5 Soru: 64. Hükümet Programı

64. Hükümet Programını SETA Siyaset Araştırmaları Direktörü Nebi Miş değerlendirdi.

Devamı
5 Soru 64 Hükümet Programı
Eskimeyen Gündem Yeni Anayasa

Eskimeyen Gündem: Yeni Anayasa

Kamuoyunda yeniden tartışılmaya başlanan “yeni anayasa” tartışmalarını daha iyi anlamak için SETA uzmanlarının analizlerini ve SETA’da yayımlanan raporları bir arada sunuyoruz.

Devamı

Yeni anayasa ve demokratikleşme kısmı şüphesiz hükümet programının en önemli bölümünü oluşturmakta.

Hükümet programında yeni anayasanın toplumun tüm kesimlerinin katkılarıyla, mümkün olan en geniş mutabakatla ve demokratik bir yöntemle hazırlanması ve geniş toplumsal kesimlerce sahiplenilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

Bırakın başkanlık ya da yarı başkanlık modeli sunabilmeyi muhalefet kendi parlamenter sistem önerisini bile getirebilmiş değil. Hem etkin yürütme sorununu çözen hem de daha "demokratik" olduğunu düşündükleri hükümet modelleri üretebilirler.

Türkiye’de hukuki anlamda bir sistem değişimi yaşanması ve bu konunun netlik kazanması gerekmektedir.

Bu Zaaf Değilse Nedir?

Bugün itibariyle, kamu otoritesi kullanan herkesin bu süreçte uyanık olma mecburiyeti var. Bu 60 kişi, nasıl kaçtı? Bunun sorumlusu kim?

Devamı
Bu Zaaf Değilse Nedir
Sistem Değişikliğini Neden Tartışmak Zorundayız

Sistem Değişikliğini Neden Tartışmak Zorundayız?

Mevcut sistem sorununun ortaya çıkardığı maliyetli siyasi ve ekonomik sorunlar 2002'den beri devam eden AK Parti'nin tek başına iktidarı ile bir derece ortadan kalkmış olsa da, sistem sorunu henüz giderilememiştir.

Devamı

SETA tarafından düzenlenen panelde, TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun çalışmaları değerlendirildi.

İstihbarat savaşları, ihbar mektupları, suikast iddiaları, gözaltılar, sokak gösterileri, karakol baskınları, DTP’ye kapatma davası, KCK operasyonları…

Türkiye açısından AB sürecinin en önemli belirleyicisi Türkiye ve AB'nin önümüzdeki 15 yıl içerisinde nerede olacaklarıyla ilgili perspektifleri olacak. Türkiye'nin eksen değiştirdiği iddiaları ile ilgili tartışmalara rağmen, Türkiye'nin ufkunda AB perspektifi yerini korumakta. Türkiye'nin yönü ile ilgili tartışmaların büyük bölümü ideolojik ve politik algılamalardan hareketle yapılmakta. Türkiye açısından AB sürecinin en önemli belirleyicisi Türkiye ve AB'nin önümüzdeki 15 yıl içerisinde nerede olacaklarıyla ilgili perspektifleri olacak. Türkiye'nin eksen değiştirdiği iddiaları ile ilgili tartışmalara rağmen, Türkiye'nin ufkunda AB perspektifi yerini korumakta. Türkiye'nin yönü ile ilgili tartışmaların büyük bölümü ideolojik ve politik algılamalardan hareketle yapılmakta.

19 Kasım 2009 akşamı AB'nin 27 seçilmiş devlet başkanı son sekiz yılın daha basit ve daha demokratik bir sistem arayışı çabalarına noktayı birliğin başkanı ve dışişleri bakanını seçerek koydu. Ancak bu seçim süreci şeffaflık ve demokrasi açısından oldukça sorunlu bir şekilde cereyan etti. Seçim sabahı Oxford Üniversitesi Avrupa Çalışmaları bölümü akademisyenleri ile seçilen adaylar üzerine konuştuğumda, yeni adayların heyecan uyandırmadığı ve ciddi liderlik göstermelerinin beklenmediğini fark ettim.

Türkiye bir seçimi daha geride bıraktı. Yerel ya da genel, olağan ya da sıra dışı bütün seçimler gibi bu seçimler de bir "genel seçim havasında" geçti. Bunda şaşılacak ya da hayıflanacak bir şey yok. Zira Türkiye'de siyaset hiçbir zaman normal şartların bir ürünü olmadığı için, en yerel ve sınırlı meselelerin dahi genel bir niteliğe bürünmesi ve kimlik, aidiyet ve grup bilinci gibi büyük konulara dönüşmesi normaldir.      

