Türkiye'nin Balkan Politikasında Sırbistan'ın Önemi

Mehmet Uğur Ekinci: “Türkiye ile Sırbistan arasındaki ilişkilerin gelişmesi demek; Türkiye’nin, Balkanlar’ın tamamı üzerinde var olan bir bölgesel aktör haline gelmesi demektir.”

Devamı
Türkiye'nin Balkan Politikasında Sırbistan'ın Önemi
Başkanlık Sistemine mi Geçelim Parlamenter Sisteme mi

Başkanlık Sistemine mi Geçelim Parlamenter Sisteme mi?

Türkiye’de hukuki anlamda bir sistem değişimi yaşanması ve bu konunun netlik kazanması gerekmektedir.

Devamı

Türkiye, bir sınır ülkesi olmasına, iç güvenliğine yönelik taşıdığı tehdit potansiyeline ve sınırlarını aşarak gelen 2.5 milyona yakın mülteciye rağmen Suriye krizine askeri araçlarla müdahale etmedi.

Hasan Basri Yalçın: “Türkiye ile iş yapmaya, Rusya’nın da en az Türkiye kadar ihtiyacı var.”

Fahrettin Altun: “Suriyeli mültecilerle ilgili olarak Türkiye eli en güçlü olan ülke çünkü taşın altına en fazla elini sokan ve çok ciddi anlamda elinden gelen bütün imkânları buraya hasreden bir ülke.”

G-20’nin güçlü sanayi ülkeleri, mülteci sorunu, Suriye ve Irak iç savaşları ile bu savaşlar bağlamında bölgede güçlenen terörizm dolayısıyla yaşanan insanlık trajedilerini görmeyip terör örgütlerini yanlış çıkar algıları çerçevesinde bir araç olarak değerlendiren politikalarını sürdürmeleri durumunda uluslararası sistemdeki düzen kurucu pozisyonlarını sürdüremeyeceklerdir.

Türk Dış Politikası Suriye Üzerinden Şekillenecek

Burhanettin Duran: “Eğer yakın dönemi dış politika belirleyecekse Türkiye’de, bu Suriye üzerinden olacak.”

Devamı
Türk Dış Politikası Suriye Üzerinden Şekillenecek
Rusya Türkiye'yi Karşısına Alabilir mi

Rusya Türkiye'yi Karşısına Alabilir mi?

Petrol ve doğalgaz ticaretini göz önünde bulundurduğumuzda, Rusya'nın, son dönemde attığı adımların kendisine nasıl bir maliyeti olacağını iyi düşünmesi gerekmektedir.

Devamı

Türkiye ekonomisinde son 11 yılda gerçekleştirilen iyileştirmeler ekonomideki dengesizliklerden rant sağlayan bazı kesimlerin çıkarlarına ters düşmüştür.

SETA'nın faaliyetlerinin tamamının birarada toplandığı SETA yıllığı, toplumun her kesiminin ilgilisine ufuk açıcı bir kaynak olmaya ve 2012 yılını kuşbakışı değerlendirmeye imkan veriyor.

Türkiye ekonomisinin son 10 yıldır gerçekleştirdiği ekonomik performans ile birlikte üretimin temel girdisi olan enerji ihtiyacı hızla artmaktadır.

Türkiye yükseköğretim sisteminin ihtiyaç duyduğu reformun kritik noktası, yükseköğretimi topluma hesap verebilir kılacak mekanizmaların oluşturulmasıdır.

2011 yılı, Arap halk hareketleri ve bu hareketlerin artçılarının getirdikleri bakımından önemli bir yıldır. “Yeni Türkiye Dış Politikası”, bilhassa Suriye ve İran ile olan ilişkilerde zor zamanlardan geçmekte ve sınanmaktadır.

2011’de Türkiye başlıklı SETA analizi, genel seçimlerden Kürt sorununa, Arap Baharı’ndan yeni anayasa sürecine Türkiye’nin meseleleri hakkında geniş çaplı bir 2011 değerlendirmesi sunuyor.

Yükseköğretimin yeniden yapılanması gerektiği sıklıkla ifade edilmiştir. Bu tartışmalarda dünyadaki çağdaş uygulamalar örnek gösterilmektedir. Özellikle Bologna sürecinin Türkiye'deki yükseköğretim sorunlarının bir kısmını çözebileceği iddia edilmektedir. Oysa Avrupa'daki üniversitelerin idealleştirilmesi, Avrupa üniversitelerinin yaşadığı güncel dönüşümü ve sorunları görmeyi engelliyor. Avrupa yükseköğretimi Amerika'yı izlemektedir. Paradoksal bir şekilde, Amerikan yükseköğretimi daha fazla farklılaşmakta iken Avrupa yükseköğretimi artık daha fazla standartlaşmakta ve bürokratikleşmektedir. 

