Siyaset ve Hukuk Sarkacında Anayasa Mahkemesi

AYM değişen sosyolojiye uygun yeni bir toplumsal sözleşmenin mahiyeti konusunda verilen kavgada statükocu kanadın bir aktörü olarak hareket ediyor. Bu güç mücadelesine müdahil oldukça da ilkesellikten uzaklaşıp iç ve dış dinamiklerin baskısına maruz kalıyor.

Devamı

Kapatma Davasında Tesviyeden Tasfiyeye

ANAYASA Mahkemesi’nin “iktidar partisini kapatmama kararı”, birçok farklı ve derin sonucu ortaya çıkarmış oldu. Lakin mezkur sonuçların dışında, 14 Mart’tan bugüne kadar geçen 4,5 aylık sürenin Türkiye’ye maliyeti, muhtemelen kararın getirdikleri arasında tartışılmayacak bile.

Devamı

ANAYASA Mahkemesi’nin şaşırtmayan başörtüsü kararının ardından siyasetin üzerine ölü toprağı tam anlamıyla serpilmiş oldu. Mahkeme pozitif hukuk açısından, hukuki tartışmaları anlamsız hale getiren bir karara imza attı.

30 NİSAN’DA AK Parti, kapatma davasına karşı “cevap” olarak tanımladığı savunmasını verdi. Dava açıldıktan sonra bütün dikkatlerin üzerinde olduğu AK Parti, ilk hafta yaptığı çıkışları saymazsak, bekleme süreci içerisine girmişti.

AK PARTİ’YE kapatma davası açılmasının üzerinden tam bir buçuk ay geçti. Başbakan’ın bazı çıkışlarını saymazsak, parti için elle tutulur bir yol haritası hâlâ ufukta görünmüyor.

Bu yıl Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle düzenlenen bir sempozyum 'İslam Medeniyetinde Bir Arada Yaşama Tecrübesi' üst başlığını taşıyordu.

Din Eğitimi ile Öğretimini Ayırmalıyız

TÜRKİYE’De Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerine ilişkin tartışmalar, tıpkı kamusal alanda din tartışmaları gibi laiklik ekseninde yürütülüyor.

Devamı

Özgürlükçüler Demokrasi Yasakçılar Din Diyor

Başörtüsü etrafında yapılan tartışma, Türkiye’deki özgürlük sorununun boyutlarını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Taraflar arasındaki keskin görüş ayrılığı, elitler arasındaki uzlaşma kültürünün bazen imkánsız derecesinde zor olduğunu gösteriyor.

Devamı

Türkiye’de siyaset, medya, sivil toplum kesimleri ve eğitim dünyasının gündeminde, uzun yıllardır uygulanan bir yasağın kaldırılmasına ilişkin tartışmalar yer alıyor. Umarız bu tartışmalar hem hakları kısıtlananların taleplerini karşılayacak hem de yasakların kaldırılmasından dolayı endişe duyanların kaygılarını ortadan kaldıracak bir çözümle son bulur.

Türk basınına nadiren demeç vermesiyle bilinen Prof. Şerif Mardin, bir konuştu pir konuştu. “Çok güzel buz mavisi gözleri olan yakışıklı adam” hem de Hürriyet'te konuklarıyla söyleşilere imza atan kıdemli gazeteci (ama “magazin gazeteciliği” diye adlandırdığımız türde) Ayşe Arman'a konuştu. Hatırlanacağı üzere, Mardin'in Türkiye'de en son gündeme gelişi, bugün onun “mahalle baskısı” kavramı üzerinden mevcut baskıları meşrulaştırmaya ve Hoca'yı yeni yeni alkışlamaya başlayan ideolojik kümeye mensup kişilerin bir başka vukuatı nedeniyle olmuştu. Hoca, kendi ağzından Said Nursi ile ilgili bilimsel çalışmaları yüzünden, Türkiye Bilimler Akademisi'nden iki kez veto yediğini açıklamıştı da epeyce gürültü kopmuştu.

Sivil anayasa taslağı hazırlık süreci ve bunun etrafında gelişen tartışmalar gündemdeki en sıcak konular arasında yer alıyor. Yeni anayasanın birçok alanda yenilikler getireceği beklentisi var. Ön çalışmalara ilişkin medyaya yansıyan haberlerden anlaşıldığı kadarıyla din eğitiminin zorunlu olmaktan çıkarılmasının da taslakta bir öneri olarak yer alacağı anlaşılıyor. Gerek din eğitiminin zorunlu olmaktan çıkarılarak isteğe bağlı bir derse dönüştürülmesine, gerekse yüksek öğretim kurumlarında başörtüsü yasağının kaldırılmasına ilişkin düzenlemeler kamuoyunda uzun uzun tartışılacağa benziyor. Bu tartışmalara kısmen de olsa katkıda bulunması amacıyla Avrupa Birliği'nin (AB) din eğitimi konusuna bakışının ana hatlarıyla ele alınmasında yarar var.

