Artık iktidarın siyaset dışı bir noktadan kurulması yani iktidarın demokratik mücadelelere kapalılığı son buldu.
Devamı
İkisi aynı gün olan, üç seçimin aynı yıl içinde yapılması seçmen tercihlerinde farklı siyasal davranışları ortaya çıkarabilecektir.
Devamı
“Evet” halkın iktidarını garanti altına alacak bir siyasi kurumsallaşmanın hayata geçirilmesidir. Halkın yıllardır siyasete yüklediği misyonun en nihayet tamamına erdirilmesidir.
Bürokratik merkez, 15 Temmuz öncesinde belli ölçüde Kemalist aktörlerin FETÖ tarafından tasfiye edilmiş olması ve sonrasında ise bunların yerine gelen FETÖ mensubu aktörlerin de tasfiyesi ile otonomisini kaybetti.
Sadık Ünay, TAP projesinin amacı ve önemi üzerine ayrıntılı değerlendirmelerde bulundu.
Burhanettin Duran, Başbakan Davutoğlu’nun olağanüstü kongre kararı vermesi ve kongrede başkanlığa aday olmayacağını kamuoyuna açıklamasının ardından konuya ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Ankara'da son aylarda sesli- sessiz konuşulan kritik bir konu gün yüzüne çıktı. AK Parti 22 Mayıs'ta olağanüstü kongreye gidiyor.
Devamı
AK Parti'nin kimlik bileşenleri ve almış olduğu %50 oy oranı, yeni bir merkez sağ formülasyonuyla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor.
Devamı
Erbakan'ın Türkiye siyasal sistemi içindeki yeri, şahsını aşan bir bakışla Erbakan mirasına odaklanmayı gerektiriyor.
1990'larda yapması gereken yeniden yapılandırmayı başaramayan Türkiye'nin, Erdoğan seçeneğini iyi kullanmadığı takdirde daha büyük faturalar ödemesi mukadderdir.
Başbakan’ın yeni dönemde tarih yapan, öncü bir rol üstlenip toplumu üçüncü değişim projesine ikna etmesi gerekiyor. Türkiye siyasetinin en buhranlı dönemlerinden birinde kurulan ve toplumun değişim talebini siyasi bir projeye dönüştüren Adalet ve Kalkınma Partisi, girdiği dört seçimden birinci çıkarak kalıcı bir parti olup olmayacağı tartışmalarına net bir cevap verdi. Düzenin yeniden yapılandırılması arzusunu doğru okuyan AK Parti, geçen sekiz yılda önce kendi tabanını, sonra ülkeyi önemli ölçüde değiştirdi/dönüştürdü. Adalet ve Kalkınma Partisi ANAP gibi bir dönem partisi olacağı öngörülerini boşa çıkartarak Türkiye’nin ‘kadim partisi’ olma yolunda köklü adımlar attı. Bazı entelektüeller tarafından kuruluş sürecinde ‘bir konjonktür’ partisi olarak tarif edilen Adalet ve Kalkınma Partisi, bu öngörüleri boşa çıkartarak Türkiye’nin ‘büyük partisi’ olma yolunda epey mesafe aldı. Partinin güçlü liderliği, kurumsallaşma yolunda dezavantaj olarak görülse de Erdoğan, bu dezavantajı avantaja dönüştürerek partisinin sahih ve kalıcı bir toplumsal harekete dönüşmesini sağladı ve bu dönemde ciddi bir AK Partililik kimliği inşa etti. Erdoğan ismi üzerine inşa edilen AK Partililik kimliği her seçimde daha da pekişti ve siyasal bir hüviyet kazandı.
AK Parti’nin sözcülüğünü üstlendiği siyasal değerlerin karşıtlığında kendisini üreten yeni bir siyasal kimliklenme süreci yaşanmaktadır.
Dış borçların yapısı, borç krizleri ve stand-by anlaşmaları, borçlanmayı azaltmak ve sürdürülebilir bir borç yönetimi için öneriler... Dış borç Türkiye gibi yükselen piyasalar ve azgelişmiş ülkeler için en önemli problemlerden birisi olmuştur. Artan borçlar hem borç yükünü artırmış hem de dış borç anapara ve faiz ödemelerini ağırlaştırmıştır. Bu da borç ile finanse edilen yeni yatırımların üretim hacminde sağladığı artışların giderek azalmasına ve bir noktada üretimdeki artışların, dış borçların ödenmesi için gereken anapara ve faizlerin altına düşmesine neden olmuştur. Dolayısıyla, makroekonomik istikrarın sağlanması için gereken en temel unsurların başında, borcun sürdürülebilirliğinin sağlanması ve borç yükünün makul seviyelere indirilerek bu seviyelerde tutulması gelmektedir. Dış borç sorununun başladığı 1950- 1960’lı yıllar, yüksek borçlanma nedeniyle hem IMF ile stand-by anlaşmaların yapıldığı hem de borç ötelemelerinin yoğun olduğu bir dönem olmuştur.
İngiltere'de on yıllık başbakanlık görevini bırakan Tony Blair'in öncülüğünü yaptığı "Üçüncü Yol" hareketi, geleneksel sağ-sol ayrımlarını aşmayı hedefliyordu. Avrupa sağının muhafazakâr ve geleneksel değerleri benimseyen; fakat ekonomik alanda bireyci ve sermaye yanlısı tavrına karşı Avrupa solunun gelenek karşıtı; fakat sosyal adaletçi ve müdahaleci politikaları arasında sıkışıp kalan Avrupa siyasetini bu darboğazdan kurtaracak bir açılımdı Üçüncü Yol.
