Ortadoğu'da demokratik değişim talepleri artarken, Türkiye Irak ile ekonomik entegrasyon sürecine devam ederken; PKK, BDP için fırsattan maliyete doğru dönüşebilir.
Devamı
Bölgedeki huzursuzlukların son bulması için bölge halklarını birbirine bağlayan tarihi, kültürel ve ekonomik bağların güçlü bir şekilde yeniden tesisi gerekiyor.
Devamı
Krizin kökeni 1. Dünya Savaşı sonrasında tasfiye edilen Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasının halen paylaştırılmamış olması, yani 1. Dünya Savaşı’nın bitmemiş olmasıdır.
Asker-siyaset ilişkileri Türk siyasal hayatının her evresinde temel tartışma konularından biri olmuştur.
Şiddetin sürdüğü dönemlerde bile Kürtçe savunmaya izin veren hukuk sisteminin bugün KCK davasında aksini söylemesi düşündürücüdür.
ABD'nin Mısır'daki çıkarı üç önemli noktaya dayanıyor: Obama'nın demokrasi promosyonuna etkisi; İsrail'in güvenlik kaygıları ve ABD'nin stratejik çıkarları.
Soğuk Savaş sonrası yeni dünya düzeninde pasif aktör olmayı kabullenmeyen Türkiye, dış politikasını kendi inisiyatifiyle belirlemeye başladı.
Devamı
Hükümetin yükseköğretim alanında neler yaptığını, gençler için hangi fırsatları yarattığını daha iyi anlatması gerekiyor.
Devamı
Yaşanan ve şu an eksen kayması olarak tartışılan şey aslında Türkiye'nin fiziki sınırlarının, siyasi ve sosyolojik sınırlarına dar gelmesi meselesi...
Lübnan Başbakanı Rafik Hariri’ye düzenlenen suikastin üzerinden 5 seneyi aşkın bir süre geçti.
Washington 36 ülkeden devlet başkanı, 10 ülkeden delegasyon düzeyinde katılım ile II. Dünya savaşından bu yana yapılan en üst düzey toplantıya ev sahipliği yaptı. Nükleer güvenlik zirvesinin resmi konu başlığının dışındaki en ateşli konusu İran’dı. İran ise Washington zirvesine alternatif ama oldukça naif başka bir toplantıyı, ‘Herkese Nükleer Enerji, Hiç Kimseye Nükleer Silah’ zirvesini 17-18 Nisan’da düzenliyor. Nükleer tartışmalar üzerinden gerilimin yükselmesinin asıl sebebi ABD’nin BM Güvenlik Konseyi’nde İran’a yönelik bir yaptırım planını hayata geçirmek istemesi.
İki ülke arasında hükümet ve devlet başkanları düzeyinde geçekleştirilen ziyaretler öncesinde, konuk ve ev sahibi liderler ile özel röportajlar yapılması ve bunların yayınlanması nerdeyse gelenek olmuştur. Bir tür kamu diplomasisi eksersizi sayılabilecek bu tür röportajların amacı ziyaretin siyasi içeriği hakkında kamuoyunu önceden bilgilendirmek, bazen sürprizlere hazırlamak, bazen de bazı müzakere konularında gerektiğinde toplumun göstereceği tepkileri destek olarak gündeme getirmektir.
İktidar partisi, geride bıraktığımız 22 Mart’ta 23 maddeden oluşan bir anayasa değişikliği taslağını kamusal müzakereye sundu. Kamusal müzakerenin işlemesi için de tek tek siyasi partilerle; sivil toplum örgütleri, meslek ve medya kuruluşlarıyla ise toplu görüşmeler gerçekleştirdi. Yarına kadar da (29 Mart) yeni öneri ve değişiklikleri kapsayacak müzakereler için kapıların açık tutulduğunu deklare etti. İktidar partisi teklifini müzakereye açık olduğu vurgusuyla “taslak” olarak sunmasına rağmen, bu faaliyetin bürokratik vesayetin politik karını paylaşan kesimler tarafından “pazarlık etmek,” “müzakere yapmak,” “sus payı vermek” gibi çoğu zaman alçaltıcı anlamda kullanılan ifadelerle karşılanması tam anlamıyla bir teşhir anıydı.
Ermenistan'la normalleşme konusunun yeniden tutarlı bir çerçevede ele alınması için mevcut toz duman bulutunu dağıtmak ve popüler bazı yanılgıları düzeltmek gerekiyor. Öncelikle yapılması gereken, soykırım kararları konusunu doğru bir düzlemde konuşmak. Konuya soykırım kararlarına evet ya da hayır denmesi, kararların geçmesinin başarısızlık olarak değerlendirilmesi bakış açısı hâkim. Ancak sorun kararların geçmesi ya da reddinden bağımsız olarak, soykırımla ilgili parlamentoların karar mercii olarak kabul edilmesinden kaynaklanıyor. Bu anlamsız kurgu seçim arifesinde parlamentoların oy kaygısıyla kararı geçirmelerine yol açıyor. Sonuç ne olursa olsun soykırım konusunu gündemine alan parlamentoya bu etik çerçeveden tepki gösterilebilir.