Sosyal ve demokrat sözcükleri ayrı ayrı düşünüldüğünde, üzerinde geniş kitlelerin ittifak edebileceği bir sevimliliğe sahip görünüyor. Sosyal demokrat tamlamasında da belli bir sıcaklık olmasına rağmen, “müttefik kitle” biraz daralıyor. Tamlamayı, Türkiye'deki temsilcisi CHP özeline indirgeyerek kullandığımızda ise geniş kitle-lerde soru işaretleri beliriyor. Üstelik merkez sağda kendisini konumlandıran AK Parti'nin bile zaman zaman “herkesten daha sosyal-demokrat” olduğunu dile getirmesi sosyal ve demokrat kavramlarının yeniden sorgulanmasını gerektirebilir. Zira söylem düzeyinde ve hatta uygulamada AK Parti'nin CHP'den daha demokrat olduğu rahatlıkla söylenebilir; sosyallik mevzuunda ise Baykal'ın partisinin Kasımpaşalı Erdoğan'ınkinden ileride olduğunu iddia etmek zor. Bunun açıklığa kavuşması için en azından uygulamayı görmek zorunda olmamız bile, Sosyalist Enternasyonal'den dışlanan Baykal için yenilgi sayılmalı.

“Kime sefer edeceğimi sakalımın kılı bilseydi, onu keserdim"

Siyaset, sonuç alma sanatıdır. Bu anlayışla hareket eden siyasilerimiz, sonunda isim listelerini açıkladılar ve secim kampanyalarına start vermiş oldular. Ortaya çıkan tablo, Türk siyasetinin normalleşip normalleşmeyeceğine dair hiç bir ipucu vermiyor. Çünkü yapılan bazı transferler “ne kadar enteresan” dedirtmekten öte bir anlam ifade etmiyor. Neyin vitrin, neyin açılım, neyin adam kapma olduğu belli değil. “İsim piyasası”nda yaşananlar, daha başlamadan 22 Temmuz 2007 seçimlerinin yine popülizm ekseninde ilerleyeceğini gösteriyor. Şarkıcı, artist, sunucu, sporcu, manken derken siyasi partiler yeni açılımlar yapmış oldular.

Bir Eurovizyon yarışmasını daha kaybettiğimiz şu günlerde dikkatler yeniden 22 Temmuz'a giden sürece yoğunlaşmış durumda. Tatile çıkan ve çıkmayan insanlar olarak "Yaz ortasında seçim mi olur?" muhabbetini sıklıkla duyacağız. Sezer'in Anayasa değişiklikleri paketini veto etmesi de gündemimizi işgal edecek. Nerede olursak olalım 22 Temmuz seçimlerinin ne getirip ne götüreceğini hep beraber göreceğiz. 27 Nisan muhtırasıyla başlayan süreç Türk siyasi hayatında yeni bir milattan çok önemli bir aşamayı temsil ediyor.

GİRİŞ: Türkiye’nin hızla seçimlere doğru ilerlediği bir süreci yaşıyoruz. Bir yandan da seçimler ertelenir mi tartışmaları yaşanıyor. Türkiye tamamen içine kapanmış durumda. Bu süreçte dış politikada neler oluyor? AB, Kuzey Irak gibi önemli konularda hangi gelişmeler yaşanıyor. Türkiye, bu konuları ihmal mi ediyor? Merak ettik ve Radikal2 ve Zaman gazetesindeki yorumlarından tanıdığımız Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı Genel Koordinatör’ü Dr. İbrahim Kalın’la görüştük.

Türkiye son dört yılda dış politikada belli açılımları gerçekleştirdi. Türk dış politikasının son dönemdeki hareketli seyrinin Irak’ın işgali ile oluşan yeni durumun dayattığı mecburi gündem ve imkânlarla da doğrudan alakası var. Mesele Türkiye’nin bu yeni imkanların ne kadarını kendi iradesi dahilinde, ne kadarını ise ABD’nin oturtmaya çalıştığı “yeni güçler dengesi” çerçevesinde kullanabildiğidir.

Demirel: “Kargadan, bülbül olmaz”. “Özal’ı, Çankaya’dan alırım aşağı. Bu, boynumun borcu olsun”. Erbakan: “Özal, milleti kurbanlık koyun gibi çengele astı” İnönü: “Özal, ülkeyi dinamitliyor”. “Her türlü yola başvururuz!” Deniz Baykal: “Özal sivil diktatör”. “İçimize sindiremeyiz”. “Özal’ı onursuzca indiririz” Hürriyet (31 Ekim): “Hacı Turgut Özal, bugün Cumhurbaşkanı seçiliyor”. “Çankaya tartışmalarına bilim adamları katıldı. Hukukçular tereddütlü”.Yukarıdaki sözler 1989’un son baharındaki Özal’ın cumhurbaşkanlığı tartışmalarından. Bugün de neredeyse bütün pozisyonlar aynı.

Fransa Meclisinin onayladığı sözde Ermeni soykırım yasası, gündemimizi uzun bir süre meşgul edecek. Fakat yasa Türkiye’den çok Avrupa ve AB için bir imtihan. Çünkü Avrupa’nın düşünce ve ifade özgürlüğü ilkesine sadık kalıp kalmayacağını, bu yasaya ilişkin tavrı belirleyecek.Öncelikle şunu belirtelim: Fransa’nın bu kararı siyasi bir provokasyon niteliği taşıyor. Batının kışkırtıcı hatalarına İslam dünyasından gelen her ölçüsüz tepki, Avrupa’daki muhafazakar ve ideolojik siyasi çevrelerin elini güçlendiriyor.