Parmaklarım titreyerek klavyenin tuşlarına dokunuyorum. Dışarıda ambulans sirenleri ötüyor. Ulus’taki patlama haberi henüz geldi. Sempatik olmaya çalışan tuhaf antenli tiplemelerle ya da mükerrer komedyenlerle milyon dolarlık reklâmlar yapan GSM operatörlerinin hiçbiri çalışmıyor; şebeke meşgul! Çünkü ortada mizahî değil, ciddi bir durum var; “Öyleyse bize iş düşmez” mi dediler acaba?
Siyaset, sonuç alma sanatıdır. Bu anlayışla hareket eden siyasilerimiz, sonunda isim listelerini açıkladılar ve secim kampanyalarına start vermiş oldular. Ortaya çıkan tablo, Türk siyasetinin normalleşip normalleşmeyeceğine dair hiç bir ipucu vermiyor. Çünkü yapılan bazı transferler “ne kadar enteresan” dedirtmekten öte bir anlam ifade etmiyor. Neyin vitrin, neyin açılım, neyin adam kapma olduğu belli değil. “İsim piyasası”nda yaşananlar, daha başlamadan 22 Temmuz 2007 seçimlerinin yine popülizm ekseninde ilerleyeceğini gösteriyor. Şarkıcı, artist, sunucu, sporcu, manken derken siyasi partiler yeni açılımlar yapmış oldular.
Bir Eurovizyon yarışmasını daha kaybettiğimiz şu günlerde dikkatler yeniden 22 Temmuz'a giden sürece yoğunlaşmış durumda. Tatile çıkan ve çıkmayan insanlar olarak "Yaz ortasında seçim mi olur?" muhabbetini sıklıkla duyacağız. Sezer'in Anayasa değişiklikleri paketini veto etmesi de gündemimizi işgal edecek. Nerede olursak olalım 22 Temmuz seçimlerinin ne getirip ne götüreceğini hep beraber göreceğiz. 27 Nisan muhtırasıyla başlayan süreç Türk siyasi hayatında yeni bir milattan çok önemli bir aşamayı temsil ediyor.
Cumhurbaşkanlığı seçimi Türk siyasetinin temel sorunlarını ortaya koyan bir süreç olarak ilerliyor. Aday açıklanana kadar yapılan tartışmalar ve alınan tavırlar, içinde yaşadığımız ideolojik kutuplaşmanın ne kadar derinlere gittiğini gösteriyordu. İlk oylamayla yaşananlar, bu kutuplaşmanın daha uzun bir süre Türkiye'yi germeye devam edeceğini gösteriyor. Bütün bunlara şimdi Genelkurmay Başkanlığı'ndan gelen açıklama yahut Oktay Ekşi'nin ifadesiyle "muhtıra" eklendi. Muhalafetin tek hedefi, AK Partili bir ismin Köşk'e çıkmasını engellemek.
Demokrat Parti 1950 seçimlerine "Yeter! Söz Milletindir!" sloganıyla girdiğinde en büyük şoku, CHP'liler ve seçmen vatandaş, yani milletin kendisi yasamıştı. Rivayet olunur ki CHP'liler bu slogandan ve o meşhur "Dur!" diyen el posterinden o kadar etkilenirler ki afişi hazırlayan mimar Selçuk Milar'dan CHP için de bir poster hazırlamasını isterler.Milar, CHP'li vekillere posterindeki cümleyi aynen tekrar eder ve halk oyuyla CHP'nin artık gitmesi gerektiğini söyler.
SETA PANEL Oturum Başkanı: Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya İTÜ Konuşmacılar: Prof. Dr. Haluk Günuğur Başkent Üniversitesi Prof. Dr. İhsan Dağı ODTÜ Tarih: 31 Ekim 2006 Salı Saat: 16.30 – 18.30 Yer: SETA, Ankara
Kürt sorununun -özellikle demokratikleşme, terör ve bölgesel kalkınma bağlamlarıyla- Türkiye’nin 2006 yılında başını ağrıtacak ve yüzleşmek zorunda kalacağı başlıca konulardan biri olduğu çokça dile getirildi. Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar krizlerden kaçınma arzusuyla halı altına süpürülen ve bir şiddet olayı yaşanıncaya kadar da bahsi açılmayan Kürt sorunu, ülkenin derin gündemi olarak neşter atılmadığı için ur gibi büyümeye devam ediyor. Kürt sorunu hakkında bu dönemde adamakıllı düşünmekten ve konuşmaktan sakınmanın vebali büyük olacaktır. Toplumsal barışı sürdürmeye ve tarafların tansiyonlarını düşürmeye yönelik somut faaliyetler gözle görülür hale getirilmezse, 2007 seçimleri Güneydoğu’da Kürtçü, kalan yurtta Türkçü partilerin oylarını arttıracağı muhakkaktır. Mart ayı sonlarında, özellikle Nevruz ile birlikte Türk ve Kürt ulusalcılıklarının kapışma noktasına geleceğine dair senaryo iddialarında bulunmuş olmaları dikkate alınacak olursa,1 medya camiasının çözüme katkı sağlayacak bir dil geliştirmek yerine, yangını seyretmeyi tercih ettiğini söylemek abartı olmayacaktır. Hatta, beklenen şiddet olaylarının çıkmamış olmasından duyulan gizli bir üzüntüyü Nevruz günlerinde çıkan gazete başlıklarından sezinlemek de mümkündür.