Çarşaf CHP'nin ‘Siyasi Simgesi' Olmaya Devam Edecek mi?

YEREL seçimlere kısa süre kala siyasette simgeler üzerinden yürütülen bir hareketlenme var. Sürpriz açılımlarıyla gündeme gelen CHP her ne kadar Türk seçmeninin hafızasını hafife alsa da 25 Aralık’ta SETA Vakfı’nda düzenlenen ‘22 Temmuz’dan 29 Mart’a Siyaset: CHP’ başlıklı panelden sonra edindiğim izlenim gerçeğin hiç de öyle olmadığını gösteriyor. Gazeteci yazar Tarhan Erdem, Doç. Dr. Tanju Tosun ve Doç. Dr. Nur Betül Çelik’in katılımıyla gerçekleşen panelin konusu geçen süre içinde CHP’yi değerlendirmek idiyse de konuşmalar medya’da ‘çarşaf açılımı’ olarak yer alan gelişmeye odaklandı.

Devamı

Adalet ve Kalkınma Partisi beklendiği üzere seçimleri açık ara kazandı. 23 Temmuz son beş yıldan farklı olarak, Türkiye’nin bir çok konuda imtihandan geçeceği bir süreci de başlatmış bulunuyor. AK Parti küresel ile yerli oligarşi arasında, CHP kendi kısır siyasal patinaj dünyasında, MHP ise bir kez daha başka hesapların aparatı olup-olmama dilemması içerisine 23 Temmuz imtihanına giriyorlar. Türkiye’yi 23 Temmuz sonrasında iki yakıcı sorun bekliyor: İç (kısmen dış) siyasetin Kuzey Irak başlığı altına sıkışacak sorunlarla kilitlenmesi ve ekonomik istikrarın bundan sonrası için kendisine bir yön tayin etmesi.

“Kime sefer edeceğimi sakalımın kılı bilseydi, onu keserdim"

Bir ülkede demokrasinin kurumsallaşması, kök salması ve sağlıklı biçimde gelişmesi için gereken en önemli unsurlardan biri muhalefettir. Muhalefet, iktidarın icraatlarının sorgulanması, ülke sorunlarına sadece iktidarın tek başına yönlendirdiği süreçle değil, müzakere ile çözümünün sağlanması ve farklı görüşlerin mecliste temsil edilmesine yaptığı katkılarıyla demokratik yönetim ve toplum anlayışının temel unsurları arasında yer alır.    Bir ülkede muhalefet ne kadar güçlü, tutarlı ve rasyonel ise iktidarın denetlenmesi, icraatlarının şeffaflık ve hesap verilebilirliğinin kitlelerce paylaşılması o kadar sağlıklı olur. Modern demokrasilerde muhalefetin temel fonksiyonu toplum adına iktidarı denetlemek, milletin çıkarlarını savunmak ve bir bütün olarak toplumun; ama aynı zamanda temsil ettiği tabanın hak ve çıkarlarını demokratik müzakereler aracılığıyla gündeme getirmek ve savunmaktır. Bu manada muhalefetin rolü demokrasiler açısından son derece önemli ve aynı zamanda yapıcıdır. Muhalefet demek iktidarın her yaptığına karşı çıkmak, yenilik ve reformlarını engellemek, ne pahasına olursa olsun iktidarı yıpratmaya yönelik söylemler geliştirmek değildir. Muhalefetin, toplumun ortak çıkarları söz konusu olduğunda, gerektiğinde iktidar ile rasyonel bir konsensüs oluşturmaya katkısı beklenir.

Geçen ay içerisinde hükümet yeni eylem planını açıkladı. 2008-2012 dönemi için hazırlanan eylem planı ‘acil’ sıfatıyla beraber sunuldu. Bundan birkaç ay önce de bir başka acil eylem planı seçim sonrasında açıklanmıştı.

Yeni Dönem?

22 Temmuz seçimlerinin ‘yeni bir dönemi’ başlattığı çok yaygın bir şekilde dile getirildi. Bu tespit en genel anlamıyla yerinde kabul edilebilir.

