Hukuk Devleti ve Siyasi Partilerin Kapatılması

SETA PANEL Oturum Başkanı:     İbrahim Kalın     SETA Konuşmacılar:     Levent Köker     Gazi Üniversitesi Uluslararası İlşkiler Bölümü     Murat Yetkin     Radikal Gazetesi      İhsan Dağı     ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü Tarih: 9 Nisan 2008 Çarşamba Saat: 17.00 Yer: SETA, Ankara

Devamı

Fransa'da Sarkozy Dönemi ve AB-Türkiye İlişkileri

SETA KONFERANS Konuşmacı:     Dr. Hasan Yavuz     Başbakan Danışmanı / Marc Bloch Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih: 14 Mayıs 2007 Pazartesi Saat: 15.00 Yer: SETA, Ankara

Devamı

SETA PANEL Oturum Başkanı:     Dr. İbrahim Kalın      SETA Konuşmacılar:     Prof. Dr. Mümtaz'er Türköne     Gazi Üniversitesi; Başlık: "Türkiye'de Üç Milliyetçilik: Ankara, Diyarbakır ve İstanbul"     Doç. Dr. Mesut Yeğen     ODTÜ, Başlık: “Türk Milliyetçiliğinin Kürt Meselesini Algılama Biçimleri”     Dr. Abdülhamit Kırmızı     SETA, Başlık: “Türkiye’de Milliyetçiliğin Yeni Halleri” Tarih: 19 Nisan 2006 Çarşamba Saat: 18.00 - 20.00 Yer: SETA, Ankara

SETA PANEL Oturum Başkanı:     Talip Küçükcan     SETA Konuşmacılar:     Hüseyin Yayman     Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fak. Öğretim Üyesi     Mümtaz'er Türköne     Zaman Gazetesi Yazarı     Nurettin Güz     Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Tarih: 3 Mart 2009 Salı Saat: 16.00 – 18.00 Yer: SETA, Ankara

SETA PANEL Konuşmacılar:     Gökhan Çetinsaya     İstanbul Şehir Üniversitesi Rektörü     Taha Özhan     SETA Ekonomi Araştırmaları Koordinatörü     Mete Çubukçu     NTV Haber Müdürü     Soli Özel     İstanbul Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Tarih: 10 Şubat 2009 Salı Saat: 14.00 – 17.00 Yer: Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Kampüsü D Blok Konferans Salonu         Çırağan Caddesi Osmanpaşa Mektebi Sokak No: 4-6, 34353 Beşiktaş / İstanbul

Ülkemizde gündemi iç politik çekişmelerin belirlediği bir dönemden geçiyoruz. Yoğun olarak yaşanan Anayasa Mahkemesi kararları, asker-sivil ilişkileri ve darbe girişimi tartışmaları nerdeyse siyasetin tüm alanını işgal etmiş durumda. Siyasi tarihimizde benzer tartışmaların bu yoğunlukta yaşandığı yıllar sorunlu dönemler olarak iz bıraktı. Bu sorunlu dönemlerin ortak özelliği siyasetin alanının daralması ve siyasetin üzerine bürokratik vesayet gölgesinin çökmesi. Aynı dönemlerde dış politika, iç politikanın etkisinde kaldı ve dış politikada ülkenin ufku daraldı.

Türk Dış Politikasında Eksen Tartışmaları: Küresel Kargaşa Çağında Realist Proaktivizim

Türkiye’nin tampon devlet kimliğinden hızlı bir biçimde proaktif ve çok boyutlu diplomatik aktivizme geçişi, son dönem Türk dış politikasının amaç, niyet ve realizmi hakkında bazı soru işaretlerine neden olmuştur. Belli alanlarda ve belli durumlardaki bu soru işaretleri, Türkiye’nin yönelimleri hakkında artan bir şüpheciliğe dönüşmüştür. Bu makale, üç tür şüpheci yaklaşım olduğu, bunlardan ikisinin Türk dış politikasının yeni dinamiklerini anlamaktan uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Bunun yerine bu çalışma, yeni proaktivizmin yaşama imkanı ve potansiyel yönelimlerini mütalaa etmek için üç objektif kriter sunmaktadır, yani ortam, kapasite ve strateji. Bunun da ötesinde bu çalışma, çok boyutlu ve yapıcı dış politika aktivizminin sürdürülebilirliği için Türkiye’nin, Avrupa Birliği çıpasını kendi dış politikası ve sağlam demokrasisinin ana ekseni olarak görmesi gerektiğini ifade etmektedir.

