Avrupa İslamofobi Raporu”nun ikinci sayısı Irkçılık ve Ayrımcılık ile Mücadele Günü olan 21 Mart’ta çıktı.
Devamı
AB'nin krizi Obama döneminin bir sonucudur. AB'nin nereye doğru gideceğini belirleyen şey de Trump siyaseti olacak.
Devamı
Faşizm tehlikesi artık Avrupa için uzak olan bir tehdit olmaktan çıkarak somut bir tehdit haline gelmiştir. Her ne kadar faşist hareketler Müslüman düşmanlığını merkeze alsalar da esasen Avrupa'nın çok kültürlülüğünü hedef almaktadırlar.
Dikkat edilmesi gereken en önemli husus İslamofobinin bize Müslümanlar ve İslam'dan daha çok İslamofobik şahıslar hakkında bilgi verdiği gerçeğidir.
2015 Avrupa İslamofobi Raporu’nun en önemli bulgularından biri, çok az Müslüman nüfusa sahip birçok Avrupa ülkesindeki siyasi tartışmalarda İslamofobik söylemlerin önemli bir rol oynadığı tespitidir.
Fahrettin Altun, Batı'da Antisemitizm'in bir insanlık suçu sayılırken, İslamofobi'nin insanlık suçu olarak tanınmamasını eleştirdi.
Aslında "fikir ve ifade özgürlüğü" ile "kutsala saygı" ikilemi arasındaki tartışma evrenselin ne olduğu ve farklılık ile nasıl ilişkileneceği hakkında... Batı dünyası fikir ve ifade özgürlüğünü kendi "evrensel" tanımlamasıyla ve çifte standartla birlikte dayatıyor.
Devamı
Saldırıya maruz kalmış Fransa toplumu ile empati kurmak yolunda varılması gereken nokta Charlie Hebdo'nun hakaret üzerine kurulu yayın politikasını savunmak olmamalıdır.
Devamı
Avrupa'nın göçmen politikasının mevcut ekonomik krizle beraber iflas ettiğini belirten Hİlal Barın, politikaların entegrasyon yerine asimilasyona dönüştüğüne ve bir yönetim aygıtı olarak İslamafobi'nin kullanıldığına dikkat çekti.
SETA analisti Burhanettin Duran, Erdoğan'ın BM konuşmasında küresel ölçekte yaşanan adetsizlikler ve haksızlıkların dile getirilerek, BM sisteminin ve uluslararası düzenin eleştirildiğine dikkat çekti.
İslamofobi'nin Müslümanlar üzerinde olumsuz bir etkisi vardır ve neticede onları, özellikle Müslümanların azınlık olduğu Batı ülkelerinde, toplumdan dışlayıcı ayrımcı uygulamaların ortaya çıkmasına sebep olmaktadır.
İslam dünyasında ciddi bir İsrail eleştirisi olduğu doğrudur ve bunun haklı gerekçeleri vardır. Bu eleştiri dalgası, İsrail politikalarına olumlu bakan ülkelere de yayılmaya başlamıştır. Artık antisemitizm etiketlemesi ile dünyanın vicdanını susturmak mümkün görünmüyor.
Müslüman topraklara kon-durul-muş bir ülke İsrail. Sömürgeci-yerleşimci bir devlet. Hiçbir kuralı olmayan, çevresi ile bir ilişki kuramayan, diplomasi nedir bilmeyen, geleneksiz, köksüz bir devlet.
Antisiyonizm ile antisemitizm arasında oldukça belirgin bir çizgi olmasına rağmen, İsrail yanlısı çevrelerde antisemitizmin tanımını antisiyonizmi de içine alacak şekilde tahrif etme eğilimi vardır.
TÜRK dış politikasının en karmaşık sorunlarından biri, İsrail ile ilişkilerin düzenlenmesi olageldi. Kurulduğunda İsrail’i tanıyan ilk Müslüman ülke olan Türkiye, bir süre sonra ilişkileri maslahatgüzar düzeyine indirmekte beis görmedi. İnişli-çıkışlı bir seyir izleyen ilişkiler, 1990’larda “stratejik” olarak tanımlanırken, 2000’ler kriz dönemi oldu. Zamanın başbakanı Bülent Ecevit’in İsrail’in Nisan 2002’deki Batı Şeria’ya yönelik Koruyucu Kalkan Operasyonu ve Cenin Kampı’ndaki katliamı için “soykırım” ifadesini kullanması, kriz döneminin başlangıcıydı. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Mart 2004’te Hamas’ın manevi lideri Şeyh Ahmed Yasin’in katledilmesine verdiği tepki, sonrasında Hamas lideri Halid Meşal’in Şubat 2006’daki Türkiye ziyareti, krizi daha da tırmandırdı.
Türkiye ile ilgili yerli ve yabancı basın-yayın organları ve akademik yayınlarda, Türk dış politikasındaki eksen kayması tartışması ve Türkiye-İsrail ilişkilerindeki kriz son zamanlarda en öne çıkan konular. Birbirinden ayrı gibi dursa da bu iki konunun birlikte ele alınması hem analitik hem siyasi hem de pratik bir zorunluluk. Tartışmanın asıl sebebi ise Türkiye’nin dış politikada artan ağırlığının nedeni ve mahiyetinin idrak edilememesi ve bu değişimden dolayı mağdur olduğunu düşünen imtiyazlı çevrelerin, durumu kendi lehlerine çevirmek için ülkenin en temel fay hattına oynayarak iç siyasete müdahil olma arzusu.
Garton Ash’in, 27 Temmuz 2006 tarihli The Guardian’da yayımlanan yazısı “Avrupalılar olarak Orta Doğu’daki çatışmayı bizim yarattığımızı asla unutmamamız gerekir” başlığını taşıyordu. Ash’e göre, kökenleri tarihin derinliklerine uzanan Yahudi düşmanlığı Orta Doğu’yu kana bulayan, son Lübnan örneğinde görüldüğü gibi sivillerin hayatlarını kaybetmelerine ve yurtlarından ayrılmak zorunda kalmalarına yol açan başlıca nedenlerden biri. Avrupa tarihine bakıldığında sistematik bir Yahudi düşmanlığının olduğu ve bu kıtada istenmeyen Yahudilerin zamanla kendi devletlerini kurmayı amaçlayan siyasi siyonizm bilincini geliştirdikleri ve Avrupa’nın da yardımıyla nihayet 1948 yılında bağımsız bir devlet İsrail kurduklarını görüyoruz.