Türk dış politikasında Mayıs 2010 ile yeni bir dönem başladı. Ahmet Davutoğlu’nun Dışişleri bakanı olmasıyla birlikte dış politika ve iç politika arasında yeni bir denge kuruldu. Dış politika içerideki kısır çekişmelerin prangasından kurtularak, hareket alanını genişletti. Dış politika yapıcılar Türkiye’nin son on yıldaki müspet gelişmelerinden aldığı enerjiyi, pozitif bir gerilimle mücavir bölgelerle entegrasyon ve barış çabaları şeklinde dışarıya yansıtıyor. Türkiye’nin dış politika hamleleri komşularla sorunların çözümüne, bölgenin güvenliği ve istikrarına ve ülkenin uluslararası prestijinin artmasına katkıda bulunuyor.
26 Şubat Afrika kıtası için önemli bir gün. 15 Kasım 1884'te başlayan Berlin Konferansı 26 Şubat'ta sona erdi. Karlı bir kış günü sona eren Berlin Konferansı 1885'te Afrika kıtasını 50 parçaya böldü. Bu tarihten sonra Afrika bölünmüşlüğünü muhafaza etti. Afrika tarihinin yabancı işgalleri ve köleleştirmeden sonra en önemli olayı Berlin Konferansı. Geçtiğimiz hafta Berlin Konferansı'nın ardından tam 125 yıl geçmiş oldu.
TÜRK dış politikasının en karmaşık sorunlarından biri, İsrail ile ilişkilerin düzenlenmesi olageldi. Kurulduğunda İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olan Türkiye, bir süre sonra ilişkileri maslahatgüzar düzeyine indirmekte beis görmedi. İnişli-çıkışlı bir seyir izleyen ilişkiler, 1990’larda “stratejik” olarak tanımlanırken, 2000’ler kriz dönemi oldu. Zamanın başbakanı Bülent Ecevit’in İsrail’in Nisan 2002’deki Batı Şeria’ya yönelik Koruyucu Kalkan Operasyonu ve Cenin Kampı’ndaki katliamı için “soykırım” ifadesini kullanması, kriz döneminin başlangıcıydı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Mart 2004’te Hamas’ın manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin’in katledilmesine verdiği tepki, sonrasında Hamas lideri Halid Meşal’in Şubat 2006’daki Türkiye ziyareti, krizi daha da tırmandırdı.
Washington, Başbakan Erdoğan'ın ziyaretinden hemen önce Türkiye ile ilgili sıcak tartışmalara şahit oldu. Tartışmaların gerçekleştiği yerler Temsilciler Meclisi, German Marshall Fonu ve Woodrow Wilson Center. Bu üç ev sahibi kurum tartışmaların ciddiye alındığının göstergesi. Doğan medyasına vergi cezası, Türkiye'de muhafazakârlaşma, hayat tarzı baskıları, dış politikanın yönü, insan hakları ve demokratikleşme tartışmalarda ele alınan konular. Washington'da yaşayan ve Türkiye'yi yakından izleyen Türk ve Amerikalı akademisyenlerle gazeteciler tartışmaların içeriğinden ziyade, karşılıklı siyasi pozisyonların öne çıktığını söylüyorlar. Bu tartışmaların en fazla öne çıkanı Temsilciler Meclisi'nde gerçekleşen Türkiye'de insan hakları, demokrasi ve basın özgürlüğü konulu toplantı olmuş. Bu toplantıda Sedat Ergin ve İhsan Dağı'nın özellikle Doğan medyasına kesilen vergi cezası üzerinden yaptıkları tartışma herkesin dilinde.
Türk kamuoyunda Irak ile ilgili tartışmalar, kısa süre öncesine değin, suni bir şekilde Kerkük referandumu üzerinde düğümlenmişti.
Türkiye’deki kimlik tartışmaları her gün yeni bir boyut kazanıyor. Avrupa Birliği süreci, Kuzey Irak’taki gelişmeler, Kürt sorununun tanındığının açıklanması, Ermeni soykırım iddiaları ve son olarak Pamuk ve Dink davaları, toplumun değişik kesimlerinde farklı tepkilere yol açtı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı”nı Türkiye’nin üst kimliği olarak tanımlaması, tartışmaya yeni bir boyut kazandırdı. Soruna hangi açıdan bakarsak bakalım, tartışmanın merkezinde farklı kimlik siyasetleri yatıyor. Kimlik siyaseti, belli bir grubun genel toplum içindeki yerini toplumun bir parçası olarak değil, o grubun ayırt edici özelliklerini esas alarak tanımlamasını ifade ediyor. Kadın, göçmen, Kürt, Türk, Ermeni, Alevi, vs. olarak yapılan bu tanımlamalar, grup dayanışmasını öne çıkartırken, sosyal adalet taleplerini de dile getirir. Geniş bir anlamda kullanılan ‘kimlik’ kelimesi, grupların siyasi, hukuki ve kültürel boyutlarını da içerir. Fakat bu üç alan arasındaki ilişkiyi net bir şekilde tanımlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Dini ve kültürel farklılıkları olan gruplar aynı siyasal ideal etrafında birleşebildiği gibi, benzer kültür normlarına sahip gruplar farklı siyasi kamplarda yer alabilir. Her halükarda kimlik siyasetinin belirleyici özelliği, bir sosyal grubun siyasi, hukuki, ekonomik yahut kültürel taleplerini siyasi bir program haline getirmektir. Türkiye’deki Kürt, Alevi, Ermeni kimlikleri hakkında yapılan tartışmalar kimlik siyasetinin somut örneklerini oluşturuyor