Devamı

Sınır Ötesi Harekatın Muhasebesi?

Tezkere kararının ardından Kuzey Irak’a başlayan hava operasyonlarını beklendiği üzere bir kara harekâtı takip etti. Türkiye daha önce onlarca kez yaptığı sınır ötesi operasyonu bir kez daha yapıyor.

Devamı

Başörtüsü etrafında yapılan tartışma, Türkiye’deki özgürlük sorununun boyutlarını çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Taraflar arasındaki keskin görüş ayrılığı, elitler arasındaki uzlaşma kültürünün bazen imkánsız derecesinde zor olduğunu gösteriyor.

AK Parti’ye kapatılma davası Türkiye gündemine oturdu. Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında açılması tartışılan dava, on ay gecikmeyle de olsa gelmiş oldu. Bu ay içinde seneyi devriyesini idrak edeceğimiz 27 Nisan “korsan bildiri” tadındaki e-muhtırası ile başlayan süreç, bütün Türkiye’ye oldukça derin bir kriz hediye edecek kıvama ulaşmış oldu.

ANAYASA Mahkemesi’nin şaşırtmayan başörtüsü kararının ardından siyasetin üzerine ölü toprağı tam anlamıyla serpilmiş oldu. Mahkeme pozitif hukuk açısından, hukuki tartışmaları anlamsız hale getiren bir karara imza attı.

Türkiye, Kayserili çiftçi Ahmet Hamdi Gül ile ev hanımı Adviye Gül’ün oğulları Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığına hazır olduğunu 22 Temmuz’da gösterdi. Yaygarası, varlığından fazla bir azınlık ise hazmetme sorunu yaşamaya bir süre daha devam edecek gibi görünüyor. Oysa Türk devlet bürokrasisinin en zorlu kısmı olan ve geçmişte makamın ağırlığını taşıyamayan pek çok bakanı işlevsizleştiren dışişleri koridorları bile, Gül’ü özleyecek.

Türkiye, ne yöneticileri ne de diğer uluslararası aktörler tarafından ihmal edilemeyecek bir coğrafyada yer alıyor. Zaten onun selefi Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle son iki yüzyılından itibaren hiçbir küresel güç ya da küresel güç namzedi, Türkiye topraklarında olup bitenlere bigane kalabilmiş değil. Her ne kadar son aylarda milletçe iç gündemin tartışmalarına kilitlenmiş olsak da, dışarıda işleyen süreç kendi mecrasında akmayı sürdürüyor. Bakalım, gözlerimizin dışarıya kapalı kaldığı bu sürecin faturası, önümüze ne zaman ve ne şekilde gelecek?Irak’ta cenazeler kaldırılmaya, yeni cenazeler için mezarlar açılmaya devam ediyor.

Medya ile aynı düzlem ve ortamlarda yer alan aktörler ve kurumlar arasındaki ilişkileri kıyaslamak çoğu zaman yine medyanın mecra olarak kullanıldığı bir tartışma biçimini kabullenmek anlamına geliyor. Medyayı anlamaya çalışmak ya da tartışmak en başından ona bir enstrüman olarak başvurmayı zorunlu hale getirdiği için hem bir paradoksu, hem de ona karşı eleştirel bir duruş geliştirmeyi imkansız kılan zımnî bir benimseyişi beraberinde getiriyor. Bir de söz konusu edilen şey etik ise, ahlakî konumu gücü oranında sıkıntılı hale gelen medyanın tartışılması, ancak yine onun niyet ve iradesiyle gerçekleşebiliyor.

