geleceğini yönlendirmek istemesi ve bunun için enerji noktalarına odaklandığıdır.

IŞİD özelinde Irak ve Suriye'de yaşanan gelişmeler sonucunda iki gün içerisinde 140 bini aşkın insanın ülke sınırlarından giriş yapması iç siyasette mülteci konusundan çok Çözüm Süreci'ni etkiledi. Bölgede son dört yıl içerisinde vuku bulan olaylar genelde Kürt meselesi, özelde ise bu meselenin demokratik yollardan çözümünü baltalayan bir işlev gördü. Öncelikle, 2009'da Arap Baharı'nın estirdiği havayı arkasına almaya çalışarak Demokratik Açılım fırsatını geri tepen PKK, 2013'ün yaz aylarında PYD'nin Suriye'deki güç vakumundan faydalanıp diğer siyasi Kürt yapılanmalarını elimine ederek elde ettiği güç neticesinde müzakere sürecine geçemeyişi bahane ederek geri çekilmeyi durdurdu. Şimdi ise Irak'ta ABD'nin hava saldırısında önemli kayıplar veren IŞİD'in yönünü tekrar Suriye'ye çevirmesiyle birlikte Kobani ve çevresinde şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Rojava'da yaşanan bu gelişmenin Kürt siyasal hareketi tarafından algılanışı ve iç siyasete taşınma yöntemi yukarıdaki iki örneğe benzer şekilde Çözüm Süreci'nin toplumsal dayanağını ve manevi havasını baltalıyor.

Çözüm sürecinde en önemli sorun, HDP çizgisinin siyaset üretememe krizi ve HDP çizgisinde siyaset yapan bazı aktörlerin kendi siyasi bekalarını çözüm sürecinin önüne koymalarıdır. Çözüm sürecinin başlamasının ardından sürece yönelik hükümetin attığı adımlar ve HDP çizgisindeki siyasal aktörlerin talepleri, çözüme yönelik yol haritaları ve sıcak konularda ürettiği siyaset dili ve tarzı karşılaştırıldığında bu husus daha kolay anlaşılmaktadır. Kürt meselesinin barışçı ve demokratik yollardan halline dair siyasi kararlılığın ortaya çıkmasının ardından en önemli husus çözüm sürecinin toplumsallaşmasıydı. Bu bağlamda hükümetin bu alanda attığı önemli ve ilk adımlardan biri "akil insanlar" heyetlerinin oluşturularak toplumu sürece hazırlamaktı. Bu bağlamda sürecin en zor kısımlarından biri toplum kesimlerin güvensizlik halinin ve tereddütlerinin giderilmesiydi. Niçin en zor kısmın bu süreç olduğunu anlamak için bugünlerde ardı ardına yayınlanan akil insanların günlüklerini okumak yeterli.

Geçen hafta birçok televizyon programında şu soruya cevap arandı: Çözüm Süreci Bitti mi? Bu sorunun sorulma gerekçesi, Kobane'de yaşanan katliamlardı. IŞİD'in katliamlarına maruz kalan Kürtlerin durumu ve Kobane'nin düşme tehlikesi bu soruyu gündeme getirdi. Doğan Grubu'nun, “Paralel Yapı”ya destek veren medyanın çözüm sürecine ilişkin yaklaşımı hepimizin malumu. CHP ve MHP'nin bu konudaki yaklaşımları da öyle. Sürece başından beri karşılar. Bu sürece niçin karşı olduklarını açıklarlarken “sürecin içeriğini net olarak bilmemek” argümanını hep birinci sıraya yerleştirdiler. Hükümetin “samimiyetsizliği” iddiası dile getirilen bir diğer argümandı. Sürecin içeriği netleştikten, hatta ve hatta süreç yasal zemine kavuşturulduktan sonra bu kez “siyasal mecburiyetler” (belki de acziyetler) nedeniyle statükocu pozisyonlarını korudular.

Türkiye bir kez daha kanlı sokak siyasetinden medet uman aktörlerin terör eylemleriyle karşı karşıya. Kanlı sokak siyaseti, meşruiyetini ve varlık zeminini yitirmiş kirli unsurların tevessül ettikleri bir yol. Bu unsurları sadece yerli unsurlar olarak düşünmek de doğru değil. Düpedüz uluslararası bağlantıları olan ve hatta uluslararası aktörlerin manipülasyonu ile hareket eden unsurlar bunlar. Sorunun uluslararası boyutu ortadayken, sadece Türkiye'nin içine bakarak analiz yapamayız. Hedef, çözüm sürecini bitirmek.

HDP'nin çağrısıyla başlayan Kobani'ye destek eylemleri sokak çatışmalarına, 30'u aşkın can kaybına, okul ve diğer resmi dairelere yönelik saldırılara dönüştü. Kobani geriliminin ardında ne var?

Sokakları yakıp yıkan kişiler, duygusal bir cinnet hali geçirdiklerinden dolayı yakıp yıkmıyorlar. Olup bitenler bir psikopatın kendini jiletlemesi haline de benzetilemez. Eylemler, kendi etnik kimliğinden insanların ölümüne veya yurt dedikleri bir alanın elden gitmesinin üzüntüsünün doğallığında yapılmış da değil. Yakıp yıkmalar sıradan bir vandalizm hiç değil. Kitle psikolojisinin kontrol edilemezliği ile de açıklanamaz. Olup bitenler tüm bu açıklama biçimlerinden izler taşımakla birlikte, tek başına bunların hiçbirinden ibaret değil. Bu bir siyaset. Yıkıcı bir siyaset ama siyaset. Olup bitenler bir "PKK siyaseti". Bu siyaseti şöyle özetlemek mümkün: "Yakarak, yıkarak, sokakları savaş alanına çevirerek, Türkiye'yi istikrarsızlaştırabileceğini göster. Elini güçlendir. Taraftarlarını diri tut. PKK'lı olmayan Kürtleri ve Güneydoğudaki Türk nüfusu yıldır ve göçe zorla. Güneydoğu'da şehirlerin tek hakimi ol. Batı'da da kurtarılmış alanlar yarat. Çözüm sürecinin de Öcalan üzerinden yürümesini engelle.Devleti masada Kandil'in birincil aktör olmasını kabule zorla".

Böylesi zamanlarda her cümleye besmele gibi 'inadına barış' diyerek başlamak gerekiyor... Bir ayını doldurmak üzere olan IŞİD'in Kobani kuşatmasının vahim boyutlara ulaşmasının ardından HDP'nin süresiz eylem çağrısıyla insanların sokaklara dökülmesi sonucunda 36 vatandaşın ölümü ve yüzlerce insanın yaralanması ile kontrolden çıkan olaylar önemli bir siyasi maliyet üretti. Başbakan Davutoğlu yaptığı açıklamada sokak olaylarını Çözüm Süreci parantezinden çıkardı ve süreci önceleyen bir tutum sergiledi. HDP eşbaşkanı Demirtaş ise eylemlerin ulaştığı boyut itibariyle sorumluluk ve inisiyatif almaktan kaçınarak Öcalan ile yazıştıklarını ve Öcalan'ın herkese "diyalog ve müzakereyi hızlandırmayı tavsiye ettiğini" aktardı.