Devamı
Türk Dış Politikasında Eksen Tartışmaları Küresel Kargaşa Çağında Realist Proaktivizim

Altın Nesil Paslanıyor mu?

Türkiye sahip olduğu genç nüfus potansiyeliyle, kalkınması adına her ülkenin tarihinde bir kez yakalayabildiği demografik fırsat penceresini yakalamış durumda. Bu tarihi fırsatı kullanabilmesi için ise önünde yaklaşık 15 yılı var. Anayasa’sında gençlerine tek bir madde ayırarak gençlere ideolojik bir formasyon sağlamaktan öte gidemeyen, bürokratik, devletçi ve kalkınmacı mantıkla bu tarihî fırsatın değerlendirilebilmesi ne kadar mümkün?

Devamı

Kafkasya'daki yeni düzende yer almak isteyen ülkeler arasında Rusya ve ABD'nin yanı sıra İsrail'den Fransa'ya, İran'dan Hindistan'a birçok ülkenin hesabı var. Bu hesabın da basitçe 'bölgede istikrar' olmadığını söylemeye gerek dahi yok. Böyle bakıldığında Ermenistan'ın Türkiye üzerinden Batı ile entegrasyonu ABD için olumlu bir gelişme.

Türk kamuoyunda Irak ile ilgili tartışmalar, kısa süre öncesine değin, suni bir şekilde Kerkük referandumu üzerinde düğümlenmişti.

Irak 20 Mart 2003`ten beri ABD işgali altında. Irak, işgalin 7. yılında, 7 Mart’ta genel seçimlere gidiyor. Irak anayasasına göre 31 Ocak’tan önce yapılması gereken seçimler, seçim yasası üzerindeki anlaşmazlıklardan dolayı iki ay sonraya, Mart 2010’a ertelendi. İşgal altındaki Irak’ta etnik-mezhepçi siyasi kutuplaşma seçimleri yine baskı altına almış durumda. Ancak, son iki yıldır, ABD’nin SOFA antlaşmasını imzalamasından bu yana, Irak’lılar için işgalin –naif bile olsa- 2011’de bitme ihtimali belirmiş oldu. Bu ihtimal bile Irak’ta merkezi eğilimlerin güçlenmesine, etnik veya mezhepçi yaklaşımların nispeten daha durağan kalmasına yol açtı.

28 Şubat'ın kalıntısı katsayı uygulaması, eğitim sistemine demokratik aktörlerin müdahil olmasıyla çözüleceğe benziyor. Tabii yargıçlar müsaade ederse… Türkiye’de eğitim sistemi kurmak, eskiden beri askerlerin icra ettiği bir vazife olarak anlaşılıyordu. Anayasa’dan, Milli Eğitim Temel Kanunu ile Yükseköğretim Kanunu’na kadar eğitim sisteminin kurucu yapıtaşları hep demokrasinin sekteye uğradığı dönemlerin ardından belirlenmişti. 28 Şubat 1997’de Milli Güvenlik Kurulu tarafından alınan ve demokrasiye “rot balans” ayarı olarak sunulan kararların çoğu da eğitime ilişkindi. Kararların en fazla öne çıkanı, imam hatip liselerinin orta kısımlarını kapatan ve 8 yıllık kesintisiz eğitimi öngören karardı. Eski bir Milli Eğitim Bakanı’nın tespitiyle söyleyecek olursak, siviller milli eğitim sistemini belirlemeyi bir tabu olarak görmüş ve askerlerin kurduğu sistemin dışına çıkmamaya özen göstermişlerdi. Pekâlâ, eğitim sistemini hep askerler mi yapar?

Ermeni lobisinin tezleri tüm açıklığıyla ve tüm siyasi aktörlerce tartışılmadıkça Türkiye bu tasarı kamburundan kurtulamayacak.

Osmanlı'dan kalan anayasa tartışmaları  ve yapıcılığı adeta gündemimizden çıkmayan temel siyasi maddelerin başında geliyor. Cumhuriyet'ten bu yana da 'uzun ömürlü bir anayasa' arayışımız devam ediyor. Bugüne kadar yaptığımız anayasaların iki temel özelliği kısa ömürlü ve hürriyetleri temin etmekten uzak olmasıydı.Bugün yeniden tartıştığımız mini anayasa reformu da, vadesi çoktan dolmuş olan son darbe ürünü anayasamızın, yama ile ömrünü bir süre daha hürriyetleri genişletmek adına uzatmaya katlanmaktan ibaret. Milletin siyasi sabrı ve basireti bu katlanma süresinin ne kadar olacağına karar verecek.