Cumhurbaşkanlığı seçimi Türk siyasetinin temel sorunlarını ortaya koyan bir süreç olarak ilerliyor. Aday açıklanana kadar yapılan tartışmalar ve alınan tavırlar, içinde yaşadığımız ideolojik kutuplaşmanın ne kadar derinlere gittiğini gösteriyordu. İlk oylamayla yaşananlar, bu kutuplaşmanın daha uzun bir süre Türkiye'yi germeye devam edeceğini gösteriyor. Bütün bunlara şimdi Genelkurmay Başkanlığı'ndan gelen açıklama yahut Oktay Ekşi'nin ifadesiyle "muhtıra" eklendi. Muhalafetin tek hedefi, AK Partili bir ismin Köşk'e çıkmasını engellemek.

Cumhurbaşkanlığı seçimi, Türk siyasetinin bazı temel sorunlarını tekrar gündeme getirdi. "Kim olsun, kim olmasın?" tartışmasına kilitlenen süreci daha farklı ele alabilsek, Türkiye'deki siyasi kültür üzerine daha sağlıklı değerlendirmeler yapabiliriz belki.Merkezî devletin alanı, çevreyi de sivil toplum alanı olarak kabul edersek, Türkiye'de bu ikisi arasındaki ilişkinin baştan beri yanlış kurgulandığını söyleyebiliriz.

ANAYASA Mahkemesi’nin “iktidar partisini kapatmama kararı”, birçok farklı ve derin sonucu ortaya çıkarmış oldu. Lakin mezkur sonuçların dışında, 14 Mart’tan bugüne kadar geçen 4,5 aylık sürenin Türkiye’ye maliyeti, muhtemelen kararın getirdikleri arasında tartışılmayacak bile.

Gürcistan’ın G. Osatya’ya girmesiyle başlayan Rusya ve Gürcistan arasındaki sıcak bir çatışmayla gözler Kafkaslar’a çevrildi. Ama kazan uzun zamandır kaynıyor. Öyle anlaşılıyor ki İslam dünyasında dondurulmaya çalışılan çatışmaların yerini Avrasya’da etnik ve dini temelli sıcak çatışmalar alacak. Ufak etnik çatışmalar dahi giderek jeopolitik mücadelelerin fay hatlarına dönüşecektir ve taraflar büyük güçler veya koalisyonlar olacak.

AYM değişen sosyolojiye uygun yeni bir toplumsal sözleşmenin mahiyeti konusunda verilen kavgada statükocu kanadın bir aktörü olarak hareket ediyor. Bu güç mücadelesine müdahil oldukça da ilkesellikten uzaklaşıp iç ve dış dinamiklerin baskısına maruz kalıyor.

Demokrat Parti 1950 seçimlerine "Yeter! Söz Milletindir!" sloganıyla girdiğinde en büyük şoku, CHP'liler ve seçmen vatandaş, yani milletin kendisi yasamıştı. Rivayet olunur ki CHP'liler bu slogandan ve o meşhur "Dur!" diyen el posterinden o kadar etkilenirler ki afişi hazırlayan mimar Selçuk Milar'dan CHP için de bir poster hazırlamasını isterler.Milar, CHP'li vekillere posterindeki cümleyi aynen tekrar eder ve halk oyuyla CHP'nin artık gitmesi gerektiğini söyler.

Tren kazası, raydan çıkma, duraklama, dondurma, vs. derken Türkiye’nin AB üyeliği belirsiz bir istikamette ilerliyor. Kıbrıs meselesinden dolayı müzakere sürecinin yavaşlatılması, bundan sonraki dönemle ilgili önemli ipuçları veriyor. Bu belirsizlik ve gerginlik ortamında AK Parti hükümeti AB üyeliği konusunda eski heyecan ve kararlılığını muhafaza edebilecek mi? Bugün Kıbrıs diyen AB, yarın başka konularda ayak diretecek ve müzakere sürecini fiilen sona erdirecek mi?Limanların açılması ve dolayısıyla Kıbrıs meselesinden dolayı müzakerelerin askıya alınması iki ihtimali gündeme getiriyor: Ya AB, çok ilkeli ve tutarlı bir politika izliyor ve temel prensiplerden taviz verilmeyeceğini söylüyor ya da AB’nin, Türkiye’nin üyeliği konusunda hala büyük şüpheleri var.