2002’DEN bu yana Türkiye’de siyasetin içeriğini, AK Parti ile ondan kurtulmaya çalışan zinde güçler arasında yaşanan millet iradesi-bürokratik vesayet eksenindeki mücadele belirliyor. Bu mücadelenin en yoğun biçimde yaşandığı 22 Temmuz seçimleri, gerilimi taraflardan biri lehine sonlandırmak yerine daha da tırmandırdı. Seçimlerden sonra siyasete alan açmak için başvurduğu yeni Anayasa yazımı ve başörtüsü düzenlemelerinden geri adım atmak zorunda kalan AK Parti, bir de aleyhine açılan kapatma davasıyla boğuşmak zorunda kaldı. Bu güç mücadelesi, Türkiye’de siyasal gündemin belirlenmesinde etkili olan bütün aktörlerin hareket alanlarında bir daralmaya yol açtı. Bürokratik vesayet yanlılarının güç kazanamadığı, AK Parti’ninse gücünü kaybetmediği bu sıfır toplamlı siyasal mücadele bugün de devam ediyor. Bu nedenle sağlıklı işleyen bir siyasal sistemde hizmet eksenli projelerin ve merkezî yönetime karşı yerel gündemin revaçta olması gerekirken, yerel seçimler bir genel seçim havasında geçiyor.

Turuncu Dergisinin 28 Şubat Sürecinin yıldönümü dolayısıyla SETA Araştırmacısı Hatem Ete ile gerçekleştirdiği röportaj

ABANT Platformu’nun Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’de düzenlediği ‘Barışı ve Geleceği Birlikte Aramak’ adlı konferans bir ilke imza attı ve Türkiyeli Türk ve Kürt aydınlarla Iraklı Kürtleri bir araya getirdi

TÜRKİYE son iki yılı, krizlerle malul, yoğun bir siyasal gündemle geçirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimi, askerî muhtıra, genel seçim, yeni anayasa tartışmaları, başörtüsü düzenlemesi, parti kapatma davaları, sınır ötesi askerî operasyonlar gibi kritik başlıkları, bürokrasi-siyasal irade arasındaki güç savaşının zeminini oluşturan unsurlar olarak geride bıraktık. Son günlerde, siyasal partiler geleneksel tutumları nedeniyle kendilerinden beklenmeyen açılımlarla siyaset üretmeye başladılar

Türkiye’de genel olarak siyasal faaliyetin, özelde de merkez-sağ siyasetin koordinatlarını belirleyen asıl unsur, 1961 Anayasası olmuştur.

Türkiye’de 1937 yılından itibaren anayasal bir ilke haline gelen laikliğin tanımı ve gerekleri konusunda sürekli tartışma yaşanmıştır. Üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağı, bu tartışmalı alanların belki de en yakıcısı olmuştur. Başörtüsü yasağı, sadece bazı öğrencilerin yüksek öğrenim hakkını kullanamaması sonucunu doğurmakla kalmamış, aynı zamanda yargı-siyaset ilişkisini de etkileyen bir meseleye dönüşmüştür. Bu yasağı kaldırmaya yönelik tüm yasal ve anayasal girişimler yargı engeline takılmıştır.Diğer yandan, başörtüsü yasağına dair söylem ve eylemlerin siyasi bedeli de çok ağır olmuştur. Yasağın kalkması gerektiğini savunan iki siyasi parti laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldikleri gerekçesiyle kapatılmıştır. Başörtüsünü üniversitelerde serbest bırakmak amacıyla yapılan anayasa değişikliğine destek veren iktidar partisi de kapatılmaktan bir oyla kurtulmuş, ancak hazine yardımından mahrum bırakılmıştır.

Avrupa Komisyonu Genişleme Genel Müdürlüğü’nün 6 Kasım’da yayınladığı İlerleme Raporu Türkiye-AB ilişkilerini tekrar gündemimize taşıdı. Raporda hem olumlu gelişmelerin hem de karşılanmayan beklentilerin altı çiziliyor ve Türkiye’ye bazı eleştiriler yöneltiliyor. Raporla ilgili tartışmalarda eleştiriler ve talepler olduğu için Türkiye’de AB karşıtlığı, Avrupa’da ise reformlar yavaşladığı ve beklentilerin de yerine getirilemeyeceği bahanesiyle Türkiye karşıtlığı daha çok ön plana çıkıyor. Avrupa’da Türkiye karşıtı kesimler sadece raporda belirtilen eksikliklerin değil Avrupa ile Türkiye arasında derin bir kültürel farklılık olduğu görüşünün arkasına sığınıyor. Bu söyleme açıklık getirilmesi ve eleştirel bir cevap verilmesi gerekiyor.

Mahalle sözcüğü, belki de gerçek mahallelerin kaybolmaya yüz tutması nedeniyle, gittikçe zenginleşen çağrışımlar kazanmaya başlıyor sanki. Sözcüğün tekabül ettiği gerçekliğin silikleşmesi, mahallenin de sözcükle somut uyumunun belirsizleşmesi, onu zihinsel akrobasilere, spekülatif soyutlamalara alet olacak bir kıvama ve esnekliğe zorluyor. Son yıllarda “hakiki mahalle öldü madem; o zaman biz de bu güzel sözcüğü yaşatalım” gibi bir tavır epeyce yaygınlaşmıştı. Zaten mahallenin namusunu kollayan delikanlılar da, artık sadece mahalleliye güç yetirebilir hale düştüklerinden mahallenin belası olmuşlardı. Mesela Saddam Hüseyin Amerikalılar tarafından yakalandığında, “Mahallenin elikanlısı yakayı ele verdi” demiştik.