Avrupa’da Aşırı Sağ Karşısında Yeni Arayışlar

Kurz’un ironik ‘anti-establishment söylemi’ ile düzen karşıtlığı imajını parlatmaya çalışması kesinlikle zamansız ve sebepsiz değildir.

Devamı
Avrupa da Aşırı Sağ Karşısında Yeni Arayışlar
16 Nisan da Yurt Dışı Seçmenin Evet Tercihi

16 Nisan’da Yurt Dışı Seçmenin Evet Tercihi

Yurtdışında referandum süresince Avrupa ülkelerinin‚ evet‘ oyu kullanacak Türklere karşı benimsediği ve rasyonel olmayan yaklaşımlar, seçim sonuçlarının açıklanması sonrasında da sürdürülmektedir.

Devamı

Ülker firmasının "hesaplaşma" temalı, "darbe" çağrışımları olan itici bir reklam çekmek acaba kimin, kimlerin fikriydi? Bu sorunun cevabı önümüzdeki günlerde netleşecek.

Avrupa Parlamentosu eski başkanı Martin Schulz Alman Sosyal Demokrat Partisi’nin başbakan adayı olması Alman siyasetine ve Eylül ayındaki seçimlere epeyce heyecan ve hareketlilik getirdi.

Angela Merkel 12 yıllık Almanya Şansölyeliği nam-ı diğer Başbakanlığı ile ülke siyasetine şimdiden damgasını vurmuş durumda. Gençlik yıllarını Doğu Almanya’da yaşamış ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasının etkilerini derinden hisseden Merkel, 2017’de önemli sınamalarla karşı karşıya.

2014’ten beri yaşanan bazı gelişmelere bakarsak Berlin’in tavırlarının Ankara’da neden bu kadar rahatsızlığa yol açtığını anlarız.

Tarihin Sonu Değil Başı

Ne Trump çok matah bir seçenek. Ne de Avrupa sağı. Her ikisi de en başta Müslümanlara düşman. Ama bunlar aynı zamanda Batı'nın kendi defoları.

Devamı
Tarihin Sonu Değil Başı
Almanya nın Türkiye Politikası Neden İpotek Altında

Almanya’nın Türkiye Politikası Neden İpotek Altında?

Aslında çok dengeli ve rasyonel politika izlemesiyle tanınan Almanya nasıl oldu da Türkiye politikasını ülkesindeki bu azılı Türkiye düşmanlarının ipoteği altına soktu?

Devamı

Bu çalışma Almanya’daki göçmen ve yabancıların vatandaşlık hakları ile Almanya’nın bu gruplara karşı politikalarını, genelde Avrupa ve özelde Almanya’daki siyasal ve toplumsal değişimleri de göz önüne alarak incelemektedir.

Türkiye Cumhuriyeti'ne düşmanca bir tutum içerisinde olanları çıkaracak olursak en azından birkaç Türk kökenli milletvekilinin bu tasarıya karşı çıkması gerekirdi. Ama görünen o ki bugün Alman Parlamentosu'nda muhafazakâr ve dindar Türk kökenli seçmen temsil edilmemektedir.

Türkiye’nin mülteci meselesi konusunda Avrupa’nın düştüğü acziyeti siyasi baskı aracı olarak kullandığını düşünen Merkel hükümeti Ankara’ya karşı bir güç gösterisinde bulunmak istiyordu.

Alman Federal Meclisinin almış olduğu kararın Türkiye üzerinde kurmak istediği baskıya karşı dik durulmalı, diplomatik alanda gerekli tepkiler verilmeli, ancak bu meselenin Türkiye'nin ekonomik çıkarlarına zarar verecek boyutlara taşınmaması gereklidir.

Türkiye ile Almanya’nın mülteci meselesinde ortak çıkarları olsa da, ikili ilişkilere daha geniş bir çerçeveden bakıldığında birçok problem noktasının varlığı göze çarpmaktadır. Bu noktada sivil toplum kuruluşlarına önemli görevler düşmektedir.

Özellikle tarafların motivasyonlarında dönemlere ve iktidarlara göre önemli değişiklikler gözlense de Türkiye’nin üyelik hedefinin iktidarlara göre çok fazla değişmediği ancak bu hedefe ulaşma yöntemlerinin ve Brüksel’den gelen taleplere karşı tutumların önemli farklılıklar gösterdiği görülmektedir.

Alman parlamentosuna getirilen karar tasarısının rasyonel bir zemininin olmadığı gayet açıktır. Burada bir kimlik siyaseti güdüldüğü ortadadır.

Faşizm tehlikesi artık Avrupa için uzak olan bir tehdit olmaktan çıkarak somut bir tehdit haline gelmiştir. Her ne kadar faşist hareketler Müslüman düşmanlığını merkeze alsalar da esasen Avrupa'nın çok kültürlülüğünü hedef almaktadırlar.