Türkiye’nin tampon devlet kimliğinden hızlı bir biçimde proaktif ve çok boyutlu diplomatik aktivizme geçişi, son dönem Türk dış politikasının amaç, niyet ve realizmi hakkında bazı soru işaretlerine neden olmuştur. Belli alanlarda ve belli durumlardaki bu soru işaretleri, Türkiye’nin yönelimleri hakkında artan bir şüpheciliğe dönüşmüştür. Bu makale, üç tür şüpheci yaklaşım olduğu, bunlardan ikisinin Türk dış politikasının yeni dinamiklerini anlamaktan uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun yerine bu çalışma, yeni proaktivizmin yaşama imkanı ve potansiyel yönelimlerini mütalaa etmek için üç objektif kriter sunmaktadır, yani ortam, kapasite ve strateji. Bunun da ötesinde bu çalışma, çok boyutlu ve yapıcı dış politika aktivizminin sürdürülebilirliği için Türkiye’nin, Avrupa Birliği çıpasını kendi dış politikası ve sağlam demokrasisinin ana ekseni olarak görmesi gerektiğini ifade etmektedir.

Türkiye sahip olduğu genç nüfus potansiyeliyle, kalkınması adına her ülkenin tarihinde bir kez yakalayabildiği demografik fırsat penceresini yakalamış durumda. Bu tarihi fırsatı kullanabilmesi için ise önünde yaklaşık 15 yılı var. Anayasa’sında gençlerine tek bir madde ayırarak gençlere ideolojik bir formasyon sağlamaktan öte gidemeyen, bürokratik, devletçi ve kalkınmacı mantıkla bu tarihî fırsatın değerlendirilebilmesi ne kadar mümkün?

ANLAYIŞ’ın çiçeği burnunda dönemlerinde “Fransa yeni bir de Gaulle arıyor” başlıklı bir yazım yayımlanmıştı. 2003 yılı sonbaharına tekabül eden o günlerde, orta kuşağa mensup sağcı bir entelektüel olan Nicolas Baverez, “Çöken Fransa” (La France qui tombe) adlı kitabında Fransa’nın kurtuluşu için 1958’deki 5. Cumhuriyet’e benzer köklü bir sistem değişikliği öneriyor ve özellikle iflas eden sosyal devlet politikaları ile devlet sisteminin küresel kapitalizme ve hızla değişen jeopolitik konjonktüre uyum sağlayamamasını kıyasıya eleştiriyordu.

SETA PANEL Oturum Başkanı:     Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya     İTÜ Konuşmacılar:     Prof. Dr. Meliha Altunışık     ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü     Prof. Dr. Mustafa Aydın     TOBB Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü     Doç Dr. Çağrı Erhan     Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Tarih: 2 Şubat 2006 Perşembe Saat: 14.00 - 16.30 Yer: SETA, Ankara

Türkiye’deki kimlik tartışmaları her gün yeni bir boyut kazanıyor. Avrupa Birliği süreci, Kuzey Irak’taki gelişmeler, Kürt sorununun tanındığının açıklanması, Ermeni soykırım iddiaları ve son olarak Pamuk ve Dink davaları, toplumun değişik kesimlerinde farklı tepkilere yol açtı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı”nı Türkiye’nin üst kimliği olarak tanımlaması, tartışmaya yeni bir boyut kazandırdı. Soruna hangi açıdan bakarsak bakalım, tartışmanın merkezinde farklı kimlik siyasetleri yatıyor. Kimlik siyaseti, belli bir grubun genel toplum içindeki yerini toplumun bir parçası olarak değil, o grubun ayırt edici özelliklerini esas alarak tanımlamasını ifade ediyor. Kadın, göçmen, Kürt, Türk, Ermeni, Alevi, vs. olarak yapılan bu tanımlamalar, grup dayanışmasını öne çıkartırken, sosyal adalet taleplerini de dile getirir. Geniş bir anlamda kullanılan ‘kimlik’ kelimesi, grupların siyasi, hukuki ve kültürel boyutlarını da içerir. Fakat bu üç alan arasındaki ilişkiyi net bir şekilde tanımlamak sanıldığı kadar kolay değildir. Dini ve kültürel farklılıkları olan gruplar aynı siyasal ideal etrafında birleşebildiği gibi, benzer kültür normlarına sahip gruplar farklı siyasi kamplarda yer alabilir. Her halükarda kimlik siyasetinin belirleyici özelliği, bir sosyal grubun siyasi, hukuki, ekonomik yahut kültürel taleplerini siyasi bir program haline getirmektir. Türkiye’deki Kürt, Alevi, Ermeni kimlikleri hakkında yapılan tartışmalar kimlik siyasetinin somut örneklerini oluşturuyor