Kamuoyu ilk defa bir anayasa değişikliği ile karşılaşmıyor. Cumhuriyet kurulduğundan bu yana dört tane anayasa ve sayısız değişiklikler yapıldı.Her bir anayasa ve değişiklik paketi, oluşturulduğu dönemin siyasal ve toplumsal koşulları göz önünde bulundurularak hazırlandı ve yürürlüğe konuldu. 1921 Anayasası 1924'te yepyeni bir anayasa ile yer değiştirdi. Tek Parti dönemi boyunca neredeyse her CHP kurultayından sonra 1924 Anayasası değişikliğe uğradı. 1961'de askeri darbe sonrasında sadece Anayasa değil, siyasal sistem de değiştirildi. 12 Mart muhtırasından sonra 1961 Anayasası ciddi değişikliklere tabi tutuldu; özerk kurumların özerklikleri daraltıldı ve bireysel, toplumsal ve siyasal özgürlükleri daraltan düzenlemeler yapıldı. 12 Eylül darbesinden sonra yapılan yeni anayasa ile 1961'in özerk kurumlarının sistem içindeki ağırlığı mahfuz tutulmak kaydıyla, 12 Mart'ın açtığı otoriter zihniyet son haddine vardırıldı.

İktidar partisi, geride bıraktığımız 22 Mart’ta 23 maddeden oluşan bir anayasa değişikliği taslağını kamusal müzakereye sundu. Kamusal müzakerenin işlemesi için de tek tek siyasi partilerle; sivil toplum örgütleri, meslek ve medya kuruluşlarıyla ise toplu görüşmeler gerçekleştirdi. Yarına kadar da (29 Mart) yeni öneri ve değişiklikleri kapsayacak müzakereler için kapıların açık tutulduğunu deklare etti. İktidar partisi teklifini müzakereye açık olduğu vurgusuyla “taslak” olarak sunmasına rağmen, bu faaliyetin bürokratik vesayetin politik karını paylaşan kesimler tarafından “pazarlık etmek,” “müzakere yapmak,” “sus payı vermek” gibi çoğu zaman alçaltıcı anlamda kullanılan ifadelerle karşılanması tam anlamıyla bir teşhir anıydı.

(TRT 1’de yayınlanan 15.03.2010 tarihli Enine Boyuna programının çözümlemesidir) 20 Mart 2003’ten beri Amerikan işgali altında bulunan Irak, sancılı bir seçim süreci yaşıyor. “Yaşıyor”; çünkü 1 haftadan beri resmî seçim sonuçları alınabilmiş değil.7 Mart günü başlayan oy verme işlemi tamamlandı. Irak anayasasına göre 31 Ocak’tan önce yapılması gereken seçimler, seçim yasası üzerindeki anlaşmazlıklar nedeniyle bu tarihten iki ay sonra ancak yapılabildi.İşgal altındaki Irak’la ilgili olarak, “Toparlanmak için işgal güçlerinin ülkeyi terk etmesini bekliyor” denebilir. ABD’nin ne zaman çekileceği tartışmaları uzar giderken, SOFA antlaşmasının imzalamasından bu yana, Irak’lılar için işgalin 2011’de bitme ihtimali belirdi. Ancak bu ihtimal, Obama yönetiminin ani bir kararıyla uzaklaşabilir.

Bugün, kurumlar arası çatışma, askeri vesayet, juristokrasi, sivil dikta, vb. kavramları yardıma çağırarak tartıştığımız meselelerin tamamı, siyasi iktidarı kimin ne ölçüde kullanacağıyla ilgili bir mücadelenin ürünü. 1960’dan beri, atanmış bürokratik iktidarla seçilmiş siyasi iktidarlar arasında cereyan eden bu mücadele, geçen hafta yargı ve yürütmenin en yetkili ağızlarından açık bir şekilde kamuoyuna da ilan edildi. Yargıtay başkanının “yürütmenin yargıyı kuşatma altına almak istediğine” dair sözleri, başbakan tarafından “yasama ve yürütmenin zaten yargı kuşatması altında olduğu” sözleriyle karşılandı.Bu durum, 1990’lardan beri çıkmaza giren 27 Mayıs siyasal sisteminin bu haliyle sürdürülemediğinin ve bir an önce mevcut toplumsal ve siyasal dinamikleri hesaba katan yeni bir siyasal denklem kurmanın kaçınılmaz olduğunun en açık göstergesi olarak okunabilir.