Avusturya Nazi rejiminin kurbanı olarak kabul edildiği İkinci Dünya Savaşı sonrası bütün yükü ve suçu Almanya'nın sırtına bırakarak kurtuldu. Oysa Nazi rejiminin ileri gelenlerinin pek çoğu Avusturya kökenliydi ve Avusturya bile isteye Nazi Almanya'sına katılmıştı.

Avrupa'da aşırı sağ partilerin son dönemdeki artan popülaritesi dikkate alınacak olursa çok yakın gelecekte Fransa, Almanya, Hollanda gibi birçok Avrupa ülkesinde aşırı sağ kulvardaki partilerin iktidara ortak olması beklenmektedir.

Dört yıl aradan sonra tekrar sandığa giden Almanya, merakla 22 Eylül Pazar günü yapılacak federal seçimleri bekliyor. İktidardaki Hıristiyan Demokratlar Birliği (CDU) ve anamuhalefetteki Sosyal Demokrat Parti (SPD)'nin oy oranları seçim öncesi yapılan tüm anketlerde sabit görünürken, seçim sonucunu belirleyecek liberaller, yeşiller ve solcuların sandıktan hangi oy oranlarıyla çıkacakları merak konusu. Bunların yanı sıra, seçimlerin bir de büyük bir bilinmeyeni var: Kriz sürecinde Almanya'da mevcut düzeniyle Avro'ya ve Merkel başkanlığındaki hükümete karşı ciddi bir toplumsal tepkinin oluşmasıyla birlikte kurulan “Almanya İçin Alternatif Partisi” (AfD)'nin, özellikle iktidardaki Hıristiyan muhafazakârlar ve liberallerden oy çalarak barajı aşabileceği ve dengeleri değiştirebileceğinin çok da uzak bir ihtimal olmaması.

Seçimler Alman Siyasetini Kilitledi Almanya’da yapılan erken seçimler pat durumuyla sonuçlandı. Sağ ana muhalefet lideri Angela Merkel’in Hristiyan Demokrat Birliği (CDU) ve Bavyera’daki müttefiği Hristiyan Sosyal Birliği (CSU) %35.2, Başbakan Schröder’in Sosyal Demokrat Partisi (SPD) %34.4 oy aldı. Seçim kampanyasına yirmi puanın üzerinde bir farkla başlayan Merkel’in en az  %40 oy alıp liberal FDP ile koalisyon yapması bekleniyordu. Berlin’deki hesap çarşılardaki oy sandıklarına uymayınca koalisyon ihtimalleri alt üst oldu. Seçimi Küçük Partiler Kazandı Tarihine düşen Hitler gölgesinden sonraki anayasaya göre Almanya’da hükumet olabilmenin şartı mecliste salt çoğunluğa sahip olmak. Merkel’in muhtemel koalisyon ortağı FDP %10,5 ile tarihinin en yüksek oyunu alması muhafazakar bir koalisyon kurulmasına yetmedi. SPD’den ayrılanların kurduğu milliyetçi Sol Parti (Die Linke) %8.1, Schröder’in koalisyon ortağı Yeşiller (Die Grünen) %8.7 oy aldı. Küçükler büyüklerin pasta payını tırtıkladı; bir önceki genel seçime göre CDU’nun 3.3’lük ve SPD’nin 4.2’lik oy kaybı küçük partilere gitti. Şimdi seçim galibi iki büyük parti küçükleri bir araya getirmenin peşinde. 1966-1969 arasında ülkeyi yöneten son “büyük koalisyon”dan beri CDU ve SPD birlikte hükumet kurmadı; her zaman küçük partilerle anlaşma yoluna gitti.

Türkiye’nin Avrupa Birliği macerasında dış konjonktür her zaman önemli olmuştur. Avrupa’nın büyük devletlerinde yapılan genel seçimler ise bu konjonktürde en keskin değişimlere yol açan etkenlerdendir. Almanya’da Eylül 1998 seçimleri sonunda Helmut Kohl liderliğindeki on altı yıllık Hıristiyan Demokrat-Liberal koalisyonun yerini Gerhard Schröder’in Sosyal Demokrat-Yeşiller koalisyonuna bırakması adaylık statümüzdeki değişime ivme kazandırmıştı. Almanya’da böyle bir iktidar değişikliği olmasaydı, Türkiye’nin AB adayı ilan edildiği 1999 Helsinki Zirvesi farklı sonuçlanabilirdi. Bugün Almanya’da yapılacak genel seçimler Türkiye’de bu sefer tam tersine, kötümser beklentilere yol açmış durumda. Almanya’nın Eylül 2005 seçimlerinde yeniden bir iktidar değişikliğine gitme ihtimalinin Türk kamuoyunu kaygılandırması boşuna değil. Seçimler sonunda, AB’nin amiral gemisi hükmündeki bu ülkede Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemeyen Hıristiyan Demokrat ve Hıristiyan Sosyal Birliği (CDU/CSU)’nin içinde yer alacağı bir hükümetin kurulması Türkiye’ye neye mal olacaktır? Tam da AB müzakerelerine başlayacağı sırada Almanya’da Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkan bir sağ iktidardan süreç nasıl etkilenir?