Yeni Türkiye'ye Medya Hazır Mı?

‘Yeni Türkiye’, vesayet rejiminin yüklerini üzerinden atmış, ekonomide istikrarı, dış politikada lider oyunculuk rolünü yakalamış bir Türkiye’dir.

Devamı
Tahrir'den Parlamentoya Mısır Seçimleri

Tahrir'den Parlamentoya Mısır Seçimleri

Devrim sonrası Tahrir meydanında temsil edilen meşruiyet seçimlerle birlikte parlamentoya geçecek, iktidarın sivilleşme süreci ivme kazanacaktır.

Devamı

Türkiye'de toplumda toptan bir Batı ya da Hıristiyan karşıtlığının değil, Batılı devletlerce yürütülen siyasete yönelik bir karşıtlığın söz konusu olduğunu ortaya koymaktadır.

7 Şubat müdahalesinin Ortadoğu’daki yansımaları, müdahalenin Türkiye’nin sınır ötesi etkinlik ve imkânlarıyla arasındaki irtibatı ortaya koyuyor.

28 Şubat sürecinin nedenlerini ve bugüne uzanan sonuçlarını doğruca anlamlandırabilmek için SETA araştırmacılarının dönemle ilgili değerlendirmelerini bir arada sunuyoruz.

MEB’in, zorunlu eğitim süresini uzatarak, sekiz yıllık kesintisiz eğitim sonrasında karşılaşılan problemlerin bir benzeri ile yeniden yüzleşmek yerine, eğitimde niteliği artıracak çalışmalarda bulunması daha yerinde bir adım olacak.

Türk Dış Politikasına Avrupa'dan Bakmak

Türkiye’nin dış politika algısı karar-alıcılar arasında entelektüellere kıyasla daha az olumlu. Bu anlamda Türkiye’nin potansiyel bir rakip olarak görülmesi bile söz konusu.

Devamı

Suriye Krizi ve Türkiye'nin Kimlik Meselesi

Yeni Türkiye kimliğinin oluşturulmasında Kürtlüğün Türklük kadar, Aleviliğin Sünnilik kadar kendisine yer bulması gerekir.

Devamı

25 Ocak 2011'de başlayan Mısır'daki dönüşüm sürecini ve 3 Temmuz 2013'te Muhammed Mursi'nin görevden alınmasıyla gerçekleşen askeri darbeyi daha iyi anlamak için SETA uzmanlarının analizlerini ve SETA'da yayımlanan Mısır raporlarını bir arada sunuyoruz.

ABD ve Batı, Suriye'de kimin ne zaman kazanacağı sorusunun netleşmesini beklemekte ve bu bekleyiş sırasında hem Suriye'de hem de bölgede kaybetmekte.

2013'e geldiğimizde 2009'daki Kürt meselesi ve PKK ile illiyet bağı olan dinamiklerde ciddi değişimler yaşandı. 2013 çözüm süreci Arap isyanlarının bütün bölgeyi kasıp kavurduğu bir siyasi atmosferde hayata geçmek zorunda. Bölgemizde yaşanmakta olan siyasal kırılmalar neticesinde iki eksen ortaya çıktı. Ortadoğu'da yıllardır devam etmekte olan statüko ve değişim ekseni amansız bir gerilim içine girdiler. Mezkûr gerilimin tabii olarak ortaya çıkardığı siyasal boşlukları oldukça naif bir siyasi akıl yürütmeyle yanlış okuyan PKK ve Kürt siyasi hareketi, derin bir yanlışa imza attı. Arap isyanlarının son durağı olan Suriye üzerinden yaşanmakta olan değişimden nasiplenmek yerine ortaya çıkan boşluğu istismar etmeyi tercih etti.

Yeni Knesset'te daha zayıf bir Netanyahu, cesaretlenmiş bir Bennett, iyimser bir Lapid, savunmacı bir Şas, daha aktif bir Meretz ve İşçi Partisi, ayakta kalmaya çalışan bir Livni ve tükenen bir Mofaz izleyeceğiz.

İsrail'in yeni hükümetini Tal Yasası'ndan ekonomik problemlere, Filistinle müzakerelerden derinleşen izolasyona kadar birçok sorun beklemektedir.

Yeni dönemde ya Amerika'nın düşüşünü Soğuk Savaş sonrası düşmanını kaybetmesine bağlayan Friedman ve Mandelbaum'u da tatmin edecek yeni öcüler ortaya çıkarılacak ya da yeni tip süper kahramanlar yaratılacak.

Türkiye, Kürt meselesinden bağımsız bir şekilde PKK sorunu ile muhatap olmak zorundadır. Tam da bu sebepten dolayı, PKK'nın silahsızlandırılması ile Kürt meselesinin çözümü arayışlarını birbirinden ayırmak gerekir. On yıllardır, bitmek tükenmek bilmez bir şekilde, "PKK'nın silahsızlanması" süreci, Kürt meselesinin çözümüne bağlanmaktadır, Kürt meselesinin çözümü ise PKK'nın silah bırakmasına. Eğer siyasal bir yumurta-tavuk egzersizine Türkiye'nin en değerli on yıllarını bir kez daha feda etmek istemiyorsak bu fasit daireden hızla çıkarak gerçeklerle yüzleşmemiz gerekmektedir. Çünkü PKK, Kürt meselesi dairesinde müstakil bir vakıa olarak ele alınmadığı sürece "iyi şeyler olmasını" dilemekten öteye geçemeyiz.

Cumhuriyetle yaşıt olan Kürt meselesi, bir sorun olarak ortaya çıkarken de çözüme dair adımlar atılırken de değişmeyen "kırmızı çizgiler" fasit dairesinden hiçbir zaman kurtulamadı. Kürt meselesinin yıllar içinde çözüm sürecinden sürekli uzaklaşarak kangren haline gelmesine büyük bedeller ödeyerek şahitlik ettik. Başbakan Erdoğan'ın 2005 Diyarbakır konuşmasından bu yana devlet aklında Kürt meselesine dair yaşanan derin paradigma değişimi ve çözüme dair umutlar da bugünlerde gündeme oturan kırmızı çizgiler provokasyonuna takılma riski taşıyor.

Demokratik açılım, yaklaşık altı ay önce, Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye'deki bütün kimlik sorunlarını çözmek üzere hükümet tarafından başlatılan bir süreç. Hükümetin anayasal kurumlarla müzakere ederek başlattığı bu sürecin en temel gerekçesi, Kürt meselesinin toplumsal barışın önünde önemli bir engele dönüşmüş olmasıydı. Çünkü Kürt sorunu başta olmak üzere, kimlik sorunlarının tamamı, çözümsüzlüğe terk edildikleri süre boyunca vatandaşın devlete aidiyetini ve toplumsal barışı zedeleyen bir düzeye ulaşmış durumda. Bu nedenle, açılım sürecinin en öncelikli hedefi, bu eğilimi durdurarak tersine çevirmek ve böylece toplumsal barış ve bütünleşmeyi tesis etmek idi.

Kürt meselesini doğuran asıl unsurun Cumhuriyet'in farklı etnik unsurlarını, asimilasyondan entegrasyona uzanan bütün mümkün dönüştürme formlarıyla, Türklük potasında eritme politikası olduğuna şüphe yok. Dar bir ulusçuluk yorumuyla tanımlanan Türklüğün bir parçası olmayı kabullenmeye dayalı vatandaşlık rejiminin, Kürtlerin etnik ve siyasi kimlikleriyle varlıklarını sürdürmeye izin vermemesi, Kürt meselesinin özünü oluşturuyor. Bu çerçevede, vatandaşlık rejimi, devlet ile birey arasındaki hukuki bağın niteliğini tanımlıyorsa, Kürt meselesi bağlamında sorunun genel anlamıyla hukuki bir sorun olduğu söylenebilir.

Kürt meselesini konuşurken, binyıldır beraber aynı coğrafyada kardeşçe yaşamış, tehlikeleri beraber karşılayıp, bertaraf etmiş bu iki topluluk arasında, son 20 yıldır bazı pürüzlerin yaşanmaya başlandığının farkında olmak gerekir. Bu farkındalığı, ayrışmayı tetikleyen bir unsur olarak değil, birleşmeyi tahkim etmenin gerekliliğini sağlayacak, varolan pürüzleri giderecek bir ön bilgi olarak akılda tutmakta yarar var. Aksi takdirde, yeni yeni belirmeye başlayan bu gerilimi gözardı ederek sürdürülecek birlik-beraberlik söylemleri, iki topluluğun birbirlerine yabancılaşmasını derinleştirebilir. Bu anlamda, öncelikle, Türklerle Kürtlerin siyasal temsil enstrümanlarında yaşanan ayrışmayı ve seçmen eğilimlerinde kendini ele veren gettolaşmayı ortadan kaldıracak yeni siyasal kanallar açmak gerekir. Zira, Kürt sorununun çözümü, Kürt siyasetinin Türkiye siyasetiyle entegre olmasından geçiyor. Siyasal dil ayrışması nasıl her iki topluluğu ayrıştırdıysa, ortak bir siyasal dil de aynı ölçüde birleştirici olabilir.

Cumhuriyetin kuruluşundan beri Türkiye'nin bir Kürt meselesi hep var olageldi. Önceleri, ağırlıklı olarak entegrasyon ve geri kalmışlık kaygılarıyla ele alınan bu sorun, 1980'lerden itibaren, PKK'nın ortaya çıkmasıyla bir güvenlik sorunu olarak ele alınmaya başlanmıştır. Böylece terör örgütü, Kürt sorununun karmaşık dinamiklerini unutturan bir işlev görmüştür. Güvenlik perspektifinin hâkim olduğu 1990'lı yıllar boyunca, OHAL yönetiminde Kürt sorunu teröre indirgenerek yönetilmeye çalışılmıştır. Çeyrek yüzyıldır, Kürt sorununu algılamamızı toptan değiştirecek birçok gelişme yaşanmasına rağmen, kamu otoritesinin soruna yaklaşımında terörle mücadele perspektifi ağırlığını korumaya devam etmektedir. Oysa bu yıllar boyunca, Türkiye'de ve bölgede, kamu otoritesinin soruna yaklaşımını gözden geçirmesini zorunlu kılan birçok gelişme yaşanmıştır.

TRT1'de yayınlanan Enine Boyuna programının bu haftaki bölümünde, devlet ile İmralı arasında başlayan görüşmeler sonrası yaşanan gelişmeler masaya yatırıldı.